Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleriAlien: Bir Yaratığın Popüler Kültüre Girişi

Alien: Bir Yaratığın Popüler Kültüre Girişi

Yazar: Tolga Taşan
Alien: Bir Yaratığın Popüler Kültüre Girişi
Alien: Bir Yaratığın Popüler Kültüre Girişi

Alien, Ridley Scott tarafından yönetilen; oyuncu kadrosunda Sigourney Weaver, Tom Skerritt, John Hurt, Ian Holm, Veronica Cartwright, Harry Dean Stanton, Eddie Powell, Yaphet Kotto ve film neredeyse üzerine inşa edilmesine rağmen ismi pek bilinmeyen Bolaji Badejo’nun yer aldığı; senaristliğini ve hatta vizyonerliğini Dan O’Bannon’un üstlendiği, gerilim, korku ve bilim kurgu başta olmak üzere birçok türün harmanlandığı bir yapım olarak karşımıza çıkıyor.

Dan O’Bannon, Alien’dan yıllar önce, henüz film okulunda öğrenci olduğu dönemde John Carpenter ile birlikte Dark Star isimli bir öğrenci filmi çeker. Film sıfır bütçeyle yapılmasına ve komik duran yaratığına rağmen çok beğenilir ve vizyona girer. Carpenter ile fikrî mülkiyet konusunda yaşadığı anlaşmazlıkların ardından, “Ben bu filmden daha iyisini yaparım,” diyerek yıllar sonra Alien projesine adım atar.

Alien: Bir Yaratığın Popüler Kültüre Girişi

İşte o garip yaratık

“Ben Alien’ı kimseden çalmadım. Onu herkesten çaldım.”

Dan O’Bannon, bu ikonik sözü Alien başarılı olduktan sonra boşuna söylememiştir. O yıllarda Jodorowsky, çılgın bir idealle ve elinde dev bir yapım kitabıyla kapı kapı dolaşarak Dune için bir film çekmek ister. Salvador Dali’den Orson Welles’e, Mick Jagger’dan Pink Floyd’a kadar çılgın bir ekip kuran Jodorowsky, Dark Star’ı izledikten sonra O’Bannon ile de anlaşır ve ekip Fransa’da toplanır.

Bu hikâyenin devamını ayrıca bir makalede konuşuruz. Film çekilemez, ancak Dan O’Bannon, Alien filmiyle ilgili fikirleri Jodorowsky sayesinde tanıştığı H.R. Giger sayesinde somutlaştırır. The Thing, 2001: A Space Odyssey, Planet of the Vampires, Galaxy of Terror gibi yapımlardan da ilham alarak film yavaş yavaş şekillenir ve ilk senaryo Ridley Scott’un eline ulaşır.

Yapım şirketleri filmi defalarca reddeder. Uzay filmlerine karşı olumsuz bir bakış vardır. Giger’in tasarımları fazla “sapıkça” bulunur. Derken Star Wars sinemalarda büyük bir başarı yakalayınca uzay filmleri tekrar yapımcıların radarına girer ve Alien projesi istenilen ilgiyi görmeye başlar. Hatta O’Bannon, o dönem filmi şöyle tanımlar:

Jaws filmi gibi ama uzayda geçiyor.”

Alien: Bir Yaratığın Popüler Kültüre Girişi

Galaksinin uzak bir köşesi, yıl 2122. Bir maden şirketine ait uzay gemisi, bir gezegenden güçlü bir sinyal alır. Keşif görevi için indikleri bu gezegende karşılaştıkları garip bir yaratıktan kaçarak tekrar uzay boşluğuna yönelirler. Fakat kaçtıklarını sandıkları tehlike, onlarla birlikte uzayın derinliklerine doğru ilerlemektedir.

Basit ögelerle güçlü bir hikâyenin nasıl anlatılabileceğini gösteren Alien, 1979’daki vizyonundan sonra yıllarca sinemalarda gösterilmiş, kaset, DVD ve VCD satışlarıyla üreticilere kazanç sağlamış; çokça incelenmiş, üzerine akademik makaleler yazılmış dev bir yapımdır.

Filmin popüler kültürdeki yeri tartışılmaz. Peki, bunun sebepleri nedir? Gelin size öznel bir yerden bunları aktarmaya çalışayım. Buradan sonrası bol bol spoiler içermektedir.

