Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri June & John: Sevgi Sınırlarımızı Aşabilir mi ?

June & John: Sevgi Sınırlarımızı Aşabilir mi ?

Yazar: Ömer Acıoğlu

June & John: Sevgi Sınırlarımızı Aşabilir mi?

Evet, biraz aşktan, sevgiden ve yaşama korkusundan bahsedelim. Aşk, şüphesiz ki hayatımızı değiştiren, yaşamanın asıl değerini ortaya çıkarandır. Aşk, bizi korkularımızla yüzleştirir. Aşk, içinde sıkıştığımız kabuktan çıkmamızı, sınırlarımızı aşmamızı sağlayandır.İşte karşınızda Fransız sinemasının en deli, en vizyoner yönetmenlerinden Luc Besson ve onun son filmi, daha doğrusu son alametifarikası June & John.

Luc Besson’un senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini yaptığı filmin başrollerinde Luke Stanton Eddy ile Matilda Price yer alıyor. Son derece sıkıcı bir hayat yaşayan John’un, karşısına June’un çıkmasıyla değişen hayatını konu alan ve tamamen ABD topraklarında çekilen bu Fransız filmi, yarın itibarıyla CJ ENM dağıtımıyla Mars Production tarafından ülkemizde vizyona giriyor. Gelin, izniniz olursa biraz hikâyeyi anlatayım.

John, günlük rutini olarak evden işe, işten eve giden; yatıştırıcı ilaçlar alan, iş yerinde robot gibi çalışan, yani son derece monoton, risksiz ve sıkıcı bir yaşantısı olan bir adamdır. Önce arabası çekici tarafından götürülüyor, ardından cüzdanı elinden uçup gidiyor. Aksilikler yüzünden günlük rutinini yerine getirememenin cezasını çekerken John, June isimli gizemli ama çekici ve kabına sığmayan bir kızla tanışıyor. Bu tanışma, John’un robot gibi görünen sıkıcı yaşantısını sona erdiriyor ve yaşamanın farkına varmasını sağlıyor.

Luc Besson’un önceki filmlerini izlediyseniz, onun filmlerinde mutlaka bir suç unsuru, bir kadın kahraman ya da bir uzay operası görürsünüz. Bu filmde de bir dram olarak başlayıp suç filmine dönüşüyor gibi görünüyor. Ama hayır, aslında bu film aşka dair bir mektup; çekilen acıların ve görülmeyen doğanın güzelliğine dair bir mesaj. Zaten aşk, hem yaşamı hem de karşısındaki karakteri değiştirebilecek kadar güçlü bir iksir değil midir zaten? Başta iki suçlu aşığı seyrettiğinizi ve Besson’un Bonnie & Clyde göndermesi yapacağını düşünebilirsiniz ama, hayır; bu öyle bir şey değil. Bu film, bildiğimiz suç filmlerinden değil; çünkü filmde herhangi bir öldürme eylemi yok. Bunun sebebini yazımı bitirirken açıklayacağım.

Hikâye, çeşitli metaforlarla anlatımını güçlendirirken, yazılmış diyaloglarla da şekilleniyor ve yaşamı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Hatta şu soruyu da sorduruyor: “Sevgimiz sınırları aşabilir mi?” Bu sorusuyla, güçlü metaforları ve sağlam diyaloglarıyla Luc Besson bizi Los Angeles’tan Las Vegas’a kadar uzanan sağlam bir anlatı çizgisine taşıyor. Diğer yandan, iki karakterin farklı ve zıt kutuplarını da başarıyla yansıtmış.

Filmin görselliği ise gerçekten hikâye ve yaşamın kendisi gibi: sımsıcak görüntüler, renkler ve mekânlar… Film bizi Los Angeles’tan Las Vegas’a sürüklerken, yazı anımsatan sıcak ve pastel renk tonları izleyiciyi adeta filmin içine çekiyor. Anlatımda bahsedilen metaforlar, görsellikte de kendini gösteriyor. Öyle ki filmi ilk başta bir yapay zekâ filmi gibi seyretmeye başladım. Ama sonrasında böyle bir film olmadığını hemen ikinci dakikasında anladım. Görselliği, sinematografisi ve kurgusuyla birlikte ortaya oldukça eğlenceli bir film çıkmış.

Müzikler ise hem hüzünlendiriyor hem de neşelendiriyor. 38ème Donne’ün elektronik müzikleri filme son derece modern, özgün ve hüzünlü bir dokunuş katıyor. Karakterlerin duygularını ve alt metinlerini abartıya kaçmadan filme ince dokunuşlarla yansıtıyor.

Bir de başrollerde, daha önce görmediğimiz iki oyuncu yer alıyor. Belki başka filmlerde oynamışlardır ama biz denk gelmedik diyelim. Matilda Price ve Luke Stanton Eddy, içlerindeki zıt kutupları gerçekten hakkıyla temsil etmişler. Matilda Price, deli dolu enerjisiyle doğayı ve yaşamı sevgiyle kucaklarken; Luke Stanton Eddy ise risksiz, monoton, bir robot gibi yaşarken aştığı zorluklarla hayata isyan etmeyi başarıyor. Oyuncu seçimi son derece başarılı; zıt kutuplara sahip olsa da karakterler arasında uyum yakalanmış.

Sonuç olarak bu film, izlediğimiz hiçbir suç filmine benzemiyor. Hiçbir öldürme sahnesi yok. Ufak bir soygun var ama o da küçük çaplı bir suç. Filmi seyrettiğinizde, geriye aşka, yaşama, sevgiye ve doğaya dair güçlü dersler kalıyor. Sinemanın en sıra dışı ve en “deli” yönetmeni Luc Besson, en azından benim gönlüme girmeyi başardı yeniden. Luc Besson’u seviyorsanız ve “Ben, Léon’un hatırına severim Besson’u.” diyorsanız, gidiniz efendim. Sever misiniz? E seversiniz tabii. Belki seyrederken ders de çıkarırsınız. Film yarın vizyona giriyor, isterseniz gidin ve görün derim ben. He ama filme güvenmeyip seyretmek istemezseniz, onu bilemem ben.

Puan: 3,5/5

June & John: Sevgi Sınırlarımızı Aşabilir mi ?

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...