Beetlejuice Beetlejuice: Bir Efsanenin Dönüşü
Gotik komedi türünün ilk örneklerinden olan efsane film Beetlejuice, 36 yıllık uzun bir aradan sonra nihayet devam filmi Beetlejuice Beetlejuice ile beyaz perdelere geri dönüyor. TME Films’in daveti ile Türkiye Galası’na katılma şansı yakaladığım film 6 Eylül’de tüm sinemalarda yayınlanmaya başlayacak.
Winona Ryder’ın “Lydia Deetz”, Catherine O’Hara’nın “Delia Deetz” ve Michael Keaton’ın da efsanevi karakter “Beetlejuice” olarak geri döndüğü filmde kadroya birçok yeni isim eklenmiş. Tim Burton’ın bir önceki projesinde ‘Wednesday’i oynayan Jenna Ortega, ‘Lydia’nın asi ve ergen kızı olarak ekibe katılırken Justin Theroux’yu ise “Lydia”nın tuhaf nişanlısı “Rory” olarak görüyoruz. Monica Belluci ve William Dafoe’nun ise konuk oyuncu olarak yer aldığı film şimdiden güçlü kadrosu ile göz dolduruyor.
Şimdi gelelim filmin kendisine. Öncelikle devam filmleri genellikle ilk filmin başarısını yakalayamaz ve izleyicilerde büyük bir hayal kırıklığı yaratır. Tam olarak bu sebepten dolayı ben hiçbir zaman devam filmi fikrini sevmemişimdir. Özellikle de bir devam filmi 36 yıl aradan sonra yapılıyorsa… Nitekim bu film de beklentimin çok altında kaldı diyebilirim.
Bence böyle bir durumun yaşanmasında en büyük sebeplerden biri iki film arasında geçen 36 yıllık zaman. Bu 36 yıl içerisinde dünyanın değişmesi ile birlikte seyircilerin beklentileri de paralel olarak değişti. İlk filmin yayınlandığı zamanda türünün ilk örneği olan bu film birçok insan için farklı konusu, işlenişi ve görsel efektleri ile oldukça heyecan uyandırıcıydı. Ancak 36 yıl sonra aynı formül başarılı bir film yapmak için yeterli olmamış maalesef.
Dikkat bu kısımdan sonrası spoiler içermektedir!
Filmin konusuna gelirsek film orijinal filmden 36 yıl sonrasında geçiyor. Ana karakterimiz Lydia artık bir yetişkindir ve Astrid adında bir kızı vardır.
Filmin ilk yarısında Lydia’nın babası Charles’ın ölüm haberini alıyoruz. Ancak Charles’ın ölümü üzücüde olsa da tam Tim Burton’dan bekleneceği üzere oldukça absürt bir şekilde gerçekleşiyor. Charles’ın kuş gözlemi yapmak için gittiği geziden dönerken uçağının denize düşmesi sonucunda köpekbalıkları tarafından yendiğini öğreniyoruz.
İlk başta neden bir önceki filmde Charles’ı canlandıran Jofferey Jones’un en azından kısa bir sahne için bile olsa da dönmediğine anlam verememiştim. Ancak daha sonra kendisine yöneltilen bir takım yüz kızartıcı suçlamaları duyunca bunun sebebini anlamış oldum. Açıkçası karakteri canlandıran aktör olmadan bu sahneyi nasıl gösterecekleri konusunda şüpheliydim ancak Tim Burton eşsiz yaratıcılığını göstererek bu duruma oldukça akıllıca bir çözüm bulmuş ve bu sahneleri çizgi karakterler vasıtası ile işlemiş olması bu filme benim çok hoşuma giden bir detaydı.
Filmin genel hikayesine gelirsek maalesef aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. İlk filmin sade ve basit hikayesinin aksine bu filmde oldukça karmaşık bir hikaye var. Filmde birkaç farklı hikayenin olması gereksiz bir karmaşa yaratarak seyirciyi hikayeden koparıyor. Örnek vermek gerekirse. Monica Bellucci’nin karakteri Dolores’in hikayesi oldukça eksik ve yetersiz bu yüzden filmde oldukça anlamsız ve kopuk kalmış.
