After Love: İki Liman İki Hayat (İKSV Özel)
40. İstanbul Film Festivali Nisan Seçkisi’nde çevrimiçi gösterime açılan Aşktan Sonra filmi en iyi müzik, en iyi kadın oyuncu gibi dallarda çeşitli ödüller almış bir İngiliz yapımı. Yönetmen koltuğunda Diana (2009), The Wayfaring Stranger (2011) ve Three Brothers (2014) adlarında üç kısa filmin yönetmenliğini yapmış olan Aleem Khan’ı görüyoruz. Three Brothers filmi ile BAFTA adaylığı olan yönetmenin uzun metrajda da başarılar yakalaması sürpriz olmayacaktır. Oyuncu kadrosunda ise Joanna Scanlan, Nathalie Richard, Nasser Memarzia gibi isimler bulunuyor.
Film Güney Doğu İngiltere bölgesinde yer alan bir liman kasabası olan Dover’da geçiyor. Mary Hussain (Joanna Scanlan) hiç ummadığı bir anda kocasının ölmesi üzerine karşısına çıkan bazı sır perdelerini aralıyor. Aşktan Sonra’da Mary’nin bu sırlarla yüzleşme hikayesini izliyoruz.
Filmin daha ilk dakikalarından geleneksel dokunuşları görmeye başlıyorsunuz. Başka kültürlerin evlerine konuk olmak bende hep merak duygusu uyandırıyor. Sadece tek bir kültürle de kalmayıp karşılaştırmalı kültürleri izliyoruz. Müslüman olan Mary’nin İngiliz aksanı ile sure okuması beni biraz hikâyeden uzaklaştırmıştı. Eminim doğru okumak için çok çalışmıştır ama yeterince inandırıcı durmamış gibi hissetmiştim. Ancak sonradan öğreniyoruz ki Mary evlendikten sonra din değiştirmiş. Hayatının çoğunu Müslüman şekilde geçirdiğini söylese de mükemmel bir Arapça’sı olması beklenemez. Onun haricinde evleri, hareketleri ve kıyafetleri beni oldukça tatmin etti.
Filme mavi rengin hâkim olduğunu görüyoruz. Mary’nin gözleri, kasabanın limanda olması, deniz olmayan sahnede bile bir şekilde mavi gökyüzünün verilmesi, mavi fincanlar, mavi evler… Bu tonlar bende ekranın her bir noktasına bakma isteği uyandırdı. Kısacası konu sizi yakalayamasa da mavi bir şekilde yakalıyor.
Mary feribot güzergahında çalışan merhum kocası Ahmed’in karşı limanda da bir ilişkisi olduğunu öğreniyor. Biri İngiliz, biri ise Fransız limanı olan Dover ve Calais arasında sadece 34 km bulunuyor. Merakına yenik düşen Mary bu kısa mesafeyi kat etmek için yollara düşüyor. Festival filmlerinde dikkatimi çeken temel bir özellik var, konular genelde ütopik olmaktansa sıradan oluyor. Yani bir filmin başarılı olması için olağanüstü bir konuya ihtiyacı yok aksine hepimizin aşina olduğu basit hikayeleri etkili şekilde anlatması başarının anahtarı oluyor diyebiliriz.
Mary’nin eşi Ahmed nedeniyle İslami bir hayata geçmesine karşılık Ahmed’in de Fransız eşi nedeniyle Hristiyanlaşmış olması son derece manidar. Tabii Mary için bu gerçekleri Ahmed öldükten sonra görmek son derece yıkıcıydı. Birçok filmde insanların bunalıp denize gittiklerini, bağırdıklarını, öfkelerini attıklarını veya bomboş ufuğa baktıklarını görmüşüzdür. Benim şimdiye kadar izlediğim en iyi denize gidiş sahnesi bu filmdeydi. Mary’nin kendini kuma bırakıp dalgaların hiç durmadan ona vurmasını izlemek karakterin iç dünyasını birebir görmek gibiydi. Çok başarılı olmuş, uzun süre bu sahnenin etkisinden çıkamayacağım.
Geneviève’nin aşırı hareketleri ve Mary’nin sessiz karakteri tam bir tezatlık oluşturuyor. Mary’nin Geneviève’ye söylemesi gereken her şeyi Geneviève ona söylüyor. Mary sende ona içinden geçen her şeyi söyle diyorsunuz ama olmuyor. Büyük ihtimalle Solomon’u tanıdıkça içindeki annelik duygusu öfkesinin önüne geçiyor. Solomon’un davranışları bir ergen için bile fazla değişken geldi bana, tam olarak çözemediğim davranışları var. Her şeye rağmen Mary-Solomon sahneleri insanın yüreğine dokunuyordu.
Filme baktığımızda aslında bizi şaşırtan hiçbir şey olmadığını görüyoruz. Gayet doğal akışında ilerleyen bir filmdi, tahmin edilmeyecek bir gelişme yaşanmadı hatta Solomon’un dengesiz bir çocuk olduğunu bildiğimden son sahnede uçurumdan kendini atar mı acaba diye beklemekten kendimi alıkoyamadım. Ama öyle bir şey olmadı. Sadeliği ile kendini izleten bir film olmuş. Tabii bu sade akışın içerisinde birçok kültürün harmanını gördüğümüzü unutmamak gerek. Pakistan ile ilgili çok fazla görüntü izlemedik ama olan görüntüler belli bir fikre sahip olmamıza yetti. Namaz kılınan iki sahne vardı ikisinin de uzun olmasına bence gerek yoktu, namaz kılmak Mary için yıllardır gündelik bir olay haline gelmiş. Sanki ilk defa namaz kılıyormuş gibi zoom yaparak namaz kılışını vermeleri bence doğallıktan uzaktı. Onun yerine evlilikleri hakkında fikir sahibi olabilmek için Ahmed’le birkaç eski anı görebilirdik diye düşünüyorum.
Kapanışta Dover’in ünlü beyaz uçurumlarını bir kez daha görmek beni sevindirdi. Son derece görsel bir coğrafyası var. Ayrıca filmin başında Mary Fransa’ya doğru giderken uçurumun bir kısmında büyük kaya parçaları kaymıştı. En sondaki sahnede Mary, Solomon ve Geneviève’yi o kayan kaya parçalarının tam üstünde görüyoruz. Kayıp giden bir hayatın üstünde hep beraber ayakta durmak gibiydi.
After Love: İki Liman İki Hayat (İKSV Özel)
Eslem Saraçoğlu’nun Diğer Yazıları İçin Tıklayın.