Uysallar: Kendine Dönmeye Çalışanların Dizisi
Hakan Günday ve Onur Saylak imzalı Netflix dizisi Uysallar büyük beklentilerin ardından seyirciyle buluştu. Büyük beklentilerin sebepleri Hakan Günday ve Onur Saylak ikilisinin daha önce Şahsiyet gibi çok başarılı bir dizide de birlikte çalışmış olmaları ve Uysallar’ın heyecan uyandıran oyuncu kadrosuydu. Öner Erkan, Songül Öden, Haluk Bilginer, Uğur Yücel, İbrahim Selim, Umut Yeşildağ, Nilay Yeral, Serkan Altunorak ve Nezaket Erden gibi isimleri buluşturan Uysallar toplamda 8 bölümden oluşuyor.
Dizi bir mimar olan Oktay Uysal ve aile fertlerini merkezine alıp ailedeki her bir üyenin aslında bambaşka dünyalar ve bambaşka kilitleri açan anahtarlar oldukları vurgusunu her bölümde giderek kalınlaştırıyor. Dürüstlük, özgürlük, yaşam amacı, dış görünüşe atfedilen önem, modern kesim insanlarının yalnızlığı, medyanın olayları bilimsellikten uzak derecede manipüle edişi, kadın olmanın dezavantajları, inkar, aile ve baskı gibi pek çok meseleyi dram, kara komedi ve absürd çerçevede ele alan dizide bir mektup sorunuyla başlayan olaylar yine bir mektup kargaşasıyla sonlanıyor. Oyunculuklar zaten ilk bölümden son bölüme kadar eksiksiz ilerlerken karakterlerin ağzından çıkan her cümlenin de günlük hayatımızda bir karşılığının olması diziyi bir solukta bitirmemiz için gayet yeterli bir sebep sunuyor.
Dizide Oktay Uysal vesilesiyle karşılaştığımız pek çok karakter hakkında neredeyse saatlerce konuşulacak anlar ve detaylar izliyoruz. Diziyi izlemeye değer kılan özelliklerinden biri de bu; pek çok karakteri ve meseleyi ele alıp hiçbirini yüzeysel bırakmamayı başarmış olması. Evet çok derinlerine inilmiyor karakterlerin ama kadronun kalabalıklığına rağmen çok yüzeylerde de kalmıyor izlediğimiz kişiler. Karakterlerin bazıları ilk bölümden açılırken bazıları son bölüme kadar soru işaretini beraberinde taşıyor ve böylece merak unsuru izleyenlerde dizi sonuna kadar gizeme kaçmayacak ölçüde izleme isteği oluşturuyor.
Diziyi benim için Netflix yerli yapım diziler arasında zirvelere taşıyan bir diğer yanı ise yönetmenlik. Görüntüler ve müziklerin eşlenişi izlerken diziden aldığım keyfi hep üst seviyede tutmayı başardı. Onur Saylak yönetmenliği hikâyenin ruh halini ustalıkla görüntüye aktarıp yine akıcı bir kompozisyon oluşturmayı başarabilmiş. Oktay`ın; tepesine çöken sisin içinde kaybolması, bir mimar olarak her güne bina yıkım videolarını izleyerek başlaması ve bu videoların kurguda Anakara`nın yıkılmasıyla bütünleşmesi dizinin yönetmenlik unsuruyla güçlü sunulan sahnelerindendi. Mekanlar ve karakterlerin o anki ruh hallerine bağlı olarak değişen ışık, renk ve gölgelerin kullanımı da çok başarılıydı. Oktay ve Nil`in konuşmalarında hastanede hareket hassasiyetli lambanın açılıp kapanması ve Oktay arabayla tünele girdiğinde ışıkla birlikte Nil ile iletişiminin de duraksaması çift arasındaki ifade problemini ve iletişim kopukluğunu yerli yerinde destekleyen detaylardı. Ailenin kamera karşısında Oktay’ın patronunun eşine verdikleri görüntülerde psikolojik atmosfere bağlı olarak değişen alan derinlikleri oyuncuların sadece durarak kameraya baktıkları sahnelerin hacmini bile artırmıştı.