Filmdeki beni rahatsız eden diğer detay ise bazı karakterlerin davranışlarının ilk film ile uyumlu olmaması. Örneğin ilk filmde oldukça asosyal olan ve yalnız olmayı ve göz önünde olmamayı tercih eden Lydia’nın ünlü bir televizyon programı sunucusu olması ve bir kız çocuğunun olması bence ilk filmdeki karakteri ile uyuşan bir durum değil. Hatta oyuncusu da benimle hem fikir olmalı ki o da yakın zamanda yaptığı bir röportajda yeni filmdeki karakterinin seçimlerine çok şaşırdığını çünkü Lydia’nın her zaman asla göz önünde olmayacak asosyal ve hatta asexual bir karakter olduğunu düşündüğünü belirtmiş.
Yeni filmde Lydia’nın kızı Astrid’i oynayan Jenna Ortega ise ayrı bir konu. Açıkçası ben Jenna Ortega’yı genel anlamada oldukça başarılı bir oyuncu olarak görüyorum ancak belki sürekli benzer karakterleri oynadığı için ya da kendisini yakın zamanda başka bir Tim Burton yapımı olan Wednesday’de benzer bir rolde gördüğümüz için bu oyuncu seçimi beni biraz rahatsız etti. Belki Ortega bir önceki rolünden çıkamadığı içindir ancak bu filmde Astrid karakterini izlerken Wednesday karakterinin tekrarını görmemek maalesef çok zor.
Değinmek istediğim bir diğer konu ise Adam ve Barbara Maitland’in filmde olmayışı. İlk filmi izleyenlerin çok iyi bileceği üzere filmin başında ölen çiftimiz bu filmde yer almıyorlar. Bu kararın arkasındaki sebebi anlıyorum ve haklı buluyorum, sonuçta bu filmde işlenen hikaye farklı ve Maitlandlerin bu hikayeye katabilecekleri bir şey yok. Ancak beni rahatsız eden şey bu hikayede olmayışlarının açıklanma şekli. Şöyle ki;
Filmde Lydia kızına Maitlandlerin ‘’Öteki Tarafa’’ geçmeleri için bir yasal bir boşluk bulduklarını söylüyor ve bir daha film boyunca bu konudan bahsedilmiyor. Açıkçası ben ilk filmde ve Lydia’nın hayatında bu kadar önemli yer kaplayan bu iki karakterin olmayışını daha iyi ve detaylı bir şekilde işlenmesini isterdim. Özellikle filmin devamında birçok kez karşılaşacağımız bu ‘’Öteki Taraf’’ ile ilgili herhangi bir açıklamanın yapılmaması bence hikaye kurgusu açısından büyük bir hata. Şahsen ben Dolores’in sahnelerindense bu konu ile ilgili bir sahnenin olmasını tercih ederdim.
Filmin güzel yanları yok değil tabi ki; özellikle Astrid’in potansiyel romantik partneri olarak tanıştığımız Jeremy karakteri ile ilgili hikayede yapılan ters köşe bence oldukça etkileyiciydi. Hoşuma giden bir diğer unsur ise ilk filme yapılan göndermeler ve ilk film ile kurulan paralellikler. Örneğin Lydia’nın kızı ile olan ilişkisinde yaşadığı zorluklar ilk filmde Lydia ile Delia arasındaki ilişkiye oldukça benzer bence. Bu şekilde Tim Burton anneler ve kızları arasında yaşanan zorluklara 3 farklı nesil üzerinden güzel bir gönderme yapmış.
Benim için ilk filme yapılan göndermelerden en güzeli ise Düğün sahnesinde Beetlejuice’un davetli olan influencerları telefonlarının içine hapsederken yüzlerini soktuğu şekillerin ilk filmde Maitlandlerin Deetzleri korkutmak için yaptıkları şekiller ile aynı olması. Bence bu şekilde filmde yer almayan Alec Baldwin ve Geene Davis’e güzel bir selam gönderilmiş.
