Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri The Platform 2: Bu Kadar Vahşete Gerek Var Mıydı?

The Platform 2: Bu Kadar Vahşete Gerek Var Mıydı?

Yazar: Ecemnur Özgür

The Platform 2 : Bu Kadar Vahşete Gerek Var Mıydı?

Uzun zamandır beklenen ve The Platform’un devam filmi olan; başrollerini Hovik Keuchkerian ile Milena Smit’in paylaştığı The Platform 2, 4 Ekim itibariyle Netflix’te yayında. İlk film 2019 yılında çıkmıştı ve çıktığı dönemde adından oldukça söz ettirmiş, yer yer tartışmalara sebep olmuş, üzerine çokça teori üretilmişti. Devam filmini izledikten sonra da benzer bir sürecin yaşanacağını tahmin ediyorum, çünkü filmde yoruma açık birçok sahne yer alıyor. İki filmin de yönetmenliğini yapan Galder Gaztelu-Urrutia, ilk filmde olduğu gibi bu filmin de sonunu ucu açık bırakarak seyircinin yorumuna bırakıyor. Aslında bu, ilk filmle ilgili en çok eleştirilen konulardan biriydi. Hatta yapılan bir röportajda filmin sonuyla ilgili sorulan soruya yine net bir cevap vermeyerek bizleri kendi düşüncelerimizle baş başa bırakmış ve çıkacak olan ikinci filmi daha da merak etmemize sebep olmuştu.

Ayrıca filmin yönetmeni, The Platform 2 ile ilgili verdiği röportajda, bu filmin nasıl olması gerektiği konusunda senaristlerle konuşurken herkesten farklı bir fikir çıktığını, ancak Pedro Rivero’nun sunduğu fikrin seçildiğini belirtiyor. Bu film, ilk filmin bir öncülü olarak tasarlanıyor. Yani, aslında zamansal olarak ilk filmden önce yaşanıyor; bunu da filmin ortalarında tanıdık bir yüz gördüğümüzde anlıyoruz.

Röportajla ilgili bir başka detaya daha değinmek istiyorum: Yönetmen Galder Gaztelu-Urrutia, üçüncü film için de bizlere göz kırpıyor. Bu filmin alacağı tepkiye göre yeni bir devam filmi yapmak istediklerini ifade ediyor.

Zamanla birçoğumuz, sevilen filmlerin devam filmlerine negatif bir önyargıyla yaklaşır olduk. Bu belki beklentilerimizi yüksek tutmamızdan, belki de asıl hikâyenin ilk filmde dolu dolu anlatılıp devamında aynı doluluğun yakalanamamasından kaynaklanıyor olabilir. Ancak The Platform 2‘yi izlerken bu hisse kapılmadığımı söyleyebilirim, çünkü yeni bir sistem ve yeni bir grupla başlıyoruz. Ancak şöyle bir fark var: Bu sefer, idarenin kurallarının yanına platformdakilerin de kuralları ekleniyor ve aslında ilk filmin sonuna doğru sağlanmaya çalışılan adalet, burada en başında sağlanmaya ve korunmaya çalışılıyor. Fakat zamanla sistemin nasıl çöktüğünü izliyoruz. Her katın, iki alt kattan sorumlu tutulduğu, kurallara uymayanların cezalandırıldığı ve bu şekilde tüm katların haklarının korunduğu bir sistem geliştirilmiş. Tabii bu üst katlarda işe yarayabilir; ancak alt katlara inildikçe işler aynı şekilde yolunda gidecek mi? Film, tamamen bu sistemin işleyişi üzerine kurulu.

Ayrıca platformdaki kişiler tarafından yemeklerle ilgili şöyle bir kural da ekleniyor: “Ya kendi yemeğini yersin ya da anlaştığın kişiyle yemeğini takas edersin.” Hatta aralarından biri öldüğünde, yemeklerini çöpe dökmek zorundalar, böylece kimse arkadaşlarının ölümünü daha fazla yemek yiyebilmek için bir fırsat olarak görmesin. Bu kararlar, yemeklerin en alt kata kadar ulaşmasını sağlamak için teoride çok mantıklı gözükebilir. Ancak iş uygulamaya geldiğinde işler hiç de öyle gitmiyor. İnsan duyguları ve dürtüleri olan bir varlık. Hakkı olmayanı almayı kendine hak görebiliyor, hatta aynı konudan canı yanmış olsa bile. Kendisine adil davranılmadığında sinirleniyor, ancak güç eline geçtiğinde de başkasının hakkını gasp etmekten geri durmuyor.