‘Uysal’ kelimesi dizinin başında sadece karakterlerin soyadı iken dizi sonunda ‘Uysallar’ın hem dizideki tüm karakterleri hem de bizleri karşılayan bir kelime olduğunu anlıyoruz. Her birimizi etkisi altına alan sis diye adlandırılan ama aslında hava kirliliği olan bir gerçek varken dizide Mert’in ancak sarhoşken fikrini ifade edebilip tweetler atması ve uyanınca pişman olup silmesi, uzun bir süre boyunca fikrinin getireceği sonuçların ıstırabını çekmesi hiçbirimize yabancı gelmedi elbette. Hava kirliliği olarak sembolize edilen gerçek zihinlere kilit vuruyor esasen. Dizide Oktay`ın boynuna taktığı kilit ve dizinin son sahnelerinde Oktay ve ailesinin kilitli kaldığı hücrenin anahtar şeklinde olmasında olduğu gibi kilit-anahtar metaforları sıklıkla kullanılmıştı. Bu duruma Ece, sevgilisinden şiddet gören komşusu üzerinden “Ama kapı kilitli değil ki” yorumunda bulunuyor. Anne ve babalarının kaybolmuşluklarının aksine Ege ve Ece`nin; açlık, ölüm, savaş, veba gibi konuların farkındalığına sahip olmaları bu ikiliyi dizinin kendine dürüst olan tek iki karakteri yapıyordu. Ben anlasam da anlamasam da sembol, metafor ya da göndermeler içeren, absürt karakterlere yer veren doğalın dışına az da olsa çıkan işler izlemeyi çok seviyorum. Uysallar’ı çok severek izlememde bu durum da etkili oldu tabi ki.
Şimdi incelememe Oktay, Nil ve Berhudar karakterleri üzerinden devam edeceğim;
Oktay – Yarısı Ölü
Öner Erkan’ın oyunculuğu, Oktay’ın içindeki Punkçıyı, uysalı, avazı çıktığı kadar bağırmasına rağmen hiç sesi çıkmayan birinin taşmak isteyen doluluğunu o kadar gerçek bir yerden hissettiriyor ki izlerken Oktay’ın ruhunun kangren olduğunu her halinden anlayıp üzülüyoruz.
Oktay’ın Moloz hastanedeyken arabada Deniz’lere yaptığı özür konuşması hem Punk hayatındaki ailesi olan arkadaşları için hem de mimar ve aile babası olduğu gerçek hayatındaki ailesi için geçerli bir konuşmaydı. Oktay gençliğindeki heveslerini, babası başta olmak üzere üzere tüm insanların bakış açısı ve hayatın seyrindeki şartlar sebebiyle içine itmiş biri. Kendi tabiriyle bu hayatta hiçbir şeyi protesto etmemiş, pankart bile taşımamış biri. Kendisini bugünün ideal insanı konumuna ulaştırmak için çok çabalamış ve bu süreçte de aslında diğer yanını ihmal etmiş, zamanla unutmuş. Ama bastırılan her duygu ve heves karşılaşılan bir küçük anıyla bile su yüzüne vurmak için hazır konumda. Her ne kadar geceleri Punk yaşamına dönmüş olsa da Oktay bunun bir kısmını gizlemeye devam ediyor ve ikili hayat yaşarken iki hayatını da tam anlamıyla yaşayamıyor, iki tarafa da yetişmek için çabalarken hep bir şeyler kaçırıyor. Tamamen dökülüp rahatlayamıyor. Kendini Moloz’a bir başkasından bahseder gibi anlattığı sahnede ‘Yarısı ölmüş herifin’ diyor Oktay. Gerçekten de bir tarafı yaşarken diğer yanı ölü durumda ve son bölümde arkadaşı Fevzi’nin Oktay’ı sarsması ile Oktay aslında yaşadıklarının Punk felsefesiyle ve özgürlük için protesto cesaretinde bulunabilme adımıyla uyuşmadığının ve yaptığının yine uysalca susmak olduğunun farkına varıyor.
Nil – Kayıp
Songül Öden’in karşımıza hangi karakterle çıkarsa çıksın inanılmaz bir seyir zevki verdiği ve her karakteri ustalıkla canlandırdığı konusunda ben uzun zamandır çok netim. Uysallar’da da şaşırtmıyor ve sıkışıp kalmış bir kadının her arayış anında girdiği ruh hallerini yaşayarak resmediyor bizlere.
