Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Being Maria: Sinemada Kadının Başrolü

Being Maria: Sinemada Kadının Başrolü

Yazar: Ömer Acıoğlu

Being Maria: Sinemada Kadının Başrolü

Bu yılki Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yapan Being Maria, Jessica Palud’nun 2019 yapımı Back Home filminden sonraki ikinci filmi. Maria Schneider’in yeğeni Vanessa Schneider’in My Cousin Maria Schneider isimli romanından serbest bir şekilde uyarlanan film, adı üstünde Bernardo Bertolucci’nin olay yaratan filmi Last Tango in Paris (1972) ile pek çok kişi tarafından tabir-i caizse “damgalanan” oyuncu Maria Schneider’in çalkantılı ve sinemanın kötülüklerine rağmen mücadeleci hayatını feminist bir bakış açısıyla anlatıyor. Filmin başrolünde, Happening (Audrey Diwan, 2021) filmiyle tanımaya başladığımız ve geçtiğimiz ay izlediğimiz büyük bütçeli Fransız filmi The Count of Monte-Cristo (Alexandre de La Patellière, Matthieu Delaporte, 2024) ile dikkat çeken genç oyuncu Anamaria Vartolomei’ye, Matt Dillon ve Giuseppe Maggio eşlik ediyor. #MeToo hareketinin gündeme gelmesiyle yeniden açılan bu acı dolu defter, Başka Sinema kapsamında Bir Film tarafından sinemalara geliyor.

Maria Schneider, henüz 16 yaşında çiçeği burnunda genç bir kızdır. Geçmişte ilgisiz olan babası Daniel Gélin ile tanışır ve oyunculuğa adım atmaya başlar. 19 yaşında ise İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci’yle tanışır ve Last Tango in Paris filminde, o zamanlar 48 yaşındaki aktör Marlon Brando’yla başrol oynar. Başta gayet iyi giden set hayatı, büyük bir olayla altüst olur. Maria Schneider, film çekilirken Marlon Brando tarafından cinsel saldırıya uğrar. Üstelik, tüm bunlar yetmezmiş gibi Bernardo Bertolucci ve Marlon Brando, Maria Schneider’den özür dilemek yerine durumu savunur. İşin daha da acı olan tarafı, film vizyona girdiğinde o dönemin muhafazakâr ülkelerinden biri olan İtalya’da yasaklanır. Bertolucci ve Brando memleketlerine dönüp hayatlarına devam ederken (ki Brando, bu dönemde The Godfather filmiyle Oscar kazanır), Schneider ise maalesef hem erkekler hem de kadınlar tarafından karalanır ve ruhsal bir çöküş yaşar. Ancak Maria Schneider, her şeye rağmen sinema gibi acımasız bir sektöre karşı dimdik ayakta durmaya ve sinemanın kadınlara arzu nesnesi gibi dayatılan kalıpları kırmaya çalışır.

Hikâye, başında da bahsettiğim gibi kesinlikle feminist bir bakış açısıyla anlatılmış. Filmin hikâyesindeki olay gerçekten yaşanmış bir olay. Ancak, kısmen de olsa bazı unsurlarının değiştirildiğini hissettim; fakat bu değişiklikler var ile yok arası. Sinema, hâlâ erkeklerin yüceltildiği, kadınların ise çeşitli sebeplerle karalanmaya mahkûm olduğu bir sektör. Bu sektörde birçok kadının hakkı yeniyor ve kadınlar bazı erkek yönetmenler ve yapımcılar tarafından birer arzu nesnesi olarak görülüyor. Maria Schneider de bu duruma en ağır şekilde maruz kalan isimlerden biri. Günümüzde #MeToo hareketiyle birlikte yeniden gündeme gelen bu olay, Schneider’in adının çıkması, dedikodular, yaşadığı travmalar ama tüm bu kötülüklere rağmen bir dostuna bağlanmak, dimdik ayakta durmak, yaşam savaşı vermek gibi temalar fazla çarpıtmadan anlatıyor ve izleyicinin onun yerine kendisini koymasını sağlıyor.

Filmin görselliği de en az hikâyesi kadar güçlü. Pastel tonlarının hâkim olması, bence sinemanın toz pembe yalancılık tarafını yansıtması açısından başarılı bir tercih. Ayrıca, filmde kullanılan orta ve yakın çekimler, Schneider’i anlamamıza, onunla empati kurmamıza ve ona yardım etme hissine kapılmamıza olanak tanıyor. Filmi izlerken, sanki biz de onun o bataklıktan çıkmasına yardım etmeye çalışıyoruz.

Filmin müzikleri ise minimalist, tansiyonu yükselten ve gerilimli bir tona sahip. Özellikle Maria Schneider’in olduğu sahnelerde müzik, filme büyük bir destek sağlıyor. Ses tasarımı da oldukça başarılı. Müziklerin yanı sıra karakterlerin ortaya çıkmasını sağlayan ses kullanımı, izleyiciyi filme daha fazla yaklaştırıyor.

Oyunculuk açısından, Anamaria Vartolomei’yi defalarca alkışladım. Çektiği onca acıya ve ruhsal çöküşe rağmen defalarca ayakta kalmayı başaran bir kadın karakteri başarıyla canlandırarak tüm kadınlara örnek olabilecek bir performans sergilemiş. Vartolomei, Maria Schneider’e derinlik katmış; hem performansı hem de karakter yorumuyla göz dolduruyor. Bunun dışında, Marlon Brando’yu canlandıran Matt Dillon da Brando’ya farklı bir yorum katmış. Dillon, hem yüz ifadesi hem de içtenliğiyle güçlü bir performans ortaya koymuş.

Son olarak toparlayacak olursak, Being Maria bence anlatılmış en çarpıcı, en sarsıcı ve en düşündürücü gerçek hikâyelerden birini ele alıyor. Gerçeğe yakın diliyle, son yıllarda izleyebileceğiniz en etkileyici yapımlardan biri. Her şeye rağmen güçlü bir şekilde ayakta kalmaya çalışan bir kadının hikâyesini gerçeği çarpıtmadan anlatmayı başarmış. Bu yazıyı yazdığımda, muhtemelen film vizyona girmiş olacak. Hepsinden öte, bu filmi haftanın en kayda değer yapımlarından biri olarak değerlendiriyorum. Hepinize iyi ve keyifli seyirler dilerim.

Being Maria: Sinemada Kadının Başrolü

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...