21. Akbank Kısa Film Festivali: Yeni Sinemacıları Keşfetme Heyecanı
21. Akbank Kısa Film Festivali kapsamında festivalde yer alan kısa filmleri online olarak izleme fırsatı varken, bunu kaçırmak istemedim. Kısa film yapımını teşvik etmesi ve yeni sinemacıları seyirciyle buluşturması açısından kısa film festivallerini her zaman heyecan verici ve önemli buluyorum. Genelde kısa filmler, uzun metraja geçişte bir köprü gibi görülse de ben ayrıca kendi içinde bir alan olarak kısa film izlemeyi seven biriyim. Keza, bir derdi uzunca anlatmak yerine daha kısa bir sürede anlatarak sinemanın özünü birkaç dakikaya sığdırmaya çalışmanın ne kadar meşakkatli olabileceğini biliyorum. 21. Akbank Kısa Film Festivali sayesinde anlatım teknikleriyle umut vadeden ve beni heyecanlandıran güzel filmler izleme fırsatım oldu. İşte onlardan bazıları:
On Weary Wings Go By
Estonya ve Litvanya ortak yapımı olan Yorgun Kanatlarla Geçen Zaman, Estonyalı animasyon sanatçısı Anu-Laura Tuttelberg tarafından stop-motion tarzında çekilmiş. Aynı zamanda kukla animasyonları ve heykeltıraş olarak serbest çalışmalarını sürdüren sanatçının filmografisinde, doğayla iç içe geçen dört kısa film daha bulunuyor. Bu 11 dakikalık, seyir zevki yüksek filmi izlerken kendimi derin bir anlam arayışının içinde buldum. Keza, yönetmenin filmi açıklama şekli de bir o kadar katmanlı:
“Kuzey doğasının kış mevsimini anlatan bir şiir. Güneş alçaktan hareket eder ve günler kısalır. Kuşlar güneye uçar, porselen hayvanlar ve böcekler dondurucu rüzgâr ve kardan saklanır. Sadece küçük bir porselen kız, çıkış yolu olmadan terk edilmiş manzarada dolaşır.”
Bu filme benzer şekilde bir “stop-motion şiiri” demek yanlış olmaz sanırım. Filmin Estonca ismi “Linnud läinud”, yani “sonbaharın gelişini ve göçmen kuşların kış mevsimi için güneye gitmesini anlatan Estonya atasözünün bir parçası.”
Film, kışın gelişiyle porselen görünümündeki—ki bence bu görüntü estetik açıdan çok başarılı—kuşların göç etmesiyle başlıyor. Tüm canlılar, şiddeti gittikçe artan rüzgârla birlikte güzel deniz manzarasını terk etmeye başlıyor. Kuşlar göç ediyor, çekirgeler soğuktan çatlıyor, sincaplar kazdıkları yuvalarına giriyor. Tüm bunları korkulu gözlerle izleyen, koca manzarada yalnız başına kalan porselen bir kız var. Yönetmen, bu şiirsel anlatıda sürekli bir ‘eve dönme’ hâlini izletiyor bize. Bir kişi hariç herkesin evine döndüğü kocaman bir sahil…
Ben izlerken doğanın asıl evimiz olduğunu ve ondan ne kadar uzun zamandır uzak kaldığımızı düşündüm. Bu porselen kızın sürekli saklanacak, korunaklı bir yuva ararken başka bir canlının kanatları altında var olma çabasından etkilendim.
Yönetmen, bu filmin şu anda hazırladığı üçlemenin ikinci kısmı olduğunu söylüyor. İlki, 2019 yapımı ve Meksika ormanlarında çekilen Yağmur Ormanlarında Kış filmiyken üçüncü filmi de baharla ilgili olacak. Böylece hepsi tam bir yılı oluşturacak.
Trees Painted in Tar
Danimarkalı yönetmen Casper Rudolf tarafından çekilen, 14 dakikalık Katran Karası Ağaçlar filmi bize “erkeklik algısı” ve “avlanma” arasındaki ilişkiler üzerine bir düşünce sunuyor. Film, tedirgin bakışlarıyla bir gencin ağaca katran sürmesi ve bunun üzerine babasının ona “nasıl doğru sürüleceğini” göstermesiyle başlıyor. Bu sahnenin hem filme adını vermesi hem de son sahneyle bağlantılı olması açısından önemli ve sağlam bir metafor sunduğunu düşünüyorum.
Çocukluğundan beri ava çıkmayan ve avlanmayı bilmeyen genç bir erkek, babası ve babasının arkadaşlarıyla ava çıkıyor. Ana karakter, çoğu zaman buradaki büyük erkek grubunun içinde kendini hissedemiyor. Çünkü belli ki artık bir spor hâline gelen bu öldürme eylemini vahşice buluyor. Babasının ise adına “avlanma” denilen bu öldürme eylemini “erkek olmak” ile bağlantılı görmesi, filmin ana çatışmasını oluşturuyor. Çocuğun bu işi becerememesiyle baba-oğul arasındaki ilişki gittikçe geriliyor.
Bu noktada özellikle babayı oynayan oyuncunun gerilimi seyirciye iyi aktardığını söylemek istiyorum. Tercih edilen müzikler ve başarılı planlar da filmin gittikçe artan gerilim ritmine ayak uyduruyor. Şahsen, yönetmenin kurduğu dünyanın içinde hissettiğimi söyleyebilirim. Burada bir baba-oğul ilişkisinin yanında “gruba ayak uydurma” çabasına da şahit oluyoruz. Yönetmen de verdiği bir röportajda bu noktaya değiniyor:
“Beni ilgilendiren şey, uyum sağlamak için bu ahlaki değerlerden ödün verdiğinde ne olduğuna bakmak. Aynı uygulamalara uymazsa, grubun gözünde erkek olabilir mi?”