Film boyunca birçok şeyi sorguluyorsunuz: İdeal düzen nasıl olmalı? İdeal bir düzen gerçekten de olabilir mi? Platon’un Devlet kitabını okurken de tam olarak cevaplarını bulamadığım sorulardı bunlar. Sanırım duygularımızla ve ilkel güdülerimizle hareket ettiğimiz sürece yalnızca bir düzen içinde yaşayabiliriz. İdeal bir düzen mümkün görünmüyor. Aslında ideal düzen denilen şeyin uygulanırken ‘kimseye zarar vermeyen özgürlüklerimizi’ de kısıtladığını görüyoruz filmde. Bu taraftan bakacak olursak, özgür olamadığımız bir düzenin ideal düzen olarak adlandırılması ne kadar doğru olur? Bu, düzeni kuranların çıkarlarına uygun bir düzen olduğu anlamına geliyor ve bence bu mesaj, filmin ilerleyen dakikalarında daha net bir şekilde görülüyor.

Herkes kurallara uysa aslında hiç kimse aç kalmayacak, ancak tek bir kişinin o kuralları çiğnemesi bütün sistemi nasıl yerle bir ediyor, bunu gözler önüne seriyor. Hele bir de o kuralı çiğneyen kişi ne kadar yukarıdaysa, o kadar çok kişiyi etkiliyor. Bunu en net şekilde başrollerden Hovik Keuchkerian’ın canlandırdığı Zamiatin karakterinde görüyoruz. Platforma şanslı bir kattan giren karakterin bencilce hareket ettiği anlar olsa da, orada geçirdiği günlerde özellikle diğer başrol Milena Smit’in canlandırdığı Perempuan karakteri ile kurduğu duygusal bağ, onun hatalarını affetmemizi sağlıyor. Milena Smit, soğuk bir karakteri, kendimize yakın hissetmemizi sağlayacak şekilde canlandırıyor. Bu anlamda oldukça başarılı bir seçim olmuş. Ancak film ilerledikçe çok fazla vahşetin yaşanmaya başlaması ve hatta çoğu korku filminde dahi görmediğimiz kadar kan ve acımasız cezalandırma yöntemleri beni rahatsız etti. Ne yazık ki bu sahneler, filmin geneline bakıldığında azımsanamayacak kadar fazla. İlk filmde de bundan rahatsız olmuştum, ancak bu filmde gördüğüm vahşet bence daha üst düzeydeydi. Bu kadar kan ve vahşet olmadan da anlatılabilir miydi? Belki bu kadar açıkça gösterilmemeliydi.

Platformdakilerin yanı sıra, Mesih ve onun savunucuları da filmde dikkat çekiyor. Mesih, gözleri bağlı bir şekilde tasvir ediliyor. Adaletin terazisini elinde tutan figürün de gözleri bağlıdır, herkese adil olabilmek için. Belki mesihi de bu yüzden gözleri bağlı tasvir etmişlerdir. Ancak bunun yanında, yaşanan ve yaşattığı vahşeti görmediği için daha kolay acımasız kararlar alabildiğini düşünüyorum.

Bunlara ek olarak, platformdakilerden bağımsız bir grup çocuğun en tepeye çıkmak için verdiği bir yarışı da görüyoruz. Bunun metaforik bir anlam taşıdığını düşünüyorum: Bu çocuklar, dünyaya gelme ihtimali olan ruhları temsil ediyor ve kazanan ruh, dünyaya gelmeye hak kazanmış oluyor. Platform ise dünya olarak tasvir ediliyor. Çünkü filmin sonunda, o çocuğun platformun en alt katına konulduğunu ve sistemin içine dahil edildiğini görüyoruz.

Filmle ilgili son olarak şunu söylemek istiyorum: Bütün bu adalet çabasının yanında, karakterimiz adaleti değil, çıkış yolunu aramaya başlıyor ve bunun peşine düşüyor. Peki, bir çıkış gerçekten var mı? Bu yolculuğa tanık olmak, adil bir sistem üzerine düşünmek ve filmin içindeki metaforları çözmek isterseniz, şimdiden iyi seyirler.

The Platform 2 : Bu Kadar Vahşete Gerek Var Mıydı?

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...