Love, Death and Robots 3. Cilt: Tartışmaya Açık Bölümler
İlk cildi ile izleyenleri her bölümünde farklı animasyon teknikleriyle anlattığı farklı hikayeleri ile ekrana kilitleyen Love, Death and Robots üçüncü cildi ile bizlerle tekrar buluştu. Yapımcılığını David Fincher, Jennifer Miller, Tim Miller ve Joshua Donen’in üstlendiği yapım, üçüncü cildinde de ilk ciltte yakaladığı başarıyı yakalamaya çalışıyor.
Geçtiğimiz sene ortasında çıkan ikinci cildi ile izleyenleri ilk cildinin ardından hayal kırıklığına uğratan Love, Death and Robots, üçüncü cildinde de maalesef ilk cildindeki başarıyı yakalayamıyor ancak ikinci ciltten çok daha iyi bir iş ortaya çıkarıyor. Bu cildin en büyük sorunu ise az olan bölüm sayısına rağmen bölüm sonlarını bir yere bağlamadan açıkta bırakıyor olması. İlk ciltte 18 bölüm sayısıyla beraber yaşadığımız bölüm sonu tatmin duygusu bu nedenle maalesef kendini tekrar edemiyor.
Bölüm sayısının azlığı sebebiyle izleyiciye sunulan içeriğin az olması ve hikayenin ucunun açık bırakılması tek oturuşta izlediğiniz bu ciltte gözünüze batıyor. Dokuz bölümden oluşan ciltte alt metni ilk cilt kadar sağlam olmayan bölümlerin de oluşu, ucu açık bırakılmış final ile birleştiğinde keyfinizi kaçırmaya neden olabiliyor.
Yazının devamı spoiler içerikli eleştrilerle dolu olacak uyarıda bulunalım.
Üç Robot: Çıkış Stratejileri (Three Robots: Exit Strategies)
Birinci ciltte yer alan Üç Robot bölümünün devamı olan bu bölümde robotlar dünyayı keşfetmeye devam ederken insanlığa dair yine çarpıcı açıklamalarda bulunuyorlar. İlk ciltteki bölümden farklı olmayarak tekrara düşen bölüm keyifli vakit geçirmenizi sağlıyor ve bölüm sonunda kedi ile gülümsemenize sebep oluyor. Devam filmlerinde olan sorun ise bu bölümde de karşımıza çıkıyor; sonuç olarak müthiş bir bölüm izledikten sonra ister istemez beklenti de yüksek oluyor.
Kötü Seyir (Bad Travelling)
David Fincher’in yönettiği bu bölümde köpek balığı avlarken yaşanan büyük bir yengeç saldırısından kaçıyoruz. Diğerlerine oranla uzun sayılabilecek bir bölüm olan Kötü Seyir, demokrasiye olan göndermeleri ile sıyrılıyor. Bir denizci grubu ve büyük bir yengeç arasında geçen güç savaşından ise galip çıkan planını yavaş yavaş işleten tek bir denizci oluyor.
Bir güç size seçenek sunduğunda hangisini seçersiniz: Grubun çıkarını gözetmek için masum insanları öldürmeyi mi yoksa gücü ortadan kaldırmayı mı? Büyük resme bakmayı tercih ederseniz eğer gücü ortadan kaldırmanın herkesin yararına olacağı sonucuna varmanız muhtemel. Bu bölüm, karanlık ve soğuk renk paleti ile yaptığı toplum eleştirisini izleyicisine iletme konusunda sıkıntı yaşamıyor ancak kendini ağırdan satması bölümü uzun kılarken biraz yorulmanıza neden oluyor. Kan ve vahşet ise bölümün vazgeçilmezi.