Nil’i dizi boyunca birçok ruh halinde izledik çünkü büyük bir kaybolmuşluk yaşıyordu. Nil iyi bir üniversiteden mezun olmuş bir süre çalışıp daha sonra ailesi için işine ara vermiş bir kadın. Fakat çalışma hayatına geri dönmek istediğinde işlerin yıllar içinde değişmesi, gençliğin artık önemli bir nitelik haline gelmesi ve Nil’in zamanı geriye alamıyor olması onu agresyon ve çaresizliğe itiyor. Tüm bunlar neticesinde de Nil, yaşadığı kaybolmuşluğa karşı bir yol seçiyor: kendisine uydurma bir pozisyon yaratmak ve olduğu değil de olmak istediği Nil gibi davranmak. Böyle davranarak girdiği sosyal çevrenin içinde eğlense, kahkahalar atıp farklı biri gibi hissetse de sonuç olarak kayboluyor. Bu yalandan öncesinde de Nil yine kayıptı. Kendisini tamamen ailesine adayarak zamanla eşi Oktay’ın düşüncelerini kendi düşüncesi zanneder hale gelmiş ve kendisine ‘Ben nerede bitiyorum o nerede başlıyor?’ sorusunu soruyordu. Zaten Ege de Seher’e ailesinden bahsettiği kısımda ‘Babam cezaevinde, annem kayıp’ diyerek özetlemişti ailesini.
Berhudar – İnkâr ya da İntihar
Haluk Bilginer Uysallar’da bir süredir alıştığımız imajından daha farklı bir imaj ve deli bir karakterle karşımızda. Şahsiyet’teki performansıyla Emmy ödülünün sahibi olan oyuncu Uysallar’da da Berhudar karakteriyle adeta şov yapmış.
Berhudar yaşadıklarını ve gerçek Berhudar’ı inkar edip mutlu, iş ahlakına sahip, ailesi tarafından sevilen ve saçları ağarmamış Berhudar ile eşi ve çocukları tarafından terk edilen, saçları bembeyaz olmuş, yorgun, beton yüceltmekten başka laf edemeyen ve intihara meyilli Berhudar gibi iki kişi arasında gitgeller yaşayan biri. Yaşadığı yalnızlığı yok saymak için de İnkar yolunu seçip İstanbul’da Cezaevi projesinin bizzat içinde yer alarak kendisini meşgul etmeye çalışıyor. Oktay’ı ortanca oğluyla ilişkilendirip ailesinden kopmaması için onu silah ile tehdit etme, Oktay’ın ailesini örnek hücreye hapsetme yollarına bile başvuruyor. Berhudar’ı ilginç kılan, ailevi tarafının yanı sıra insanlarla ilişkileri bence. Mesela sadece 15 kişiden oluşan köy topluluğuna cezaevi projesinin Avrupa’nın en iyi projesi olduğunu anlatırken merdivenin tepesinden hitap etmesi ve ‘Köylü’ ayrımını belirtmesi Berhudar hakkında çok şey söylüyor. Fakat en sonunda Berhudar inkarı bırakıp gerçeği kabulleniyor ve bu da onu intihara götürüyor.
Son olarak…
Uysallar’ın finali son vuruşu yapma açısından her ne kadar beni tatmin etmese de dizi genel olarak kendimizden bir şeyler bulabileceğimiz, aynaya bakar gibi izleyebileceğimiz, hem surata çarpan gerçeklerle üzen hem de keyif veren mükemmel olmaya yakın bir iş olmuş. Hakan Günday ve Onur Saylak işbirliğinin ortaya harika işler çıkardığı gerçeği de Uysallar ile bir kez daha kanıtlanmış oldu. Her dizide olduğu kadar Uysallar’da da eksiklikler ve altı çizilmek istenirken abartılan noktalar elbette var ancak ‘1984’ gerçekliğinde, oyunculukları ve yönetmenliğiyle göze hitap eden ve gizlense de o kabloların varlığını dile getirmekten çekinmeyen bir dizi izlemek isteyenler için birebir. Dizinin hak ettiği başarıyı yakalamasını umuyor, sissiz günler diliyorum.
Uysallar: Kendine Dönmeye Çalışanların Dizisi