The Piano Lesson: Geçmiş Bir Hayalettir
The Piano Lesson, genç yönetmen Malcolm Washington’ın ilk uzun metrajlı filmi olarak, başrollerinde John David Washington, Samuel L. Jackson, Danielle Deadwyler ve Ray Fisher gibi isimlerin bulunduğu, korku-dram türünde bir yapım olarak Netflix’te izleyiciyle buluştu. Film, aynı zamanda August Wilson’ın 1987 yılına ait tiyatro oyununun uyarlaması olmasıyla da dikkat çekiyor.
Hikaye, 1930’lu yıllarda Pittsburgh’ta, Charles ailesi bireylerinin geçmişlerinde yaşadıkları olaylarla birlikte aralarındaki çatışmaları; bir bakıma, ailenin kutsalı sayılan ve nesilden nesile aktarılmış bir piyano üzerinden ele alıyor. Hikaye, bir açıdan, 19. ve 20. yüzyıl Birleşik Devletleri’nde beyazlar ile siyahlar arasındaki kölelik ilişkisinden doğan olaylar silsilesini yansıtarak siyahi bir aile olan Charles ailesinin kölelik dönemlerinden kaynaklanan trajik geçmişini gözler önüne seriyor. Bu trajedi içinde en önemli unsurlardan biri, eski bir köle sahibi olan James Sutter’ın, Charles ailesinin eski üyelerini köle olarak çalıştırdığı dönemde aile bireylerinden birinin ahşap üzerine ince işçilikle oyarak yaptığı ve üzerinde aile bireylerinin yüzlerinin kazılı olduğu bir piyano. Bu piyano, kölelik dönemlerinden hikayenin geçtiği döneme kadar nesilden nesile aktarılan bir aile mirası olarak öne çıkıyor. Bu nedenle piyano, hikayedeki bütün temaları ve konuları birbirine bağlayan bir tutkal görevi görüyor. Siyah-beyaz ayrımı, kadın-erkek eşitsizliği, aile ve miras gibi temaların bu sayede bir potada eritildiğini gözlemlemek mümkün.
Uzun yıllar sonra, Boy Willie adındaki bir karakter, yakın arkadaşı Lymon ile beraber Birleşik Devletler’in güney bölgesinden kuzey bölgesine, kız kardeşi, yeğeni ve amcasının birlikte yaşadığı eve gelir. Boy Willie’nin amacı, aileye ait olan bu piyanoyu satıp kendi çiftliğini kurmaktır. Ancak hikayenin merkezinde yer alan çatışmanın kaynağı da bu noktada ortaya çıkar. Willie’nin kız kardeşi Berniece, kardeşinin bu fikrine şiddetle karşı çıkar ve piyanonun satılmasına izin vermek istemez. Film boyunca bu iki kardeşin piyano üzerinden şekillenen ve ailenin geçmişini de sorgulayan bir tartışmaya girdiğini görüyoruz. Amcaları Doaker ise, sürekli bu iki kardeş arasında bir denge kurmaya çalışır. Piyano, eve gelmeden önce, James Sutter’ın evinden bu iki kardeşin babaları tarafından çalınmıştır ve bu olayın üzerinden çok geçmeden babaları öldürülmüştür. Bu nedenle piyanonun aile için, özellikle de kardeşler açısından önemi oldukça büyüktür. Berniece, piyanonun korunmasının, aile mirasına sahip çıkmak ve siyahilerin bağımsızlığını vurgulamak açısından önemli olduğunu düşünürken; Willie, piyanonun onlar için bir uğursuzluk olduğunu ve satarak daha güçlü ve bağımsız bir hayata adım atabileceğini savunur. Bu çatışma, film boyunca çeşitli sorgulamaları beraberinde getirir ve bahsedilen temaların işlenişine hizmet eder.
Tartışmalar sürerken, kısa bir süre önce öldürülen James Sutter’ın hayaletinin eve musallat olduğunu hem Berniece’in hem de kızının sanrıları ve kabusları aracılığıyla öğreniriz. Bu hayalet olgusunun, ailenin bir birlik sağlayamadığına dair bir alegori olduğunu söylemek mümkündür. Zaten film, baştan sona bir alegori yığınından oluşmaktadır.