Makinenin Nabzı (The Very Pulse of the Machine)
Filmler bize uzay görevlerinde sınırları zorlamaya çalışırsanız başınıza kötü bir şeylerin geleceğini öğretmiştir. Bu bölüm ise tam olarak bununla başlayarak başka bir konuya atlıyor. Jüpiter’in İo uydusunda görevde bulunan iki astronottan patlama sonucunda birinin ölmesiyle başladığımız yolculuk İo’nun aslında bir makine olduğu gerçeği ve astronotlardan birinin İo’nun kendisi olmasıyla son buluyor. Bölüm kendisine çok fazla eleştiri kapısı açmazken kendisini yüceltmek için de pek fazla neden sunmuyor. Astronotun elektromanyetik spektrumu açtığında izlediğimiz sahneler göz zevkimizi fazlasıyla dolduruyor ancak bölüm kurgusunu düzgün bir zemine oturtmadığı bir gizem üzerine kurduğu için epik bir hikaye anlatıcılığı sunamıyor ve ortalama bir bölüm olarak yer alıyor.
Mini Ölüler Gecesi (Night of the Mini Dead)
Bu ciltte yer alan en eğlenceli bölüm olabilir. Mezarlıkta sevişerek ölülere saygısızlık yapan çiftin neden olduğu zombi saldırısını izlediğimiz bölüm, animasyon tarzı ile size farklı bir seyir keyfi yaşatıyor. Hızla ilerleyen zombi salgınına olan cevap ise en nihayetinde nükleer silahlar oluyor ve insanlık için oluştuğunu düşündüğümüz evrende yerimizin ne kadar ufak olduğunu size sonunda Samanyolu Galaksisi’nde ufak bir pırt ile gösteriyor. Keyifli ve anlamlı bir bölüm olurken şunu da izleyicilerine hatırlatıyor: Mezarlıkta sevişmeyin!
Ölüm Takımı (Kill Team Kill)
Bu ciltte yer alan belki de anlamsız denilebilecek, sadece aksiyon bölümü yer alması için yer verilmiş bir bölüm olmuş Ölüm Takımı. ABD Özel Kuvvetleri’nin CIA’in yarattığı ölüm makinesi olan ayıyı yok etmeye çalışmasını odağına alan bölüm, Netflix tarafından size mizah vaadiyle sunulmuş olsa da boş ve aklınızda yer kaplamayacak bir bölüm olarak var oluyor.
Sürü (Swarm)
Kadim bir uzaylı varlığın sırlarını araştıran Afriel ve Galina’nın, onları düşman gören bir evrende hayatta kalmaları ve ödemeleri gereken bedeli izlediğimiz bölüm, animasyonu ile sizleri büyülerken tatmin etmeyen bir son ile ortalama bir bölüm olarak kalıyor. Bölüm başında yer alan uzaylı ırk ile insan temasının işleneceğini düşündüğünüz sırada Swarm adlı başka bir uzaylı organizmanın ya da oluşumun hikayesine dalıyorsunuz. Afriel ve Galina’nın kurdukları bağ gayet yapay gelirken tam Swarm’ın işleyişi ile bir şeyler yapılabileceğine inanırken ters köşe ile heyecanlanıyor ancak hiçbir yere bağlanmayan son ile ne düşünmeniz gerektiğini anlamadan bölümü bitiriyorsunuz.
Bu bölümde yer alan materyaller ile 2 saatlik bir bilim kurgu filmini rahatça çekebilirsiniz. Bu söylem birinci ciltte yer alan Aquila Yarığı’nın Ötesinde (Beyond the Aquila Rift) bölümü için de geçerliydi. Fakat bu iki bölüm arasında olan bariz fark ise finallerinin tatmin ediciliği. Aquila Yarığı’nın Ötesinde bölümünde yavaş yavaş hazırlandığımız son, işlenişi ile tamamen hikayenin bu fikir üzerine inşaa edildiğini gösteriyordu. Ancak Sürü’de ise bölüm başında farklı bir son beklerken ortasında başka beklentilere giriyor, bu iki beklentiye ise finalle hiçbir şekilde ulaşamıyorsunuz; ulaşamamak bir yana gayet açık bir son ile hikayenin devamını tamamlamanız bekleniyor. Açık bir son ise bölümü ortalama kılmanıza yetecek büyük bir neden oluyor.
