La Cocina: Asılı Kaldım Sistemin Çarklarında
Günümüz Meksika sinemasının “altın çocuklarından” biri olarak gördüğüm Alonso Ruizpalacios, yeni filmi La Cocina ile İstanbul Film Festivali’nin ardından, evet, sadece siz sinema seyircileriyle buluşmaya hazırlanıyor. İngiliz yazar Arnold Wesker’ın The Kitchen isimli tiyatro oyunundan uyarlanan filmin başrolünde Raul Briones, Rooney Mara ve Anna Diaz gibi isimler yer alıyor. Film, Amerikan Rüyası’nı yaşamak için Times Square’e gelen ve Times Square’in en kalabalık restoranında kaos, umut ve çaresizlikler üzerine, en az bizim yaşadığımız kadar gerçek bir hikayeyi anlatıyor. Bu film, bu cuma itibarıyla Başka Sinema kapsamında Mars Production tarafından vizyona giriyor. Bu arada başlamadan önce bir uyarı: Yazının birkaç yerinde spoiler bulunmaktadır, o yüzden okumadan önce filmi seyretmenizi tavsiye ederim.
Film, Manhattan’da çok ünlü ve şık bir restoran olan The Grill’de başlıyor. Burada herkesin farklı dillerde konuştuğu, ancak buna rağmen bir aile hissi veren bu mekânda, öğle yemeği telaşı yaşanırken büyük bir olay meydana geliyor. Mekânın kasasından para kaybolduğu anlaşılıyor ve restoranda çalışan bütün garsonlar ile aşçılar zan altında kalıyor. Üstelik bu kişiler arasında Meksikalı aşçı Pedro, olayın baş şüphelisi oluyor. Pedro (Raul Briones), Amerikalı garson Julia’ya (Rooney Mara) âşıktır ve Rashid (Oded Fehr) ise Pedro’ya “yasal olmak” adına evraklarıyla ilgili yardım sözü verir. Fakat gün geçtikçe bu lüks ve şık restoranın mutfağında sıra dışı ve kaotik olaylar yaşanmaya başlar. Bu mutfak, işe başladığı andan itibaren kaosa dönüşür ve Julia hakkında sarsıcı gerçeklerin ortaya çıkmasıyla gerilim artar.
Hikâye hakkında bir soru sormak istiyorum sizlere: Bu hikâyeyi beğendiniz mi? Ben çok beğendim. 2022’nin başından 2023’ün sonuna kadar bir kafede garsonluk yapmış biri olarak bu hikâyeye bayıldım. Filmdeki sistemin kaosu, saat gibi işleyen çarkları ve sistemin içinde esir olmuş insanların sırları, filmin en güçlü unsurlarından biri. Yani, hikâye anlatımındaki vitamini burada yatıyor. Arnold Wesker’ın bu tiyatro oyunu, aslında 1959 yılında ve Londra’da geçen bir hikâyeye sahip. Ancak bu filmde olaylar günümüzde ve Manhattan’da işleniyor. Bana kalırsa günümüzde geçmesi, yaşadığımız dünyanın sistemin kötülükleriyle hâlâ yüzleşiyor olduğunu gösteriyor. Yani, 1959 yılında göçmenler ne yaşıyorsa, günümüzde de aynısını yaşıyorlar. Güeros (2014), Museo (2018) ve A Cop Movie (2021) filmlerinde Alonso Ruizpalacios hep halk arasında “istenmeyen” kişileri resmediyor. Yani modern toplumun anarşistlerini inceliyor. Ruizpalacios bu filmde de “Beyaz Amerikalılar” tarafından sömürülen bir insanı ele alıyor. Ama bu kez Meksika’da değil, Amerika’nın başkenti New York gibi mega kapitalist bir şehirde, sistemin içinde yaşayan birini inceliyor ve bunu yaparken son derece gerçekçi ve sert bir dil kullanıyor. Hatta eleştirmekle de haksız sayılmaz. Dolayısıyla La Cocina filminin, kaotik bir sisteme sahip bir restoranın mutfağında çekilmesi ve yengeçlerin kıskaçları bağlı şekilde akvaryuma atıldığı sahnelerin olması kesinlikle rastlantı değil.
Tüm bu övgüler sadece filmin hikâyesiyle sınırlı değil; görsellik de takdir edilesi unsurlar arasında yer alıyor. Filmdeki bütün görselliğin, yaşanan kaotik manzaranın kesinlikle bir anlamı var. Aşçıların ve garsonların etrafında kesintisiz dolaşan kamera, dış mekânlarda genişleyen ama mutfakta daralan çerçevesiyle izleyiciye karakterlerin iç dünyalarını hissettirmeyi başarıyor. Filmin çekimlerinde siyah-beyaz baskın ki, bu kesinlikle yerinde bir seçim olmuş. Bununla birlikte nadir de olsa iki farklı renk kullanılmış: mavi ve yeşil. Bu renklerin böyle bir filmde kullanılması bana toplum hakkında birçok unsuru çağrıştırıyor. Ayrıca filmdeki restoran, dekorlar, yiyecekler ve müşteriler o kadar gerçekçi bir şekilde resmedilmiş ki izlerken filme adeta âşık oldum.
Filmin ses tasarımı ise ayrı bir güzellik taşıyor. Filmin başındaki kalabalık sesleri, restoranın mutfağında fişlerin makineden çıkışı, bıçak sesleri, bağırışlar ve garsonlarla aşçılar arasındaki büyük kavgalar oldukça sert bir şekilde yansıtılmış. Kendi adıma konuşmam gerekirse, bu sahnelere fazlasıyla kendimi kaptırdım.
Oyunculuklara gelirsek: Performanslar arasında şu isimler öne çıkıyor: Çalışkanlığı, mizahı ve ödün vermeyen karakteriyle Raul Briones; kendinden emin tavırları ve olgun duruşuyla Rooney Mara; ve sistemin çarkları ile “Amerikan Rüyası” hakkındaki gerçekleri yüzümüze tokat gibi vuran Motell Gyn Foster. Diğer oyunculukları da beğendim, ancak özellikle bu üçü bir adım öne çıkıyor.
Yavaşça toparlamak gerekirse, bana kalırsa bu film tek bir mekânda toplumun ve sistemin çarpıklıklarını, insanoğlunun sistemle olan çatışmalarını yüzümüze vura vura anlatmayı başarıyor. Her detayı, her oyunculuğu, her karesi tamamen gerçekçi. Açıkçası, bu filmin uyarlandığı tiyatro oyununu da merak ediyorum. Ülkemizde daha önce Diyarbakır Devlet Tiyatrosu ve İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından sahnelenmiş. Eğer İstanbul’da bir kez daha sahnelenirse izlemek isterim. Filme gelirsek, bu filmi kesinlikle izlemenizi hararetle tavsiye ediyorum. İzlediğinizde, sistemin ve düzenin çarkları konusunda düşüncelerinizin değişeceğine inanıyorum.
La Cocina: Asılı Kaldım Sistemin Çarklarında