Sembolik anlatımın hikayenin tamamına hakim olduğunu görüyoruz. Özellikle piyanonun tüm aile bireyleri için farklı anlamlar taşıdığını ve bu farklılıkların, her birinin kendi tarihi kökenlerine nasıl bir perspektifle baktığını sembolize ettiğini söylemek mümkün. Willie için piyano, prangalardan kurtulma gereksinimini ifade ederken, Berniece için geçmişteki trajedilerden kaçışı ve aile içinde bir bağ kurmayı simgeler. Amcaları için ise piyano tamamen farklı anlamlar taşır. Ancak onları birleştiren ortak nokta, ailelerine olan sevgileri ve bağlılıklarıdır. Kimi mevcut durumu koruma çabasında, kimi ise var olan düzene başkaldırma arzusundadır. Bu içinden çıkılmaz kaos, yalnızca bir ailenin değil, genel anlamda siyahi geçmişin tüm yönleriyle ele alınmasını sağlar. Hikayenin korku unsuru olan hayalet, geçmişin karanlığından kaçma çabasının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Film boyunca, Willie ve Berniece arasındaki tartışmalar ekseninde, geçmişe saplanıp kalma olgusunun zıt iki kutup biçiminde işlendiğini ve bu saplanışın karakterleri ve aileyi içten içe kemirdiğini görürüz.
Genel olarak, seçilen semboller yaratıcı görünse de bu sembolik anlatım detaylarda bir sendeleme yaratıyor. Kağıt üzerinde etkileyici olan bu alegori, hikayenin oldukça yavaş ilerlemesine neden oluyor. Bu da filmin olumsuz yönlerinden biri olarak değerlendirilebilir. Film, geçmişe odaklanan bir yapıya sahip ve bu geçmişe saplanıp kalıyor. Bu durum, izleyiciye düşünme ve imgeleme alanı tanınmamasına yol açıyor. Kurgu açısından da bazı problemler mevcut. Geçmişe yönelik sahneler ile hikayenin akışını sağlayan sahneler arasındaki bağlantı sorunları, filmin ritmini bozuyor ve anlatımda kesintilere yol açıyor. Korku unsurunu karşılaması açısından çekilen sahneler ise yeterince etkileyici değil ve gereksiz görünüyor.
Öte yandan, karakterler arasındaki diyalogların oldukça başarılı yansıtıldığını söylemek gerekiyor. Güçlü ve vurucu sözler, izleyiciyi hikayenin içine çekmek konusunda etkili oluyor. Özellikle Willie ve Berniece arasındaki sahnelerde bu başarıyı gözlemlemek mümkün. Geçmiş, piyano ve geleceğe dair bakış açılarını ortaya koydukları diyaloglar neredeyse kusursuz. Filmdeki esprili anlar da bu başarının bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Korku unsurlarıyla komedi unsurlarının bir arada bulunması ve birbirlerine zarar vermeden filme entegre olmaları, bir kazanç olarak öne çıkıyor. Oyunculuk performansları açısından değerlendirildiğinde ise özellikle Berniece’i canlandıran Danielle Deadwyler ve Boy Willie’yi oynayan John David Washington, duygularını gerçekçi bir şekilde yansıtarak izleyiciyle empati kurulmasını kolaylaştırıyor. Diğer oyuncu performanslarının da yerinde ve dengeli olduğunu söylemek mümkün. Sinematografik açıdan ise dönemin atmosferini yansıtan renk paleti ve genel yapısıyla temiz bir iş çıkarılmış.
The Piano Lesson, işlediği temalar doğrultusunda birden fazla soruyu derinlemesine ele almaya odaklanan bir yapım. Aileye bağlılık, siyahilerin tarihi ve kimlik meseleleri gibi konular üzerine düşündürmekle birlikte esasen bireysel veya kolektif biçimde geçmişle yüzleşmek ve onunla mücadele etmek üzerine bir tartışma yaratıyor. Ancak sinema anlatım tekniği açısından bu teorik derinliği pratiğe dökme konusunda bazı eksiklikler barındırıyor.
The Piano Lesson: Geçmiş Bir Hayalettir