(Yanlış anlaşılmak istemem bu bölüm hiçbir şekilde Aquila Yarığı’nın Ötesinde bölümünün kalitesine yaklaşamaz, bu konuda mutabık kalmak isterim sizlerle.)
Mason’un Fareleri (Mason’s Rats)
Çiftliğindeki “evrimleşmiş” farelerle başı dertte olan Mason’ın onları farklı silahlarla öldürmeye çalışmasını izliyoruz. Bölümün sonu Mason ve farelerin mutlu bir şekilde yaşamaya karar vermeleriyle bitiyorken bize konuşmak için herhangi bir malzeme vermiyor. Birbirimizi öldürmek yerine barış içinde var olabileceğimizi fareler aracılığıyla anlatmaya çalışan bölüm animasyonu ile diğer bölümlere oranla sizi pek içine çekemiyor.
Tonozlu Salonda Gömülü (In Vaulted Halls Entombed)
Afganistan, Amerikan Birlikleri ve bir kurtarma görevi ile başlayan bölüm rotasını çok farklı bir yöne çeviriyor ve kadim tanrılar ve insanları karşı karşıya getiriyor. Sürü bölümünde vurguladığım sorun burada da baş gösteriyor: Başı, ortası ve finali bambaşka hikayeler sunan bir bölüm. Aksiyon sahneleriyle dolu bir bölüm izleyip Amerikan Askerleri’nin vicdan ve güç mastürbasyonu yaptıkları bir bölüm olacağını zannederken bölüm ortasında tanıştığımız örümceklerle bambaşka bir hikayeye sürükleniyoruz. Hikaye yeterince oturmamışken kadim bir tanrı ile karşı karşıya geliyoruz ve bölüm sonunu bir kadının fedakarlığı ile bitiriyoruz.
Kendinden ödün verme ve fedakarlık konularına değinen bölüm animasyonu ile göz doldururken gereksiz vahşet öğeleriyle ve karakterin fedakarlığına tam anlam veremediğimizden ortalamanın üzerine çıkamıyor.
Jibaro
Cilt finaline en uygun bölüm olan Jibaro, sağır bir şövalye ile olağanüstü bir kadını ölüm dansında karşı karşıya getiriyor. Bu ciltteki belki de en tartışmaya açık olan Jibaro, bence cilt finali için en uygun bölüm olmuş. Sağır bir şövalye ile olağanüstü bir kadının ölüm dansında karşı karşıya geldiği bölümün yönetmeni Alberto Mielgo “‘Jibaro’ aynı zamanda son derece zehirli bir ilişkiden, yırtıcılar arasındaki şehvetli bir ilişkiden bahsediyor, çünkü yanlış nedenlerle birbirlerine olan çekime dayanıyor,” diye açıklıyor ve günümüz ilişkilerine harika bir animasyon ve sinematografi ile eleştiride bulunuyor.
Nehir üzerindeki dansın estetiğiyle ekrana bağlanıyor ve çığlık sesiyle ise rahatsız olurken tam olarak yönetmenin/yazarın vurgulamak istediği noktada kendinizi buluyorsunuz.
Çıkarları uğruna birbirlerini yok eden iki karakter ile epik olmasa da tatmin edici bir son ile cildi tamamlıyorsunuz.
İlk cildindeki kısa süresine rağmen bizlere yaşattığı seyir zevki ve mükemmel hikaye anlatıcılığı ikinci ciltte bazı bölümlerde vukuu bulurken üçüncü cildinde aynı başarıyı gösteremiyor. Bölümlerin konularının genel olarak ilgi çekici olması ise bu cildi birinci cilt kadar başarılı yapmazken ikinci ciltten daha başarılı yapıyor. Zevk alacağınız, kısa süresiyle yorulmadan tüketebileceğiniz bir diğer yapım olarak Netflix kütüphanesindeki yerini koruyor Love, Death and Robots. Dördüncü cildin çıkması durumunda görüşmek üzere!
Love, Death and Robots 3. Cilt: Tartışmaya Açık Bölümler