Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Anselm: Geçmişle Yüzleşmenin Dayanılmaz Ağırlığı

Anselm: Geçmişle Yüzleşmenin Dayanılmaz Ağırlığı

Yazar: Ömer Acıoğlu

Anselm: Geçmişle Yüzleşmenin Dayanılmaz Ağırlığı

Sanat, bizi bu acı geçmişle yüzleştirebilir mi? Gördüğümüz herhangi bir sanat eseri bizim geçmişimizin karanlık tarafına tutulan bir ayna olabilir mi?

İşte Anselm filmi, seyirciyi bu sorular eşliğinde acı geçmişle dolu bir dünyaya davet ediyor. Anselm filmi, bu sene İstanbul Film Festivali kapsamında İstanbul’a gelen usta yönetmen Wim Wenders’in tam 12 yıl sonra çektiği ikinci 3D belgesel filmi. Wenders’in ilk 3D belgesel filmi, 2011 yılında Pina Bausch’un hayatını anlatan Pina filmiydi.

Anselm Kiefer, 2.Dünya Savaşı’nın bitmesine sadece birkaç ay kala dünyaya gelir ve Anselm’in çocukluğu savaşın yıkıntıları arasında gezmekle geçer. Anselm, 60’lardan itibaren ise genç yaşta resimler yaparak sanat dünyasına adım atar ve çeşitli eserlerle devam eder. Biz seyirciler ise Anselm’in tuhaf dünyasına adım atarız ve bu tuhaf dünyada bize heykeller, resimler, tuğlaların ve molozların yer aldığı enstalasyonlar, yığın halinde duran eski kitaplar ve dosyalar eşlik eder.

Anselm’in yarattığı acı geçmişle ve sürgünlerle dolu bu dünyada, moloz ve tuğla yığınlarıyla dolu enstalasyonlar, üzerinde yanmış bitkilerin olduğu resimler, kafaları farklı materyallerden kadın heykeller ve daha birçok şey karşımıza çıkar. Dikkat edilmesi gereken bir husus var ki bu gördüklerimizin arkasında bir şiir yatıyor ve bu şiir sadece Anselm’in hayatından kesitler değil, aynı zamanda kendi hayatımızın da kesitlerinden yazılı. Bunlar tarihe karıştırdığımız ve kimseye anlatamadığımız bazı acı hatıralardan, kapanmayan yaralarımızdan, yaşadığımız sürgün hayatımızdan, sorulmamış hesaplardan ve savaştan sonra “Acı Vatan” olarak sınıflandıracağımız Almanya’dan kesitler yer alıyor. Nitekim Anselm gibi savaş sürgünü yaşamış sanatçılar Ingeborg Bachmann ve Paul Celan’dan bu kesitler üzerine dizeler duyuyoruz filmde. Savaştan sonra yaşamak zordur, hatta savaştan sonra yaşamaya “yaşamak” da denmez. Olsa olsa “hayatta kalmak” olur, hele ki savaştan sonra bir sürgün hayatı yaşanıyorsa. Film ilerledikçe gördüğümüz bütün eserlerin aslında bir sanat eserinden daha fazlası olduğunu anlıyor ve bu gördüklerimiz karşısında anlıyoruz ki bu film “insanlık, varoluş, geçmiş, yeni hayatlar, ölüm, yıkım, katliam” gibi kavramları masaya yatırıyor.

Bu film estetik açıdan gerçekten doyurucu bir tarafa sahip. Ama bunun dışında filmin canlandırma tarafı da ön plana çıkıyor yani tıpkı yine festivalde seyrettiğim Little Girl Blue (Mona Achache, 2023) filminde olduğu gibi filmin oyuncuları da işin içine giriyor. Anselm’in çocukluğunu aynı zamanda da Wim Wenders’ın torunu Anton Wenders, gençliğine de sanatçının oğlu Daniel Kiefer hayat veriyor. Her ikisi de hayatlarında ilk (ve belki de son) kez kamera karşısına geçseler de doğallıklarıyla benden artı puan kazanıyorlar.

Görüntüler ise gerçekten derinlikli ve saf sinemaya doyurucu nitelikte. Franz Lustig’in 1.66 ölçeğinde çektiği bu durgun ama diğer taraftan da hareketli sinematografisiyle, biz hem Anselm’in yarattığı gerçekliğine sürükleniyor hem de az önce bahsetmiş olduğum üzere bu filmde Anselm ile yaşamın, tarihin ve acının şiirini görüyoruz. Bir de film boyunca Fransa’daki stüdyosunda resimlere bakarken sanki Anselm’in açtığı bir müzeyi geziyormuş gibi hissediyoruz.

Florian Holzner’in ses tasarımı ve Leonard Küßner’in müzikleri, kesinlikle olağanüstü. Filmde kadınların fısıltıları, eserlerin arasında dolaşırken duyduğumuz uçak sesleri, Paul Celan ve Ingeborg Bachmann’ın yüreğimizi yakan dizeleri ve en önemlisi de Almanca duyduğumuz operalar filmin atmosferine öyle bir işliyor ki filmden çıkarken kulaklarınızı çınlayacak.

Anselm, kesinlikle klasik bir şekilde sanatçıyı anlatan bir biyografik film değil, biyografiden çok ama çok daha fazlası. Sadece kendisinin sanatını, yarattığı dünyayı ve görsel olarak yazdığı şiirlerini yani kısaca sadece Anselm’i anlatmıyor. Aynı zamanda insanlığı yani beni, seni, sizi, bizi, onu ve onları, yani hepimizi anlatıyor. Hiçbirimizin yüzleşmek istemediği geçmişi; acılarımızı, hala içimizde hissettiğimiz açık yaralarını anlatıyor. Geçmişlerinde adlarını ya da ne yaşadıklarını, ne yaptıklarını hiç bilmediğimiz karakterleri gerçekten hissettiğimiz derinlikli bir film. Bu filmi izlediğinizde sadece Anselm’in hayatını anlamakla kalmayacak, sizi götürdüğü dünyada hayatı, arafı ve hatırlamayı da anlayacaksınız.

Bu arada bir dipnot: Bu film 3D çekildi, fakat İstanbul’daki gösterimi ne yazık ki 2D olarak gösterildi. Keşke filmi 3D olarak görebilseydik dedirtti bana bu durum.

Anselm: Geçmişle Yüzleşmenin Dayanılmaz Ağırlığı

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...