Filmde “avlanmak” bir erkek olma ritüeli olarak ele alınmış; grubun gözünde erkek olmanın bir şartı gibi. Yani, buradaki grubun bir “itibar” mücadelesi verdiğini söyleyebiliriz. Ana karakterimizin ise “itibar” uğruna “haysiyet” mücadelesinden vazgeçip vazgeçmeyeceğini izliyoruz.
Burada çok sevdiğim birinin sözünü eklemek isterim:
“Haysiyet, aynaya baktığınızda gördüğünüzdür. İtibar ise insanların size baktığında gördüğü şeydir.”
— Bu kısımdan sonra filmin finaliyle ilgili spoiler var —
Ana karakterimizin hikâyesi bana kalırsa güzel sonlanıyor. Babasıyla çıktığı gece avında, hayvanları öldürmek yerine oradan kaçmayı seçen karakterimiz, filme adını veren katranlarla yüzünü boyuyor. Bu sahneyle, aslında bu dünya için asıl zararlı olanın insan olduğunu bize anlatıyor.
Abel
Dekel Berenson ve Paul Wesley tarafından yönetilen Abel, ilişkisi sonlanan genç bir erkeğin hikâyesini anlatıyor. Oldukça geniş bir Meksika manzarasıyla açılan filmde, manzarada duran tek bir kişi görüyoruz. Bu plan, kocaman arazide tek başına duran adamın yalnızlığını daha da vurguluyor.
Bu adam eve döndüğünde ise 17 yaşındaki oğlu Abel’in evi darmadağın ettiğini fark ediyor. Bunun sebebi, sevgilisinin Abel’den ayrılmış olması. Film genelinde hayvanlar üzerinden bir alegori kurulmuş. Ayrılık acısını hafifletmek için ava çıkan Abel’in bir ceylan görüp onu öldürememesi, filmin ilerleyen bölümlerinde anlam kazanıyor. Hikâyenin devamında anlıyoruz ki aslında baba ve oğul, evin annesi tarafından terk edilmiş. Böylece ortak bir acıyı paylaştıklarını ve bu acının evde büyük bir yük olarak durduğunu fark ediyoruz.
Avda teselli bulamayan Abel’in, onun derdini en iyi anlayabilecek kişiyle acısını paylaşınca biraz daha rahatladığını görüyoruz. Filmin finalinin suda bitmesini anlamlı buldum. Su, genellikle yeniden doğuş veya sona erme anlamı taşır. Baba ve oğlun ay ışığında suya yönelmiş olmaları, uzun süredir üzerlerinden atamadıkları buhranla ilgili bir arınma, yeniden doğuş sürecine girdiklerini gösteriyor.
Tam bu sırada, Abel’in öldüremediği ceylanın su kenarında bulunması, annesinin onda kapladığı yerin ve onun tamamen yok olmadığının bir göstergesi. Bu filmin, bir ebeveynin aileden gitmesi sonucu oluşan travmaları sakin bir ritimde, hayatın olağan akışı içinde sunmasını oldukça beğendim.
Dilan Hakkında Konuşmalıyız
Festival kapsamında izlediğim son kısa film, Umut Şilan Oğurlu tarafından çekilen Dilan Hakkında Konuşmalıyız oldu. Filmin başrolünde, uzun süredir Hasçelikler and the City dizisiyle adından söz ettiren Sude Belkıs yer alıyordu. Yakında 30 yaşına girecek olan Dilan’ın hayatını izlerken neden başarısız olduğunu ve yolunu kaybettiğini anlamaya çalışıyoruz.
Film, mockumentary tarzında ilerliyor. Böylece biz de gerçekten Dilan’ın evine, iş yerine ve sosyal hayatına konuk olan dışarıdan birileri gibi hissediyoruz. 20’li yaşlarımın ortasında bir kadın olarak, hikâyeyi izlerken hiçbir şeyin bana uzak gelmediğini söylemek istiyorum. Neredeyse her ideolojinin altının boşaldığı günümüz dünyasında, anlamsızlık hissiyle kaybolan Dilan’ın kendine dair umutlarının tükenmek üzere olduğunu görüyoruz. En büyük hayali olan film çekmenin bile ona ait bir hayal olup olmadığından emin değiliz. Üstelik etrafındakilerin yüzeysel destekleri de bu başarısızlığa çanak tutuyor.
Sinema eğitimi almış olan Dilan’ın başucunda Frances Ha posterinin asılı olması da kendini gerçekleştirme hikâyesini izlediğimiz Frances ile olan bağını bize gösteriyor. Film, durum komedisiyle de keyifli bir akış sunuyor. İzlerken sık sık kendimden parçalar buldum. Dilan’ın dünyası, hayatın tam ortasından alınmış, oldukça gerçek bir var olma çabası. Ayrıca kadınların bir araya gelerek ürettiği şeylerin ne kadar güçlü ve başarılı olduğunu da bize gösteren bir kısa film.
21. Akbank Kısa Film Festivali’nin çevrim içi gösterimleri 27 Mart’a kadar devam ediyor. Festival Programına göz atmayı unutmayın!
21. Akbank Kısa Film Festivali: Yeni Sinemacıları Keşfetme Heyecanı