Aşk Falan Filan: Aşk mı? Ayrılık mı?
Bu yıl ilk defa düzenlenen “Uluslararası Fantasİstanbul Film Festivali 2024” adıyla fantastik filmlerin perdeye taşındığı festival, 20-26 Eylül 2024 tarihleri arasında seyirciyle buluştu. Hem Türk hem de yabancı yapımların bulunduğu festivalde, dramdan komediye, gerilimden aşka birçok konu işlenirken bu konulara fantastik öğelerin eşlik ettiğini görüyoruz. Tabii bunu yaparken ne kadar başarılı oldukları tartışılır; ancak birçok farklı bakış açısı göreceğiz gibi duruyor.
Filmle ilgili düşüncelerime geçmeden önce, Kerem Akça moderatörlüğünde düzenlenen, filmin yönetmeni Hasan Başoğlu’nun söyleşisinden notları da aktarmak isterim.
Filmin senaristi ve aynı zamanda yönetmeni olan Hasan Başoğlu, kurgu konusunda da emek vermiş isimlerden biri. Çünkü filmin içinde kullandığı animasyonları da kendisinin tasarladığını ifade etti. Bunun için bir süre vaktini animasyon çizimine ayıran yönetmen, filmin senaristi olmasından kaynaklı olarak, hangi tekniğin daha uygun olacağını kafasında kurguladığı dünya için daha kolay ortaya koyabildiğini söylüyor.
Aşk Falan Filan, bir üçlemenin ikinci filmi. Ancak çekim şartları ve oyuncuların müsaitlik durumundan kaynaklı olarak ikinci filmi önce çekme kararı alınmış. Aslında bu tarz durumlar, yerine göre avantaj da dezavantaj da oluşturabiliyor. Buradaki durumu izleyici açısından dezavantajlı bulduğum şöyle bir tarafı oldu: Bu filmdeki karakterlerin geçmişine dair detayların ilk filme bırakılması ve ilk filmin izleyiciyle buluşamaması, dikkat çeken bir boşluk oluşturuyor. Haliyle, çiftimizin birbirinden kopmakta bu kadar zorlanmalarına sebep olan detayları göremiyoruz. Aslında bir çiftin hikayesine ortadan başlamak güzel bir fikir olabilirdi, geçmişi sonradan görmeyi severim ben; ancak diğer filmlerin başka “Havva ve Adem”ler üzerinden ilerleyeceğini öğrendikten sonra, bu bağlantı ne kadar başarılı olur sorusuna ancak diğer filmleri izledikten sonra cevap verebileceğiz.
Şimdi gelelim sizinle görüşlerimi paylaşacağım Aşk Falan Filan filmine.
Aşk Falan Filan, birbirinden kopmak üzere olan Adem ve Havva’nın sahil kenarında karavanlarında sarhoş bir şekilde uyuyup ertesi sabaha uyanmalarıyla başlıyor. Adem ve Havva, kadın-erkek ilişkisini metaforik bir anlatımla sunmak için düşünülüp seçilmiş isimler aslında. Filmin devamında da metaforize edilmiş öğelerle karşılaşıyoruz. Açıkçası, böyle ufak metaforlar kullanmanın seyirciyi yakalayan önemli bir yanı olduğunu düşünüyorum.
Adem; kitap okumaya, hayatı yaşamaktan daha düşkün, belki de bu kadar okuduğu için çok düşünen ve hayata derinlikli yaklaşan bir adam. Ancak bu derinlik zihinsel boyutta bu kadar yüksekken, iş sosyal yaşantıya geldiğinde oldukça sığ bir hal almaya başlıyor. Belki de sadece kendi düşünceleriyle ilgilendiği için gerçeklikten kopmaya meyilli oluyor. Havva ise yemek yemeyi bile neredeyse bırakmış, hayatını içki ve sigarayla, tabiri caizse “idare ettiren”, Adem’in aksine olaylara daha yüzeysel yaklaşan, hayatta yeni bir olgu üzerine artık düşünmek istemeyecek kadar yorgun ve kendi yargılarının hapsinde yaşayan bir kadın.
