Human Factors: Bir Aile Nasıl Dağılır? (İKSV Özel)
Human Factors (İnsan Faktörü); İKSV 40. İstanbul Film Festivali haziran ayı programın kapsamında seyirci ile buluşan filmler arasında yer alıyor. Almanya- İtalya – Danimarka ortak yapımı olan film dünya prömiyerini ocak ayında Sundance Film Festivali’nde gerçekleştirmiş. Özellikle mekân seçimler açısından çok başarılı bulduğum filmde çekimlerin çoğu Kuzey Almanya kasabalarında gerçekleştirilmiş. Uzun yıllar Berlin’de ses mühendisi olarak çalıştıktan sonra sinema eğitimi alan Ronny Trocker’ in 2. uzun metraj filmi olan Human Factors tema olarak aile kavramı üzerinden yapılan bir modernizm eleştirisi diyebilirim. Ronny Trocker filmdeki amacını şu şekilde cümleleştirmiş: “Toplumun bu yeni medya çağından nasıl etkilendiğini, bunun aile denen mikro-evrene etkisinin ne olduğunu yansıtmak istedim.” Filmde Dark dizisinden tanıdığımız oyuncu Mark Waschke’nin yanı sıra Wanja Valentin Kube, Sabine Timoteo, Jule Hermann aile üyelerinin canlandırıyor ve hikâye onların canlandırdığı dört karakter etrafında şekilleniyor.
Öncelikle kısaca filmin sinopsisinden bahsedeceğim. Orta sınıf diyebileceğimiz Avrupalı bir ailenin parçalanma, aile üyelerinin birbirlerinden uzaklaşma ve yalnızlaşma aşamalarının hepsini gördüğümüz filmde olayları tetikleyen yazlık evlerinde tatilde iken gerçekleşen gizemli bir hırsızlık vakası oluyor. Jan ve Nina’nın beraber sahip oldukları reklam ajansında Jan daha çok hesap yöneticisi olarak Nina ise kreatif işlere yoğunlaşıyor. İki çocukları ile iş temposunun yoğunluğundan kurtulmak için her hafta sonu kasabadaki Nina’nın ailesinden miras kalan yazlık evlerine gidip gelmeye başlayan aile başlarda oldukça mutluyken işler değişmeye başlıyor. Yazlıkta oldukları bir hafta sonu çocuklar ile evde yalnız olan Nina evde sesler duyması ile evdeki yabancının varlığını fark ediyor ve çığlık atması ile eve girenler kaçıp yok oluyor. Fakat inceleme için gelen polisler eve girildiğine dair herhangi bir iz bulamıyor. Hatta daha sonra aile böyle bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini sorgulamaya başlıyor. Bu olay sırasında Jan ise Nina’dan sır gibi sakladığı yeni bir anlaşma olan bir siyası partinin reklam kampanyasını ve pr çalışmalarını yürütmeleri ile ilgili görüşmeler yapıyor. Nina’nın şiddetle karşı olmasının altında yatan sebep siyasi bir partiyi temsil etmenin güvenilirliklerini azaltması ve popülist söylemlerde bulunmalarını gerekmesi. Anlaşmanın bir gazetede haber yapılması ile Nina ve Jan arasında çatırdamalar başlıyor ve Nina ajanstan ayrılma kararı alıyor. Jan ise aralarını düzletmek için yine yazlığa gitmeyi ve sakince düşünmeyi öneriyor. İkinci sefer de yine aynı olayı yaşıyorlar ve eve hırsız girdiğini düşünüyorlar. 8 yaşındaki oğulları Max’in olay sırasında babasının dışarıda saklandığını gördüğünü açıklaması ile Nina ayrılma kararı alıyor kesin olarak. Karşılıklı güvensizlik ve gerilim sonucu mutlu aile tablosu yok oluyor. Aslında düşününce çok basit sebepleri büyütüp ayrılmışlar gibi görünse de aklıma şu dizeler geldi hikâye ile ilgili: “Mutlu aileler birbirine benzerler her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.”. Bu açıdan değerlendirince çok mutlu olan bir ailenin ufak mutsuzluklar ile birbirlerine karşı mesafe koymalarını anlamlandırabiliyoruz. Filmde aile bireylerinin sürekli birbirlerinden sakladıkları sırları olduğunu düşünüp geriliyorsunuz, en ufak bir kahvaltı sahnesinde bile her an birisi diğerine bir şey itiraf edebilir gibi bir hava vardı. Genel olarak filmde işlenen aile ilişkisine dair söyleyeceğim şu: aileden daha çok bireyselleşmiş ve kendi dünyalarında yaşayan, modern aile yapısını ele almıştı. Dinamiklerin çok hızlı değişip evrimleştiği hikâye de görünüşte çok güçlü ve bağlı gözüken aile yapısının kırılganlığı ve zayıflığı ortaya çıkartmış.
Oyunculuklar açısından çok başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Karakterlerin zihinsel ve ruhsal dönüşümlerini başarılı şekilde izleyiciye geçirmeyi başarmışlar. Oyunculuklar çok başarılı olmasına rağmen hikâye akışının kopuk ve karışık olması karakterlerin anlaşılmasını zorlaştırmış. Anlamak için üzerine düşünmek gerekiyor bence; mesela “Bu karakter neden şimdi böyle yaptı gibi?” sorular ile anlaşılabiliyor. Örneğin: Jule Hermann tarafından canlandırılan Emma karakterinin çoğu davranışını anlamlandırmakta çok zorlandım çünkü hikayesi o kadar kopuk işleniyor ki parçaları birleştirmeniz gerekiyor. Bence bunun sebeplerinden birisi de Emma’nın karakter olarak çelişkiler ve zıtlıklar ile dolu olması. Kesinlikle bayıldığım bir detay olarak filmin sinematografik tarzı ve kullanılan açılar oldu. Sadece bunlar bile izlenebilir bence. Çoğu sahne tablo gibi düşünülmüş ve kullanılan elementler özenle seçilmiş ve konumlandırılmış. Özellikle Nina ve Jan’ in şehirdeki evlerinde çekilen sahnelerde kadraja girip çıkan pencerenin önünden geçen tren görüntüsü ve sesi ince ince hesaplanmış. Evde geçen her sahnede bir sefer bu treni görüyoruz; kahvaltı masasında, akşam yemeğinde, tartışma sırasında ve hangi kısımda girip çıkacağı da üzerine düşünülüp ayarlanmış. Çekim açılarında deneysel kadrajlarda denenmiş, mesela Max’in faresini kamera takip ederken soygun farenin gözünden anlatılmış zaman zaman çimenlerin arasından zaman zaman kapı eşiğinden çekilmiş. Atmosferik olarak genel bir ahenk mevcut olmasına rağmen hikâye anlatımındaki sorunlar ve kopukluklar nedeniyle arada kaldım bu filme karşı ne hissedeceğim konusunda. Eğer görsel açıdan tatmin olmak istiyorsanız kesinlikle izlemenizi öneririm ama aynı temanın işlendiği daha başarılı filmler bulabilirsiniz bence izlemek için.
Human Factors: Bir Aile Nasıl Dağılır? (İKSV Özel)
Kübra Aslan’ın Diğer Yazıları İçin Tıklayın.