Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Emilia Pérez: Ruhun Beden Üzerindeki Dansı

Emilia Pérez: Ruhun Beden Üzerindeki Dansı

Yazar: Erkan Akmaz

Emilia Pérez: Ruhun Beden Üzerindeki Dansı

Emilia Pérez; başrollerini Zoe Saldaña, Karla Sofía Gascón, Selena Gomez, Adriana Paz gibi isimlerin paylaştığı, “A Prophet” ve “Dheepan” filmleriyle de tanıdığımız Jacques Audiard’ın müzikal, suç ve komedi türlerini bir araya getiren son filmi olarak Filmekimi kapsamında Türkiye’deki izleyicisiyle buluştu. 77. Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yapan film, Jacques Audiard’a Jüri Ödülü ve dört kadın oyuncusuna En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandırmayı başardı. Filmin yakaladığı bu başarının yanı sıra ödül sezonuna da etki edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Bir libretto ve romandan uyarlanarak çekilen film, mesleğinde ve özel hayatında çalkantılı ve bunalımlı bir süreç geçiren Rita Mora Castro adında bir avukatın, bir anda hayatını değiştirecek bir teklif almasıyla başlıyor. Film başlangıçta Rita’nın avukatlık hayatına ve mesleğinde gerekli takdiri ve tatmini alamamasına odaklanıyor. Bu dakikalarda Rita’nın her ne kadar mesleğinde başarılı olduğunu görsek de bu durumdan mutlu olmadığını da gözlemliyoruz. Çünkü Rita, ülkesindeki toplumsal çöküntünün iş hayatına yansımalarıyla karşılaşıyor. Sahip olduğu iş ahlakına ve toplumsal değer yargılarına uymayan kişilerle, şiddet faillerinin vekilliğini yapıyor olması ve ne yazık ki bunu maddi kaygılardan dolayı yapması, işinde başarılı ve bilgili bir kişi olsa da bu başarıyı kendisi değil, bağlı olduğu kişiler sahipleniyor. Bu durum, onu sıkışmış ve kapana kısılmış hissettiriyor. Bu açılıştan sonra, tam da hem sosyal hem de ekonomik açıdan buhranlı bir dönem içerisindeyken hayatına birdenbire bir kartel liderinin ona son derece ilginç bir teklifle girmesiyle hikaye şekillenmeye başlıyor. Juan Del Monte, ya da kısaca Manitas adındaki kartel lideri, Rita’ya bir şekilde ulaşıyor ve ona bir estetik cerrah bulması ve kendisini bir trans bireye dönüştürmesi karşılığında zengin edeceğini teklif ediyor. Hikaye, bu teklifle bağlantılı şekilde ilerlemeye devam ediyor. Buraya kadar gördüklerimiz açısından, filmin yansıtmaya çalıştığı atmosferi ve irdelediği kavramları yalın ama başarılı aktardığını söylemek mümkün. Film, Rita’ya karakter derinliği kazandırmaya çalışırken onunla empati kurmamızı sağlıyor; aynı zamanda toplumsal adaletsizlik ve kadın-erkek eşitsizliği kavramlarına da değiniyor. Bunları yaparken konuyu sulandırmaktan ve gereksiz yere uzatmaktan kaçınıyor. Rita bu çıkmazı yaşarken, biz de bu çıkmazı izlerken, bir anda yumuşak bir geçişle belki de hikayenin esas noktasında bulunan ve diğer karakterleri birbirine bağlayan bir köprü görevini gören Manitas karakterini tanımaya başlıyoruz. Filmde belki de en hoşuma giden noktalardan biri de karakterlerin hikayeleri arasındaki geçişlerin adeta kadife yumuşaklığında olması, ancak bu geçişlerin hikaye anlatımında yersiz bölünmelere yol açmaması ve eğreti durmaması.

