The Terminal List: Davud Golyat’a Karşı
1 Temmuz’da Amazon Prime’da Chris Pratt’ın hem başrol hem de ortak yapımcılarından olduğu The Terminal List dizisi yayınlandı. Jack Carr’ın aynı isimli romanından uyarlanan ve Türkçe’ye İnfaz Listesi olarak çevrilen yapım, Chris Pratt’ın hayat verdiği Binbaşı James Reece’in Suriye’de pusuya düşürülen ekibinin başına gelenleri öğrenmesinin ardından intikam almaya başlamasını konu ediniyor. Hayatımıza, Galaksinin Koruyucuları’nın eğlenceli lideri Peter Quill (Starlord) ile giren Chris Pratt, kendisine aşina olduğumuz halinin tam tersi çok çok ciddi ve dramatik bir oyunculuk sergiliyor.
James Reece orduya gönüllü keskin nişancı olarak girip daha sonrasında takım komutanı olan bir SEAL Komandosu. 40 yaşında ve hala sahada olması üstlerince sorgulanıyor. Pusuya düşmelerinin ardından James kafa travmasına ve yaşadıklarına bağlı olarak mental sorunlar yaşıyor. Daha sonradan anlıyoruz ki James, travmadan sonra anıları ile gerçek hayatı hatta iki farklı anıyı birbirine karıştırmaya başlıyor. Bu nokta önemli çünkü aslında hikâye tam olarak James Reece’in bu travması ve takımının pusuya düşürülmesi üzerine kuruluyor.
Takımını kaybettikten sonra eve dönen James, bu şüpheli pusuyu araştırmaya başlıyor ve araştırmaya devam ettikçe siyasetin, ordunun ve kâr amacı peşinde koşan büyük şirketlerin içinde olduğu çok daha derin bir komplonun içinde ufak bir parça olduğunu öğreniyor. Bunun ardından sorumlulardan intikam almaya başlıyor. James Reece intikam listesindeki isimleri yakaladıkça yeni bilgiler ve yeni isimler öğreniyor ve isimlerin büyüklüğü, olayın derinliği listeyi daha karmaşık ve iç içe geçmiş farklı çıkarlar, olaylar ve kişilere götürüyor. Size olay hakkında bir bilgi vermeyi çok isterdim ama maalesef spoiler veremem.
Bu intikam hikâyesi başlıkta belirttiğim gibi Davud Golyat hikâyesi olsa da John Wick tarzı karşında kaç kişi olursa olsun gir ve herkesi öldür gibi bir intikam değil. James, beynindeki hasara rağmen gayet planlı ve temkinli adımlarla intikam listesini hazırlıyor. Hatta dizinin büyük bir kısmı bu planlar ve öğrenilen yeni bilgilerin kovalanması yüzünden bir nebze yavaş bir tempoda ilerliyor. James hem kendi haklılığını kabul ettirmeye, hem mental sorunları ile uğraşmaya, hem de intikamını almaya çalışıyor. Yapımın ilk yarısı bulmaca çözerek, plan yaparak, biraz kan dökerek ve sonunda bölüm sonu canavarına ulaşılarak ilerliyor. Hikâyenin arka planı ortaya çıktıkça bu tempo da hızlanıyor. Reece listesindeki her adama adım adım yaklaşırken sanki bir derbi maçı bekler gibi kapışmayı bekliyorsunuz.
Bunun yanında çatışma sahneleri oldukça gerçekçi ve gerilim filmi kadar gerici. Ana aksiyon sahnesine kadar aksiyona girecek kişi kadar geriliyorsunuz. Çatışma, silahla ilerleme ve silah taşıma anları oldukça teknik. Oyuncuların bu konuda eğitim aldığı çok açık bir şekilde gözüküyor. Tetik disiplini, ilerlerken hedef küçültme, dar alanda silahla ilerleme hareketleri SWAT timleri kadar disiplinli bu da sizi ana daha hızlı sokuyor. Aksiyon sahnelerinde kamera olaydan çok olaya giren kişiye odaklanıyor. Bazen omuz hizası bazen kafa kamerası şeklinde yapılan çekimlerde kişiye odaklanıyor ve onun yaşadığı adrenaline ve heyecana daha yakından tanık oluyorsunuz. Hızlı geçişlerle size aksiyon sahnesi kişi gözünden çok hızlı bir biçimde sunuluyor.
Benim diziye uyum sağlamama yardımcı olan en iyi anlar James Reece beyin hasarı yüzünden anılarında kimi zamanlarda kaybolurken sahnenin hazırlanışı çok iyi. İki farklı anının birleştirilmesi, kullanılan sesler ve anıdan çıkış o kadar karmaşık ve gerçekçi ki James’in beyninin içini şeffaf bir şekilde görüyorsunuz diyebilirim. Bu da durumun ana karakter için ne kadar içler acısı olduğunu bize gösteriyor.
Beğendiğim ve yapımın özenli olduğuna kesin olarak inandığım bir başka nokta ise oyuncuların hareketleri. Örneğin James bir plan hazırlarken yapacağı hamleleri önceden deniyor. Bir yere tırmanacaksa önceden tırmanıyor daha sonrasında bu planı uygularken yine aynı yere birebir aynı hareketlerle, aynı hızda ve aynı sürede tırmanıyor. Bir yere gizlice giriyorsa hiçbir eşyaya dokunmadan önce mekanın fotoğraflarını çekiyor, yapacağını yapıyor ve işi bittikten sonra fotoğraflara bakarak mekanı eski haline getiriyor. Bu bana “hadi canım o kadar mı?” dedirten bir başka nüans.
Yapım genel olarak karanlık. Neredeyse Nolan’ın Batman serisi kadar karanlık. En aydınlık olması gereken sahneler bile karanlık. Bu da gerilim sahnelerinde sizi daha fazla geriyor. Karanlık sahnelerin yanı sıra arka fonda çalan gerilim müziği size gelmekte olan kanlı aksiyon sahnesine yüksek perdeden hazırlanmanızı önceden belirtiyor. Sahne geçişlerinde özellikle mekanın değiştiği sahne geçişlerinde kullanılan müzikler Bob Dylan gibi efsaneler. Böylece ana kendinizi kaptırıyorsunuz. Dizi ilerledikçe ve hikâyeye yeni isimler dahil oluyor ve yeni karakterler genişleyen hikâyeye çok doğal ve akışa uygun bir şekilde dahil oluyor. Hiçbir yeni karakterin gelişini ya da hikâyeden çıkışını sorgulamıyorsunuz.
Terminal List, sizi yavaş yavaş olaya sokan ve değişken temposu ile sizi ve dikkatinizi sürekli canlı tutan bir yapım. İlk sezonu büyük ihtimalle son sezonu olacak.
The Terminal List: Davud Golyat’a Karşı