Love, Death + Robots 4. Sezon: Sınırsız Evrenin Kısa Hikayeleri
Merhabalar,
Bu yazıda birlikte Netflix’te yayınlanan Love, Death + Robots dizisinin 4. sezonunu deşiyoruz.
Love, Death + Robots, hem duygusal, hem absürt hem de çarpıcı derecede stilize edilmiş kısa hikâyeleriyle dolu 4. sezonuyla, 3 koca yılın ardından geri döndü. Tim Miller ve David Fincher’ın öncülüğünde geliştirilen dizi, başta 1981 yapımı Heavy Metal’in bir yeniden uyarlaması olarak yola çıkmıştı. Fincher’ın Fight Club, Se7en ve Mindhunter gibi filmlerinden aşina olduğumuz karanlık atmosfer bu seride de hissediliyor. Ama bence bu sezon, önceki sezonlara kıyasla hem yaratıcı çeşitlilik hem de izleyici tepkileri açısından tartışmalı bir noktada. Mesela Rotten Tomatoes’da eleştirmenlerden %100 olumlu puan almasına rağmen, izleyici skorunun yalnızca %34’te kalması şaşırtıcı. Burada izleyicinin beklentisinin karşılanmadığı yorumunu yapabiliriz.
Dördüncü sezon, önceki sezonlara göre daha deneysel ilerlemiş. Teknolojinin, ölümün, yaşamın ve hatta absürt mizahın farklı açılardan işlendiği on kısa bölümden oluşan bu sezon, özellikle türler arası geçişleriyle dikkatimi çekti ve hoşuma gitti. Bazı bölümler klasik bilimkurgu anlatılarını derinleştirirken, bazıları tamamen saçmalığın sınırlarında. Zaten bu da dizinin temel gücünü oluşturuyor: sınırsızlık.
Bu sınırsızlığın 4. sezon bölümlerini, kısa kısa en sevdiğimden en az sevdiğime doğru sıraladım, buyrunuz:
-
Spider Rose: Bence sezonun tartışmasız en iyi bölümü. Jennifer Yuh Nelson’ın yönettiği bu bölüm (Kung Fu Panda’nın 2. ve 3. filmlerinin yönetmeni), 3. sezondaki Swarm’un evrenine geri dönüyor. Bu sefer odakta, yas sürecindeki bir karakterin tatlı bir yaratıkla kurduğu bağ var. Hem aksiyon, hem duygusal yoğunluk hem de anne-bebek ilişkisini bilimkurgu çerçevesinde işleyişiyle örnek bir kısa film. Görsel tasarımı da detaylı ve etkileyici.
-
The Other Large Thing: Absürt anlatımıyla öne çıkan bu bölüm, dizinin hem komik hem yaratıcı olabileceğini kanıtlamış. Bir kedinin ev robotlarını devrim için örgütlemesi fikri, Love, Death + Robots evreninde oldukça inandırıcı hâle gelmiş. 🙂
-
For He Can Creep: Gotik bir hikâye. Şeytanla savaşan kedinin hikâyesini anlatıyor. Karakter tasarımları, ortam atmosferi ve anlatının temposu açısından oldukça başarılı buldum. Gotik fantezi ve kara mizah birleşimiyle sezonun en özgün işlerinden biri olduğunu düşünüyorum.
-
Smart Appliances, Stupid Owners: Yapay zekânın hayatımıza girmesinin ne kadar saçma sonuçlara yol açabileceğini ironik bir şekilde anlatan keyifli bir bölüm. Absürt bir komedi olarak işliyor ama arka planındaki distopik dokunuş dikkat çekici.
-
How Zeke Got Religion: Sezonun en ağır ve felsefi bölümlerinden biri. Savaşın, inancın ve kişisel dönüşümün kesişiminde ilerliyor ama zaman zaman temposunu kaybediyor, bence. Yine de karakter gelişimi açısından başarılı.
-
The Screaming of the Tyrannosaur: MrBeast’in karanlık bir karakter olarak yer aldığı çılgın bir yarışma konsepti. Güzel düşünülmüş, bence. Dinozorlar üzerinde ölümüne yarışan varlıklarla absürt ve kanlı dünyayı izlemeyi sevdim. Sonu tahmin edilebilir ama aksiyon sahneleri ve animasyon kalitesi göz dolduran bir bölümdü.
-
Golgotha: Live-action formatında çekilmesiyle önemli bir bölüm. Bir papaz, ilahî kurtarıcısının bir yunus şeklinde Dünya’ya döndüğüne ikna olmuş bir uzaylı ziyaretçiyi karşılıyor. Rhys Darby’nin başrol oynadığı ilginç bir bilimkurgu hikâyesi. Sevdim ama aşırı etkilenemedim.
-
Close Encounters of the Mini Kind: Önceki sezonun Night of the Mini Dead enerjisini yakalamaya çalışan ama o yaratıcı dehâyı tam olarak yeniden yaratamayan bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Eğlenceli ama yüzeysel.
-
Can’t Stop: Red Hot Chili Peppers’ın kukla versiyonlarıyla bir müzik videosu gibi ilerleyen bu bölüm, David Fincher’ın müzik kliplerine duyduğu eski sevgi anısına yapılmış diye düşünüyorum. Beş dakikalık saf kaos içinde eğlenceli bir deneyim olsa da bir bölüm değil, deneysel bir video klibi andırıyor. O yüzden ilk bölüm olarak vermeleri mantıklı olmuş.
-
400 Boys: Sezonun bence en zayıf bölümü. Estetik olarak güçlü bir görsel dili olsa da, anlatı kaotik ve bağ kurmak zor. Mad Max ile Attack on Titan arasında bir yerde duran bu dünya fazlasıyla abartılı ve bu yüzden duygusal veya tematik bağ kurmak zorlaşıyor.
Love, Death + Robots, kısa süreli ama güçlü anlatılarla bilimkurgu türünü sürekli yeniden keşfetmeye çalışan bir iş. Bu açıdan hâlâ eşsiz. Ancak 4. sezon, bazı bölümleriyle yaratıcı zirvelere ulaşsa da, genel olarak ortalama bir sezon olarak değerlendirilebilir.
Benim için dizinin tüm sezonları arasında açık ara en iyi bölümleri Jibaro ve Ice Age. Jibaro, folklorik motifleriyle görsel bir dans gibi akarken; Ice Age, bir buzdolabı içindeki uygarlık hikâyesiyle zeki bir mikrokozmos sunuyordu. Bu bölümler, dizinin sınır tanımayan yaratıcılığının doruk noktalarıydı. 4. sezonun güçlü anları var ama genel olarak yaratıcılığın sınırlarını zorlama hedefiyle anlatısal bütünlük arasındaki dengenin tam olmadığını hissettim. Yine de her sezon gibi, bilimkurgu severler için ilham verici, zaman zaman kafa açıcı bir deneyim sunuyor.
Mısırları patlattıysanız yazıyı burada sonlandırıyorum.
İyi seyirler!