Filmin ilk yarısında yaşanan olaylarla hikaye daha hızlı ilerlerken, Manitas’ın, Rita’nın çabalarıyla cinsiyet uyum ameliyatı olarak trans bir bireye dönüşümünü görüyoruz. Bu anlarda, Manitas’ın Rita’yı ve Rita’nın da ameliyatı gerçekleştirecek cerrahı ikna sürecindeki sahnelerin, müzikal etkisiyle beraber başarılı kurgulandığını ve Manitas’ın hayatı boyunca kendini ait hissetmediği bir bedende yaşadığını ve artık daha fazla böyle yaşamak istemediğini izleyiciye aktarış şeklini olumlu karşıladığımı söyleyebilirim. Bu sahnelerde yazılmış diyalogların, müzikal şeklinde ortaya konuluşunun etkileyici bir biçimde yansıtıldığından bahsedebiliriz. Belki de yalnızca Manitas’ın bu isteğinin ve doğuştan sahip olduğu bedene gerçekten aidiyet hissetmediğinin biraz daha duygusal yoğunlukla sahnelenebileceğini düşünüyorum. Bu yoğunluğun şiddetinin bir ölçüde yetersiz kaldığını söyleyebilirim. Filmdeki esas aksiyon, çatışmalar ve irdelemeler artık bu değişimden sonra başlıyor. Manitas, ameliyattan sonra Emilia Pérez kimliğiyle yaşamaya başlıyor ve Rita’nın da hayatından çıkıyor. Bu süreçte Rita, bu yardımı sonucunda ekonomik açıdan varlıklı bir hayata kavuşuyor. Manitas (yeni ismiyle Emilia) ise, bu kimlik değişimi sebebiyle kendisine ölmüş süsü vererek eşi ve çocuklarından uzakta birkaç yıl geçiriyor. Eşi Jessi’ye ve çocuklarına da bu süreçte ona hizmet edenler vasıtasıyla İsviçre’de bir hayat kuruyor.

Hikaye bu şekilde ilerledikten sonra, Rita ve Emilia’nın yolları birkaç yıl aradan sonra tekrar kesişiyor. Emilia, Rita’ya ailesinden uzakta yaşamaya artık daha fazla dayanamadığını ve onlarla tekrar bir arada olmak istediğini söylüyor. Devamında Jessi ve çocukları tekrar Meksika’ya dönüyor ve Emilia ile artık bambaşka bir ilişki düzeyinde yaşamaya başlıyorlar. Emilia ise bu yeni hayatında eşi ve çocuklarına karşı bir yalanın içinde kendini buluyor. Bu bölümde artık daha çok karakterler arasındaki bağların ve bu bağların işlenişine tanık oluyoruz. Herkes için yeni bir hayatın başlangıcı şeklinde ilerleyen hikayede, ilk bölümdeki temponun nispeten düştüğünü söylemek mümkün. Bu anlatım temposundaki dalgalanma, belki anlık bile olsa, ilgi kopukluğu yaratıyor. Ancak hikayeyi bir noktadan diğer noktaya taşıma noktasında başarılı olduğu da bir gerçek.

Emilia’nın geçmişteki ve şimdiki hayatındaki devasa farklılıklar ve bu çatışmayla beraber yaşadığı olumsuz sonuçlara tanık oluyoruz. Bu, Jessi’nin bekar bir insan olarak hayatına yeni birilerini almak istemesiyle ve bu durumun doğurduğu çatışmalarla izleyiciye aktarılıyor. Bir bakıma Emilia, hiçbir zaman ait olmadığı ve ait hissetmediği bir bedende yaşamak durumunda kaldıklarıyla, şimdi yaşamak zorunda olduğu durumların adaletsizliği içinde bir mücadele veriyor. Böylece, bir trans bireyin sosyal hayatta yaşadığı ve yaşayabileceği dezavantajları ve mağduriyetleri gösterme açısından etkili bir anlatım sunuluyor. Burada artık Emilia karakterinin iç yapısına daha da çok hakim oluyoruz ve Karla Sofía Gascón’un performansından ötürü takdir etmekten başka bir şey yapamıyoruz. Hem kartel lideri Manitas’ı hem de Emilia olarak bambaşka bir karakteri canlandırırken sergilediği performans oldukça etkileyici.

Devam eden süreçte, Emilia ve Jessi arasındaki ilişkiyle irdelenen aile ve ihanet kavramlarına boyut kazandırılmaya çalışılıyor. Burada gerçekten bir ihanetin olup olmadığının takdiri biraz da izleyiciye bırakılmak isteniyor. Bu esnada Rita ve Emilia arasındaki dinamik biraz gözden düşmeye başlıyor. Ancak Rita, Emilia ile aralarındaki ilişkiye hikayenin başında yalnızca bir menfaat ilişkisi olarak bakmış olsa da bundan sonra aralarında bir vefa ve güçlü bir sevgi bağının yeşerdiğini görebiliyoruz. Bu bağın oluşmasında Emilia’nın artık bambaşka bir kişiye dönüşmesi ve kriminal yaşantıdan uzaklaşmasının etkisi büyük. Ancak geçmişte yaptıkları ve zarar verdiği insanlarla ilgili durumlar karşısına çıkıyor. Emilia, artık bu kimlikle bunları temizleyip insanlara yardım edebileceğini düşünerek yeni bir yolculuğa çıkıyor ve bu yolculukta yanı başındaki en büyük ismin Rita olduğunu görüyoruz. Suçların önüne geçebilmek ve masum insanları suçluların elinden kurtarabilmek düşüncesiyle bir yapı kuruyor ve mücadeleye girişiyor.