Alien’ın genel tasarımı bence bu işin parlamasında en önemli faktörlerden biri. Film boyunca dar koridorlardan, karanlık ve kapalı alanlardan geçiyoruz. Bu klostrofobik deneyime, bir de güçlü bir katilin sessizce bizi takip ettiğini bilmek eklenince, korku faktörü giderek artıyor. Karakterlerin en rahat hissettiği alanların bile makinelerle dolu olması, sisler ve duman seyirciye nefes alacak alan bırakmıyor. Ridley Scott buralarda kamerayı eline alarak harika işler başarmış.

Alien: Bir Yaratığın Popüler Kültüre Girişi

İkinci olarak da klişeleri göz ardı edebilmesi geliyor muhtemelen. Film, karizmasıyla sevdirilen kaptanı şok edici bir şekilde yok ediyor. Üstelik bu karakteri dönemin sevilen isimlerinden Tom Skerritt canlandırıyor. Film, klişeleri ustaca eğip büküyor ve izleyiciyi sürekli tetikte tutmayı başarıyor. Bu gemide kimse güvende değil.

Yaratığın tasarımına gelelim. Daha kağıt üstüne adı Alien konularak hem yabancı hem uzaylı hem de yaratık olarak bir çok yerden doğru yakalanmış karakter. Üstüne Giger’in mekanik ve fetişize tasarımı ile şahlanıyor. Yaratık, daha yumurta hâlindeyken bile tekinsizliğini belli ediyor. Surata zıplayan bir parazitten, bedeni işgal eden bir fetüse ve ardından sessiz, ölümcül bir avcıya dönüşüyor. Her aşamada da bir katil; bedeninizi ele geçirmek isteyen bir işgalci gibi. Zırh gibi derisi, asitli kanı ile tam bir ölüm makinesi. Giger bu yaratık tasarımıyla da en iyi görsel efekt dalında Akademi ödülü kazanıyor.

Alien: Bir Yaratığın Popüler Kültüre Girişi

Giger Bey Gururla Eserlerini Gösteriyor

Film, bu düşmanı bize adım adım tanıtırken onun ne kadar vahşi, acımasız ve iletişimsiz bir tehdit olduğunu da gösteriyor. Peki ya aynı dili konuştuklarımız? Mürettebat, uzaydaki tehlikelerle mücadele ederken, kurtuluş için sığındıkları şirket yaratığı “mükemmel bir organizma” olarak tanımlar ve onu canlı yakalamak ister. Bunu da başından beri yanlarında olan, bir android olduğunu sonradan öğrendiğimiz Ash aracılığıyla yapar. Bu, izleyicinin güven duygusunu alt üst eder.

Son olarak da güçlü bir kadın karakteri filmin tam göbeğine en doğru zamanda yerleştirerek tüm bu anlatısını zenginleştiriyor film. Sigourney Weaver, o dönemde pek tanınmayan bir oyuncuyken Ellen Ripley karakterini unutulmaz bir şekilde canlandırmış. İşçi tulumu içindeki maskülen karakter, beyaz perdede sıkça gördüğümüz “muhtaç kadın” imajını yerle bir ediyor. Ayrıca geminin bilinçli bir forma sahip olması ve adının “Anne” olması, yaratığın hem genetik aktaran fallik hem de yumurtalayan dişi özellikler göstermesi de feminist okumalarda da sık sık yer buluyor. İlginizi çekerse bu okumaları araştırmanızı öneririm.

Alien: Bir Yaratığın Popüler Kültüre Girişi

Filmin görsel dünyası, adeta klostrofobiyi artırmak için karanlık ve dar bir şekilde tasarlanmış. Başlarda geniş ve steril görünen Nostromo gemisi, olaylar ilerledikçe adeta bir kapana dönüşüyor. Yaratık zaman zaman mekanik görünse de tasarımı o kadar katmanlı ki, ekran süresi az olmasına rağmen hâlâ korkutuculuğunu koruyor.

Sonuç olarak, film gerek hikâyesi, gerekse bu hikâyeyi anlatış biçimiyle hâlâ güncelliğini koruyor. Birçok filme ve oyuna ilham kaynağı olmuş bu yapım günümüzde hâlâ Alien: Romulus gibi devam filmleri çekilmeye devam ediyorsa, bu mirasın ne kadar güçlü olduğunu da gösteriyor.  Seriyi izlemeye çekinen, üşenen çokça insan var biliyorum. Bu film kesinlikle izlenmeyi hak ediyor. Tek başına izleseniz de bir şey kaybetmezsiniz. Kesinlikle öneririm.

Bu yazıyı buraya kadar okuyanlar için şunu söyleyebilirim: Serinin ikinci filminde, yani James Cameron’ın yönettiği devam filmi Aliens‘da görüşmek üzere…

Alien: Bir Yaratığın Popüler Kültüre Girişi

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...