Ayrıca ben şahsen Tim Burton’ın bu sahnede influencerlara da bir göndermede bulunduğunu düşünüyorum. Beetlejuice’un “biraz yalnız kalmak istiyoruz” diyerek onları her dakikalarını geçirdikleri telefonlarına sokması bence Tim Burton’ın sosyal medyanın ve telefonların insanlar üzerindeki bağımlılık yaratıcı etkisini ve sosyal medya yüzünden asla yalnız kalamayışımıza yaptığı bir eleştiriydi.
Oyunculuklara gelecek olursak özellikle 36 yıl sonra Beetlejuice rolüne geri dönen Michael Keaton bence bir kere daha bu film ile ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Sanki ilk filmin üzerinden bir gün bile geçmemişçesine Keaton karakteri aynı enerji ve istekle canlandırıyor.
Filmde oyunculuğu ile öne çıkan bir diğer isim ise tabi ki Catherine O’Hara. O da tıpkı Keaton gibi Delia karakterini muhteşem bir şekilde tekrar ekrana taşıyor. Özellikle O’Haranın espri zamanlaması filme ayrı bir zevk katıyor. Winona Ryder ise 36 yıl önce henüz 15 yaşındayken canlandırdığı Lydia karakterinin garip ve sıra dışı tavırlarını yetişkinliğe harika bir şekilde taşımış diyebilirim.
Filmin kadrosuna yeni katılan Justin Theroux ise bence filme çok başarılı bir ekleme olmuş. Rory karakterini canlandırırken tuhaf ve yersiz hareketleri ile seyirciyi güldürmeyi başarıyor.
Bahsetmezsem olmaz Tim Burton bu filmde de müzikleri Danny Elfman’a emanet etmiş. Danny Elfman uzun zamandır Tim Burton ile çalışıyor ve bence ikili birbirlerinin vizyonlarını çok iyi anlıyorlar ve bu sayede de ortaya yine çok başarılı bir iş çıkarmışlar. Özellikle ilk filmle beraber efsane haline gelmiş Harry Belafonte’nin “Day O” şarkısına bu film için yapılan cover çok başarılıydı.
Tim Burton deyince görsel efektlere değinmeden geçmek olmaz. Birçok filminin aksine Tim Burton bu filmde görsellik açısından farklı bir doğrultuda ilerliyor. İlk filmin çıkış tarihi olan 1988’den bu yana görsel efektlerde ciddi bir ilerleme kaydedildi ancak Burton bu filmde bunlardan pek yararlanmamış. Bazı insanlar bu kararını sorgularken ben tersine çok doğru buldum. Yeni görsel efektlerden kaçarak bence ilk filmin otantik ve eşsiz havasını ikinci filmde de koruyabilmiş.
Yazımı bitirmeden önce filmin son sahnesine de değinmek istiyorum. En son sahnede Astrid’in annesi ile beraber hep gitmeyi hayal ettiği Bran Şatosuna gittiğini görüyoruz. Bence film tam bu sahnede bitmeliydi ancak Tim Burton hikayeye devam etmeyi tercih etmiş. Sonraki sahnede Lydia’nın Beetlejuice ile ilgili bir kabus gördüğünü görüyoruz. Bence bu sahne biraz Marvel filmlerindeki Post-Credit sahneleri gibi olmuş. Bazı kritikler bu sahne ile Tim Burton’ın gelecek potansiyel devam filmi ile ilgili bir ipucu vermeye çalıştığını düşünüyorlar. Bana sorarsanız ikinci filmi yapmak bir cesaret gerektirirken üçüncüyü yapmayı denemek hikayeyi özel olmaktan çıkaracaktır.
Toparlamak gerekirse ben de dahil birçok kişi için en sevilen filmlerden biri olan Beetlejuice’un dönüşü her şeye rağmen oldukça keyifliydi diyebilirim. Özellikle görsellik konusunda Tim Burton seyircilere her zamanki gibi bir görsel şölen yaşatıyor. Üstelik bunu minimum derecede CGI kullanarak yapması bence bu durumu daha da etkileyici kılıyor. Özellikle Michael Keaton’ın performansı filmi en izlenir kılan şeydi diyebilirim. Ancak benim oyum her zaman ilk filmden yana kalacaktır.
Beetlejuice Beetlejuice: Bir Efsanenin Dönüşü