Bu çifti izlerken, tartışmalarına sebep olan olayları tam olarak bilmeseniz de bir taraf olmaya başladığınızı fark ediyorsunuz. İçinizden birini savunup, karşı tarafa onun gibi tavır alıyorsunuz. Açıkçası, bu hissiyatı çekim teknikleriyle özellikle verdiklerini düşünüyorum. Benim üzerimde başarılı olduklarını da söyleyebilirim. Ancak aralarındaki tartışma ilerledikçe — filmin ilk yarısının bu diyaloglar üzerine olduğunu düşünecek olursak oldukça uzun bir süre — taraf olmaktan çıkıp ikisinin de hataları üzerine düşünmeye başlıyoruz. Onların bu tartışmaları sırasında benim filmle ilgili en sevdiğim detay olan zihinlerindeki sesleri ve canlandırmaları görüyoruz. Hani normal hayatımızda da olur ya, birileriyle konuştuğumuz sırada zihnimizde belki bilinçaltımızdan, belki de bilinçdışımızdan gelen anlamsız düşünceler dolanır. İşte burada da o durumu anlatmak için yönetmen Hasan Başoğlu’nun cut-out animasyon kullanarak, kâğıtlardan kestiği karakterlerimizin ve diğer şekillerin zihinlerinde nasıl bir hal aldığını animatif bir ifadeyle izliyoruz.
Adem’in Tanrı’yla konuşurken yaşadığı çelişki, Havva’yı hayatında istemesi ancak birçok durumu aşamaması onu bir döngüye sokuyor. Bana göre “aşk denizi”, ancak filmi beraber izlediğim arkadaşıma soracak olursanız “cehennem” olarak tasvir edilen yere dalamamasına sebep oluyor. Kendine ulaşmak için Tanrı’yla yaptığı yer yer felsefi, yer yer minik çatışmalarla dolu konuşmalar, yaratılan düzlemle başarılı bir şekilde iç içe geçirilmişti. Ayrıca Mert Fırat’ın “Tanrı” olarak, o enerjisi yüksek sesini duymak da gülümsetti.
Buraya kadar yazdıklarım, filmin benim için devamına nazaran daha ilgi çekici olan kısmıydı. Adem’le Havva’nın o günkü tartışmalarından sonra ayrılmalarıyla yeni bir perspektife geçiyoruz ve bu kısımda ikilimizin ayrıyken yaşadıkları, duygu durumları gösteriliyor.
Adem’in aşk acısı bize çok kısa yansıtılıyor; ancak Havva’nın acısının anlatılması filmin sonuna kadar devam ediyor. “Erkek çabuk unutur” mesajı mı verilmek istenmiş bilmiyorum ama filmin bu kısmında bir şeylerin çok da yolunda gitmediği hissediliyor.
Havva’nın üzüntüsünün derinliğini fazlasıyla görüyoruz ve hissediyoruz; ancak bu üzüntünün gereğinden fazla uzatıldığını düşünüyorum. Bu da bir noktadan sonra seyircide “nereye kadar böyle devam edecek?” sorusuyla birlikte bir antipati oluşturuyor. Verilmek istenen duygu, farklı yollardan ve seyirciye fark ettirmeden yapılsaydı; biz ancak filmin sonuna geldiğimizde bütün yaşananları elimizde tuttuğumuzu hissedersek buna başarılı bir anlatım derdik.
Festival filmlerinde bazı farkındalıklara değinilmesi, benim önem verdiğim detaylardan biri. Aşk Falan Filan’da da sokak hayvanlarına yaklaşımla ilgili bir noktaya dikkat çekilmek istenmiş. Havva’nın köpeğinin, hepimizin kendi sokağında görebileceği sıradan bir sokak köpeği oluşu, sözde hayvansever olup evlerinde özel cins köpekleriyle yaşayanlara iyi bir mesaj olur diye düşünüyorum. Böyle iyi amaçlı bir detaya rağmen, filmin bu kısmı maalesef benim beklentilerimi karşılamadı. Karakterimizin duygu durumuyla ilgili olabilir; ama öyleyse bile bakış açısı farklı bir yere alınıp o şekilde aktarılmalıydı belki de.
Böyle festivallerin, oyunculardan çok yönetmenlerin yeteneklerini göstermeleri ve ortaya çıkardıkları yapımlara bakarak kendilerini daha da geliştirmeleri için iyi bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Daha fazla ve daha başarılı Türk yapımlarıyla buluşmak dileğiyle yazımı sonlandırıyorum.
Aşk Falan Filan: Aşk mı? Ayrılık mı?