Conclave: Değişime Direnilemez
Conclave; kendisini en son All Quiet on the Western Front’tan hatırladığımız yönetmen Edward Berger’in yönetmen koltuğunda oturduğu ve aynı adlı romandan uyarlanan bir politik gerilim filmi olarak izleyici karşısına çıktı. Filmin başrolünde Ralph Fiennes varken yardımcı oyuncu kadrosunda ise Stanley Tucci, Isabella Rossellini ve John Lithgow bulunuyor. Ödül sezonunda adından sıkça söz ettiren Conclave, BAFTA’da En İyi Film ve En İyi Senaryo ödüllerini kazanmayı başardı. Bunun dışında ise, 97. Akademi Ödülleri’nde En İyi Film ve En İyi Erkek Oyuncu dahil 8 dalda adaylığa sahip bulunuyor.
Hikaye, mevcut papanın ölümü üzerine Kardinal Lawrence’ın yeni papanın seçimi sürecinde baş görevli olmasıyla birlikte bu süreçteki çeşitli sırları, skandalları ve politik çekişmeleri merkezine alıyor. Ralph Fiennes tarafından hayat verilen Kardinal Lawrence karakterinin oldukça kaotik ve zorlu bir süreci sevk ve idare etmesinin gerektiği hikayede karakterin hem kimi şüphelerini yenmeye çalıştığını hem de kendi içinde yaşadığı iç mücadelelerini gözlemliyoruz. Günümüzde de pek çok skandal ve gizlerle adı anılan Kilise’nin içinde yaşanan entrikalar ve komplolar ağının içinde oldukça kritik bir görevi yürütmenin sarsıcılığını Kardinal Lawrence’ın yaşadıkları ve tanık oldukları üzerinden aktarmaya çalışıyor Conclave bize. Esasında oldukça güncel ve medyada da son derece ön plana çıkarılan Kilise ve onun içinde yaşananları ilgi çekici bir senaryoyla yansıtmayı planlıyor yapım. Nasıl işleneceği merak uyandıran bir konuya sahip olmakla beraber pek çok mesajı da iletmeyi görev ediniyor. Özgürlük, eşitlik, inanç, ayrımcılık, hoşgörü, ihtiras, güç, ego gibi kavramları kendi süzgecinden geçirerek gerçekçi bir senaryonun içinde sunmayı tercih ediyor. Bunların dışında kadınların Kilise’de etkin olması düşüncesine ve evlilik kurumunun esnekleştirilmesi gibi meselelere de değinmeden geçmiyor. Vatikan ve Katolik dünyasının içinde bulunduğu güncel tartışmaları barındıran film, Kilise’nin modernleşmesinin gerekip gerekmediği, gelenekselciliğin ve köklere bağlılığın mı yoksa kendini reforme edip daha kapsayıcı mı olmasının tartışıldığı bir zemine sahip. Ayrıca bunların masaya yatırıldığı bir ortamda insanların değişime direnme refleksinin bulunduğunu ifade ediyor.
Papanın ölümü üzerine bahsedildiği gibi kendisine yeni papanın seçim sürecini idare etme görevi yüklenen Kardinal Lawrence, çeşitli skandalların gölgesinde hem bir yönetici hem de bir şekilde dedektif rolünü üstlenmek durumunda kalıyor. Hikayede önemli ikilemlerden biri de Kardinal Lawrence’ın yönetici mi yoksa yönetilen mi olduğu üzerine. Bu sıfatların Kardinal Lawrence üzerinde oynadığı psikolojik oyunlar karakterin film boyunca tüm davranışlarına ve gelişimine de perde açıyor. Kardinal Lawrence oldukça isteksiz şekilde aldığı görevinde, önceki papanın ölümünde birçok şüphe bulunduğunu sezinliyor ve bunun üstüne gitmeyi tercih ediyor. Bunun yanında da kardinaller arasında kıyasıya ve son derece derin bir mücadelenin içinde seçimi yürütmeye çalışıyor. Kilise’nin daha özgürlükçü, eşitlikçi ve liberal yapıya bürünmesi düşüncesine sahip ve bu doğrultuda kazanmasını istediği bir aday var ancak ince ruhlu, adil bir kişilik profili çizerek nötr kalmayı da tercih ediyor. Bu durumlar yaşanırken her yeni adımda ve durumda Kilise’yi derin uçurumlara sürükleyebilecek nitelikte skandalların haberini alıyor ve giderek görevinin verdiği ağırlığın altında eziliyor. Hikayede seçime dahil olan aşırı muhafazakar ve göçmen karşıtı bir kardinal, komplolar kuran bir kardinal, Afrikalı bir kardinal ve Kardinal Lawrence’ın da desteğini verdiği liberal bir kardinal var ve bunların arasındaki yarış pek çok meseleyi gün yüzüne çıkarırken Kardinal Lawrence’ın da ruhsal mücadelesini tetikliyor. Bir de kardinallerin arasına sonradan dahil olan Kardinal Benitez var ve bu karakter hem hikayenin gidişatında hem de sonunda oldukça kritik bir önem taşıyor ve birçok şeyi de film bu karakter üzerinden simgelemeyi tercih ediyor. Bu noktada film Kardinal Lawrence’ı oldukça etkileyici ve derinlikli resmederken yan karakterleri ise bir o kadar sığ ve basmakalıp resmediyor ve bu eğretilik hissediliyor.
