Annabelle: Beklentilerin Altında Kalan Bir Korku Denemesi
Korku sinemasının en ünlü evrenlerinden biri olan The Conjuring serisi, yan hikâyeleriyle de genişlemeye devam ediyor. Bu genişlemenin en dikkat çeken parçalarından biri ise Annabelle. 2014 yapımı film, James Wan’ın yönettiği The Conjuring’de kısa bir sahneyle tanıtılan şeytani bebeğin kökenine odaklanıyor. Ancak film, ne yazık ki korku severlerin beklentilerini tam anlamıyla karşılamıyor. Sürekli tekrarlanan “jump scare” sahneleri, yüzeysel karakter gelişimi ve mantık hataları, filmi türün başarılı örneklerinden bir adım geriye taşıyor.
Film, 1967 yılında yeni evli bir çift olan Mia ve John Form’un hikâyesini anlatıyor. John, hamile eşine nadir bulunan eski bir oyuncak bebek hediye eder. Ancak bu masum görünen armağan, çiftin hayatını kâbusa çevirir. Komşularına yapılan şeytani bir tarikat saldırısı sırasında, Annabelle isimli tarikat üyesinin ruhu bu oyuncak bebeğe hapsolur. Olaylardan sonra çift, bebekten kurtulmaya çalışsa da ürkütücü olaylar peşlerini bırakmaz.
Filmin ana temasında doğaüstü korkunun yanı sıra annelik korkuları ve bilinmezlik de işlenmeye çalışılmış. Ancak hikâyenin akışı oldukça tahmin edilebilir ve özgünlükten uzak. Bir noktadan sonra olaylar, korku filmlerinin klasik kalıplarına saplanarak klişelerle dolu bir yapıya dönüşüyor. Korku sinemasının başarılı yapımları, genellikle karakterleriyle izleyiciyi bağ kurmaya iterken Annabelle bu noktada derinlikten yoksun kalıyor.
Film boyunca izleyiciyi rahatsız eden birçok mantık hatası mevcut. Örneğin, çiftin başına gelen olaylar oldukça ürkütücü olmasına rağmen karakterlerin verdikleri tepkiler fazlasıyla sönük kalıyor. Filmin başından beri trajik olaylar yaşanmasına rağmen karakterlerin sakin tavırları, izleyicinin empati yapmasını zorlaştırıyor. Gece boyunca doğaüstü olaylar yaşayan bir ailenin bu kadar sakin kalması, seyirciyi olayın içine çekmek yerine dışına itiyor. Ayrıca, şeytani varlığın motivasyonu ve neyi başarmaya çalıştığı tam olarak net değil. Senaryo, Annabelle bebeğinin şeytani güçlere nasıl sahip olduğu konusunda yüzeysel açıklamalar getiriyor ve bu da izleyicide tatmin edici bir korku unsuru yaratamıyor.
Başrollerde Annabelle Wallis (Mia) ve Ward Horton (John) yer alıyor. Mia karakteri, film boyunca korku ve panik duygularını yansıtmak için çabalasa da karakterin derinliği olmadığı için performansı da çok etkileyici olamıyor. John karakteri ise oldukça silik ve olaylara karşı ilgisiz kalıyor gibi görünüyor. Bu açıdan bakıldığında, John karakteri gerçek hayatta pek karşılık bulmuyor. Aynı zamanda, yardımcı oyuncu Alfre Woodard’ın canlandırdığı Evelyn karakteri hikâyeye bir noktada dahil olsa da olayların çözümüne pek katkıda bulunmuyor ve varlığı gereksiz hissettiriyor. Sadece filmin sonuna etki eden bu karakter, film boyunca arka planda kaldığı için final de yetersiz kalıyor.
Annabelle’in belki de en güçlü yanı sinematografisi. Film, 1960’ların atmosferini yaratmak konusunda başarılı. Eski tarz mobilyalar, soluk renk paletleri ve loş ışıklandırmalar, izleyiciyi dönemin içine çekmeyi başarıyor. Sahne tasarımları ve mekân kullanımı, The Conjuring’deki gotik korku atmosferini hatırlatıyor. Müzikler ve ses tasarımı da genel olarak başarılı. Gerilim yaratmak için kullanılan ince sesler, aniden yükselen korku efektleriyle birleşerek sahneleri daha etkili hale getirmeye çalışıyor.
Annabelle, büyük umutlarla başlayan ancak korku sineması adına çok fazla yenilik sunamayan bir yapım. The Conjuring gibi başarılı bir filme bağlı olması, onun da aynı düzeyde kaliteli olacağı anlamına gelmiyor. Annabelle’in en büyük sorunu, özgünlüğünü kaybetmiş bir korku formülü kullanarak izleyiciye derin bir korku hissi verememesi. Film, The Conjuring evreninin hayranları için izlenebilir bir yapım olsa da korku sinemasından daha fazlasını bekleyen izleyiciler için hayal kırıklığı yaratabilir.
Annabelle: Beklentilerin Altında Kalan Bir Korku Denemesi