Bu noktada, filme getirebileceğim en büyük eleştiri ortaya çıkıyor. Çünkü geçmişte Manitas iken yaptıkları ve sonrasında Emilia’ya dönüştüğünde yapmaya çalıştıkları arasındaki farkın çok iyi işlenemediğini düşünüyorum. Bu değişimin merkezinde basit bir pişmanlık mı var, yeni bir kimliğe dönüştüğü için temiz bir başlangıç yapmak mı istiyor, yoksa sahip olduğu bedenin onun duyguları ve düşünceleri üzerinde büyük bir tesiri mi var? Bunu açıklama ve aktarma noktasında son derece altı boş bir durum yaratıldığını söylemeliyim. Ya da bu bilinçli şekilde izleyicinin takdirine mi bırakılmak istendi, tam olarak bilemiyorum. Ancak bundan pek tatmin olmadığımı belirtmeliyim. Öte yandan, filmin başında da pek çok yerde karşımıza çıkan ve esas vermek istediği düşüncenin ilgi çekici olduğunu söyleyebilirim. Dış görünüşün, fiziksel yapının ve beden algısının insan üzerindeki psikososyal etkilerinin, yalnızca insanı değiştirmekle kalmayıp o toplumu oluşturan kitleleri de harekete geçirip dönüştürüp başka bir forma sokma noktasında güçlü bir yönü olduğunu vurguluyor. Bu düşüncenin film üzerinde düşündürücü bir etkisi olduğu kesin.

Hikaye akışına döndüğümüzde, Emilia’nın bu yeni bedeninde ve yeni hayatında Epifanía adında bir kadının hayatına girişine ve aralarında duygusal bir ilişkinin meydana gelişine şahit oluyoruz. Bu durumun, Emilia’nın Jessi ile olan ilişkisine ve çatışmasına önemli bir katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Hikayenin sonunda ise artık bu ikili ilişkilerin ve bunların doğurduğu sonuçların meydana gelişini gözlemliyoruz. Hikayenin bitişi, hikayenin kendisi ve işlenişi kadar yaratıcı ve etkileyici değil. Çünkü çok daha farklı ve özgün bir sonun bu filme son derece yakışacağını düşünüyorum. Ancak film genelinde, sondan ziyade işlenişe ve duygu aktarımına daha fazla odaklandığım kesin.

Filmdeki komedi unsuru ve müzikal sahneler de dikkat çekici. Komedi unsurunun izleyiciye geçtiğini ve dozunda kullanıldığını söylemek yanlış olmaz. Film, müzikal bir yapıya da sahip ve müzikler ile koreografiler estetik açıdan doyurucu. Müzikal sahnelerin filmin kırılma noktası sayılabilecek sahnelerini oluşturduğunu ve hikayeyi ilerletici bir fonksiyona sahip olduğunu söyleyebilirim. Günümüzdeki çoğu müzikal filmde bu yönün zayıf olduğunu düşünüyorum ve Emilia Pérez bu açıdan başarılı bir örnek.

Oyuncu performansları açısından da bir değerlendirme yapmak gerekirse, filmin en büyük artılarından biri olduğunu söyleyebiliriz. Zoe Saldaña’nın canlandırdığı Rita ve Karla Sofía Gascón’un canlandırdığı Manitas/Emilia kusursuza yakın performanslar sergiliyor. Selena Gomez’in canlandırdığı Jessi ve Adriana Paz’ın canlandırdığı Epifanía da aynı şekilde başarılılar. Bu dört oyuncuya haklarını teslim etmek gerekiyor. Filmin akılda kalıcılığına büyük katkı sağladıkları bir gerçek.

Birden fazla temayı dengeli bir füzyonla aktarmayı amaçlayan Emilia Pérez, bu temalar arasındaki uyumu ve geçişleri başarıyla sağlıyor. Pek çok tartışma konusunu bünyesinde barındırırken, kimi yerde kesin ve net yanıtlar vermekten kaçınıyor, izleyiciye yorumlama alanı bırakıyor. Kaynağını ilgi çekici bir hikayeden alan yapımın kimi noktalarda bağlantıları kurma ve açıklama konusunda problemleri olduğunu düşünsem de yaratıcı bir hikayeyi işleme ve duygusal yoğunluğu aktarabilme noktasında son derece başarılı. Filmin esas vermek istediği düşüncenin oldukça düşündürücü ve etkileyici olduğunu vurgulamakta yarar var. Ödül sezonunda adını sıkça duyacağımız bu yapımın izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Emilia Pérez: Ruhun Beden Üzerindeki Dansı

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...