Kardinal Lawrence, olabildiğince ince ruhlu görünen, empati yeteneği kuvvetli, hoşgörülü ve hüzünlü ifadelerle etrafta dolaşan bir karakter olarak son derece etkileyici çizilmiş bir karakter olarak göze çarpıyor. Burada Ralph Fiennes’ın, karakteri orijinal noktaya taşımaktaki başarısını görmezden gelemeyiz. İfadeleri oldukça ince ve bir o kadar da yoğun şekilde aktarmayı başarıyor bize. Bir tarafta böylesine dolu dolu bir karakter yaratılmışken diğer tarafta yan karakterlerin olduğundan biraz daha az sönük kalıyor oluşu filmdeki eksik noktalar olarak gösterilebilir. Kardinal Lawrence’ın, filmin başında kesinlikten haz etmeyen, şüpheye önem veren bir portresi çizildikten sonra sona doğru kesinliğe daha çok meyillenen bir noktaya evrilmesi de yine karakter açısından atlanmaması gereken kısımlardan biri. Hikaye anlatımı içerisinde Katolik kilise yaşantısı ile modern dünyanın kesiştiği olguları da ince ince hissettirerek ilginç bir sentezle sunulması filmdeki güzel detaylardan biri. Bu sentezi aslında uyumsuzluk görüntüsüyle bize veriyor film ve bu uyumsuzlukla da aslında kilisenin modern dünyaya da düşünsel açıdan ne kadar uyumsuz kaldığını anlatmak istiyor. Kimi sembolik anlatımlara rastlıyoruz filmde yer yer. Filmin başında ölen papanın elinden alınan yüzüğün zor çıkması değişimin zorluğunu ve sancılı oluşunu simgelerken patlayan bomba ise, Kilise’nin dolup taşan meselelerini ve sırların da oldukça derinlerde gizlendiğini ifade ediyor. Hikayeyi renklendiren ve canlandıran dinamik diyaloglarla birlikte izleyici anlatıma daha çok odaklanıyor.
Yapımda hikaye anlatımına değer katan en önemli faktör ise şüphesiz filmin kusursuz sinematografisi. Mekanların çarpıcı görselleri, mükemmel mimari yapılar, filmde oldukça kullanılan kırmızının ve beyazın uyumlu birleşimi görsel olarak son derece estetik aktarılmış durumda. Bunların hikayeyi daha ciddi ve inanılır kıldığını söylemek mümkün. Kostüm dizaynı açısından da yine görselliğe önemli katkı verildiğini görmekteyiz. Filmin gerilim yönünü besleyen ana faktörlerden biri de filmin başarılı müzikleri. Müziklerin film boyunca yarattığı atmosfer, hikayenin karanlık meselelerinin ve yönlerinin aktarılışıyla birlikte önemli bir bileşke ortaya çıkarıyor, neredeyse tansiyonu bir dakika olsun düşürmüyor. Esasında hızlı ilerleyen bir anlatım yok ama müzikler temponun artmasını tetikliyor. Filmin belki de en çok dikkat çekecek noktalarından biri olan kapanış diyaloğu ise hikaye bağlamında şaşırtıcı görünüyor ancak baştan sona iyi inşa edilen hikayeye son derece gereksiz ve uyumsuz düşüyor, hikayenin ciddiyetini azaltıyor. Dolayısıyla filmin son bölümü kanımca en büyük eksi olarak nitelendirilebilir, bir bakıma hayal kırıklığı olarak da ifade edilebilir.
Neticeye baktığımızda, Conclave tüm detaylarıyla beraber heyecan verici, merak uyandırıcı ve ciddi bir dille filmin sonuna kadar işleniyor ve bu anlatıma oldukça renk katan teknik özelliklere ve iyi oyunculuklara sahip bir film. Ancak bahsettiğim gibi filmin sonu, filmin yarattığı ve aktardığı her şeye olumsuz bir etkide bulunuyor ve ağızda biraz kötü bir tat bırakıyor.
Conclave: Değişime Direnilemez