Bridget Jones Mad About The Boy: Modern Zaman Günlüğü
Bridget Jones serisinin dördüncü ve devam filmi olan Bridger Jones: Mad About The Boy 14 Şubat’ta vizyona girdi. Serinin ilk üç filmi müzmin bekar ve kendine has karakteriyle Bridget Jones’un bekarlık hayatına odaklanıyordu. Üçüncü film olan Bridget Jones’un Bebeği, esas erkek Mark Darcy ile Bridget’ın mutlu sonuyla bitmişken bu devam filmi Mark Darcy’nin ani ölümünden dört yıl sonrasına odaklanıyor.
Film artık dul olan Bridget’in iki çocukla ve olgun yaşında hayata dönmekte zorlanmasını konu alıyor. Hem eşini kaybetmiş, hem de iki çocukla baş etmekte zorlanan Bridget’ın hayatında artık ne cinsellik ne de kariyer vardır. Değişmeyen şey bir diğer büyük aşkı sayabileceğimiz Daniel’ın hayatındaki varlığı ve yakın dostlarıdır. Her ne kadar bir İngiliz romantik komedisi olsa da Bridget Jones’un yaşamı aynı Manhattan hikayeleri gibidir. Bekar (artık dul) bir kadın, yakın arkadaş grubu ve her zaman aynı yerde buluşup bir şeyler içmek ve randevuya çıkmak.
Bridget yıllar sonra randevu hayatına geri döndüğünde modern çağın aşklarına uyum sağlamak zorundadır. Filmin ilk perdesinde 29 yaşında olan Roxster ile tekrar hayata geri döner. Ana hikayenin tetikleyici olayı olan bu ilişki geçtiğimiz yıl izlediğimiz birçok filmin konusunu bizlere anımsatıyor. Son iki senedir olgun kadınlar ile genç erkeklerin ilişkilerinin temel alındığı birçok film yapıldı. Mad About The Boy’da da yine aynı şekilde bir ilişki kurulmuş fakat benzerlerinden ayıran temel fark Jones’un bu karaktere olan ilgisinin bir saplantıya da büyük aşka dönüşmeden kendi olgunluğunun farkında olarak kendi yoluna devam etmesi. Çünkü Bridget artık bekar bir kadın değil, o hayata dönmek isteyen bir anne ve olgun bir kadın. Zaten modern çağda randevu uygulamalarıyla birlikte “ghosting” gibi ilişki terimlerini de öğrenmek durumunda kalıyor ve zamana yenik düşmekten geri kalamıyor.
Elbette 20 seneden fazladır tanıdığımız Bridget Jones için olan bitene ayak uydurmak hiç de zor değil. Hem çevresinin desteği hem de kendisine has hareketlerinden vazgeçmeyerek “dul kadın” etiketinden ayrılmayı başarıyor ve flört dünyasına geri dönüyor.
Sevilmeyecek bazı noktalar var…Mark Darcy karakterinin ölmüş olması filmin sevenleri için üzücü bir durum fakat bu serinin kitap uyarlaması olduğunu da göz önünde bulundurunca kitaba sadık kalındığını hatırlamak gerekiyor. Kendisini çok az da olsa Bridget’ın hayali olarak görüyoruz. Daniel’ın yani Hugh Grant’in canlandırdığı karakterin ise varlığı sırf Mark Darcy’nin yokluğunu doldurmak için kullanılmış gibi. Ayrıca Bridget Jones’un günlüklerinin artık kitaplıkta geçmişe dair izler olarak kalması da dikkat çekici bir nokta. Bridget, Mark’ın ölümünden sonra günlük yazmayı onunla bir iletişim kurma hali gibi tutuyor hayatında.
Filmin senaryosuna genel olarak baktığımızda oldukça “klişe” denilebilecek bir romantik komedi gibi dursa da aslında beklentileri karşılayan bir yapı kurulmuş diyebiliriz. Çok farklı ya da tahmin edilmeyen bir durum ya da olayla karşılaşmıyoruz. Hatta kimileri bu devam filmi için “gerek var mıydı?” sorusunu da sorabilir fakat bu kadar tanıdık bir simanın özlenmiş olduğu da bir gerçek. Tam anlamıyla bir iyi hisset filmi olan Mad About The Boy, olgun kadınlara, dul kadınlara, bekar kadınlara, anne olan kadınlara hayata tekrar dönebilmek için hiç de geç olmadığının umudunu vaadediyor. Bridget Jones serisini sevenlerin iyi vakit geçirmek için izlemesini öneririm. İzlerken yer yer gülümseyecek, hayatta kayıplara dair düşünürken bazen de hüzünleneceksiniz.
Bridget Jones Mad About The Boy: Modern Zaman Günlüğü