Şubat: Bir Çobanın Üç Zamanı (İKSV Özel)
Cannes 2020 Festivali’nde karşımıza çıkan Bulgar yönetmen Kamen Kalev’in Şubat (orijinal ismiyle “Février”) filmi, 40. İstanbul Film Festivali haziran ayı seçkisinde yerini alıyor. Yönetmen Kalev, büyük babasından esinlenerek bir hikâye yazıyor ve kendi tarifiyle “sıradışı bir adamın sıradışı bir portresi” ile seyirciyle buluşuyor. Filmin sınırlı oyuncu kadrosu Hristo Dimitrov-Hindo, Lachezar Dimitrov, Kolyo Dobrev ve Ivan Nalbantov gibi isimlerden oluşuyor ve Petar adlı bir çobanın hayatının üç ayrı dönemine yer veriliyor.
Bulgar sineması esintilerini hissettiren filmde; Petar’ın 8, 18 ve 82 yaşlarını “Geçmiş”, “Askerlik” ve “Şubat” bölümleriyle seyrediyoruz. İnsanlardan uzak, doğayla ve hayvanlarla iç içe bir yaşamın rutinleri, sessizliği ve sakinliği etkileyici bir şekilde sunuluyor. Film çarpıcı sinematografisiyle ön plana çıkıyor ve bizi Bulgaristan kırsalıyla haşin dalgaları olan bir Karadeniz adasına konuk ediyor. Kırsal hayatın atmosferini başarıyla aktarıyor görüntü yönetmeni Ivan Chertov. Doğanın durağanlıktan uzak yapısının içinde insanı minicik detaylar şeklinde konumlandırıyor, kadrajdaki insanlar zaman zaman neredeyse fark edemeyeceğimiz kadar görünmez olabiliyorlar.
Minimum diyalog barındıran filmde karakteri, yaşayış tarzı ve düşünceli bakışları aracılığıyla anlamaya çalışıyoruz. Hayatının üç döneminin birbirini nasıl etkilediğine tanıklık ediyor ve karakter gelişimini izliyoruz. Gelin şimdi filmdeki dönemleri ayrı ayrı inceleyelim ve anlatılarını tartışalım.
İlk bölümde, Petar’ın 8 yaşında büyük babasıyla beraber yaylada geçirdiği yaz mevsimini seyrediyoruz. Dedesiyle beraber çobanlık yapan Petar, dedesi olmadan da hayvanlara sahip çıkabilen ve henüz küçük yaşında çobanlık yapabilen bir çocuktur. Dedesi genellikle onunla konuşmaz, suskun bir insandır. Küçük Petar yaylada sıkılır ve dedesiyle sorular sorarak iletişime geçmeye çalışsa da dedesi onu anlamayacak kadar derin düşünceler içindedir ve onu sürekli reddeder. Köyüne dönmek isteyen ve ailesini özleyen küçük Petar gündelik hayatını doğayla ve yarattığı gizemlerle renklendirmeye çalışır. Sürekli peynir yemeleri veya kaldıkları evin düzeni bir yandan bize hayatın içinden kesitler sunacak kadar gerçekçiyken diğer yandan yaşadıkları hayatın tekdüzeliğini temsil ediyor. Filmdeki üç bölümün bana göre en canlısı ve renklisi bu bölümdü; küçük bir çocuğun meraklı dünyasını, heyecanını ve masumiyetini izlemek oldukça keyifliydi, dedenin somurtkanlığına rağmen!
İkinci bölümde Petar’ın 18 yaşından devam ediyoruz. Kültürel bir düğün töreniyle başlayan bölüm, Petar’ın evlenip eşiyle girdiği ilk cinsel birliktelikle devam ediyor. Geleneklerin tüm açıklığıyla aktarıldığı bu sekanslarda en çok dikkatimi çeken kısım, ilk cinsel birliktelikleri anında akacak kanı belgelemek için kullanılan beyaz elbise oldu. Yalnızca doğu ülkelerinin kültüründe var olduğunu sandığım bu çağ dışı geleneğin bir Avrupa ülkesinin kültüründe de bulunduğunu görmek beni sarstı. Son derece soğuk ve donuk Petar, yeni evlenen bir genç için fazla heyecansız ve duygusuz görünüyor. Eşinin Petar’ı askere uğurladığı sahnede bu duygusuzluğundan ödün vermiyor ve genç kız hayal kırıklığıyla dolu ifadesiyle veda ediyor ona. Oldukça başarılı bir asker olan Petar, sessizliğini askerde de bozmuyor ve derin düşünceler içinde sürüp gidiyor erliği. Deniz kuvvetlerine terfi edip bir adaya gidiyor ve yeniden doğaya karışıyor. Martılarla aralarında bir bağ varmış gibi derin bakışlarla ve düşüncelerle seyrediyor. Hatta öyle ki, sürekli sessizliği ve martıları izlerkenki garipliği komutanının dikkatini çekiyor ama çözemiyor ondaki gizemi…
Üçüncü ve son bölümde 82 yaşındadır ve çetin bir kış mevsiminin ortasında dağ başında çobanlık yaparken karşılar bizi Petar. Hasta kız kardeşinin ısrarlarına rağmen yaşadığı hayattan vazgeçmeyen yaşlı çoban, kardeşinin yanında diğer yaşlılar gibi bir yaşam sürdürmek yerine tüm sessizliğiyle beraber kendini doğanın kollarına bırakmıştır. Petar’ın çocukluğunu hatırlıyor ve yaşlanınca nasıl da büyük babasına benzediğini fark ediyorum. Ve işte bu son bölümde, bir yandan Petar’ın rutin hayatını izlerken diğer yandan filmin anlatısını açıklayan bir konuşma duyuyoruz kimliği belirsiz bir sesten. Çok anlamlı buldum ve anımsamak adına tekrar okumak isteyenlere bir kısmını bırakıyorum;
“Bu adamların genelde sitem etmeden çalıştığını, eşlerini ve çocuklarını koruduklarını görünce gizliden gizliye bir utanç duyabiliriz. Bu konuda yanılgıya düşmediğim bariz. Bahsettiğim hayatlarda pek sevgi olmaz. Geriye kalan da pek bir şey olmaz aslında. En azından hiçbir şeyden kaçmamışlardır da. Hiç anlayamadığım bazı sözcükler var. Bunlardan biri “günah”. Yine de bu adamların hayata dair hiç günah işlemediklerine inanıyorum. Hayata dair günah diye bir şey varsa o da hayata dair umutsuz olmaktan ziyade bu hayatın uçsuz bucaksız görkemini yok sayıp başka bir hayatı düşlemektir belki de. Bu adamlar kimseyi anlatmamıştır. Yazın tanrıları gibiydiler 20’lerinde hayata tutkularıyla. Hâlâ da öyleler. Umutları kalmamış yalnız artık.”
Anlatmak istediğini dikkat çekici bir yöntemle sunuyor film, bir karakterin üç ayrı zamanını izleyip bir bütün ve anlam oluşturmaya çabalamak keyif veriyor. Ele aldığı karakterin iç dünyasıyla ve duygularıyla iletişim kurmaya çalışırken benim için edebi yönü kuvvetli bir sinema yapıtı oluyor. Gerçekliğin bağrından kopup gelmiş kuvvetli sinematografisine rağmen anlatım ritmindeki durağanlık zaman zaman dikkatimin dağılmasına neden oldu, belirtmeden geçmemeliyim. Filme puanım 6/10. İyi seyirler dilerim.
Şubat: Bir Çobanın Üç Zamanı (İKSV Özel)
Zeynep Polat’ın Diğer Yazıları İçin Tıklayın.