Anasayfa İncelemelerDizi İncelemeleri The Penguin: Ağır Aksak Oz

The Penguin: Ağır Aksak Oz

Yazar: Canberk Kaçar

The Penguin: Ağır Aksak Oz

Fransız filozof Simone Weil bir eserinde şöyle yazmıştı: “Hayali kötülük romantik ve çeşitlidir; gerçek kötülük ise kasvetli, monoton, kısır ve sıkıcıdır.” Ölümünden sonra yayımlanan Gravity and Grace (Yerçekimi ve Zarafet) adlı eserinden yaptığı bu alıntı, öyküler ile gerçeklik arasındaki ayrımı yansıtmaktadır; birincisi kötülüğü büyütüp ona kaynak sağlarken ve ona tutarlılık kazandırırken (eğlence sağlamak bir yana), varoluşun soğuk ve sabit doğası bunun tam tersini yapar: Kötülüğü sıkıcı rutinlerin içine gizler ya da kolayca açıklanamayan eylemlerle örter. The Zone of Interest‘i izlediyseniz (ya da sadece geçen yılki Oscar yarışını takip ettiyseniz), ‘kötülüğün sıradanlığı’ ifadesi aklınıza gelebilir.

Tersinden söylemek gerekirse, yeni suç dizisi The Penguin‘in bir serinin devamı gibi hissettirmemesi onun için bir iltifat. Dizi, Matt Reeves’in 2022 yapımı The Batman filminin bir yan ürünü ve Gotham Şehri ile çeşitli kahraman ve kötü adamlarının bir başka yeniden canlandırması. Ancak Lauren LeFranc’ın yaratıcısı olduğu The Penguin, birkaç gönderme dışında, çoğunlukla kendi başına bir yapım; merkezinde yarı haklı bir politika olan, çiğ ve tatmin edici bir yeraltı destanı olarak oynuyor.

Baş karakter, Batman dünyasında uzun zamandır olduğu gibi Oswald Cobblepot adında, şemsiye kullanan, tuhaf bir şekilde tombul bir züppe değil. O artık Oz Cobb, Gotham’ın suç hiyerarşisinin tepesine tırmanmaya çalışan kaba ve acımasız, karmakarışık bir adam. The Batman‘de olduğu gibi, ağır makyajlı Colin Farrell tarafından canlandırılıyor; Farrell’ın sesindeki ve duruşundaki daha analog değişimlerle tamamlanan güçlü bir fiziksel dönüşüm eylemi. Büyük, ilgi çekici bir performans; hem geniş jestleri hem de dikkatli ayrıntılarıyla büyüleyici.

Oz muhtemelen bir sosyopat, ancak eski usul mahalle cazibesine de sahip. Bir politikacıyı tartaklar ve sonra dar bir park yerinden çıkmasına yardım eder. İşgüzar bir sokak çocuğu olan Victor’u (Rhenzy Feliz) öldürmeye çok yaklaşır, ancak son anda onu kanatları altına almaya karar verir ve aniden ortadan kaybolan ölümcül tehdit, gerçekten önemli bir şey değilmiş gibi davranır. Zaman zaman, onun acımasız kötülüğünün üzerine ya hesapçı bir strateji ya da ahlak ile korkunç bir boşluk arasındaki gerçek bir çatışmanın temsilcisi olan sıradan bir adam sevimliliğiyle görürüz.

Portreyi daha da karmaşık hale getirmek için Oz’un annesi Francis (Deirdre O’Connell) meselesi var. Oz’un yoğun bir şekilde bağlı olduğu bunak yaşlı bir battle-axe. Oz’u dürüstlük alemine gerçekten bağlayan son şey olabilir, ancak aralarındaki ilişki hiç de hoş değil. Çünkü dizi ilerledikçe bu saplantılı hâli biz de hissediyoruz. Dizi, adeta bir entrikalar yumağı. İlk başta Victor’un himayesindeki anlatı merkez sahneyi işgal edecek gibi görünüyor, ancak daha sonra Oz’un anne sorunlarıyla ilgilenebilmesi için arka planda kayboluyor. Ve böylece zorlu bir düşman ortaya çıkabilir: Sophia Falcone, Arkham Tımarhanesi’nden yeni salıverilmiş, Cristin Milioti’nin tik ve mırıltıyla canlandırdığı, mafya ailesinin müptelası. O da Oz gibi, karmaşık duygusal gölgelere sahip bir kötü adam. Sophia, hayatında büyük haksızlıklara uğramış, ancak tüm bu acıyı ailesinin kötülüğünü ikiye katlayarak işlemeyi seçmiş.

Sophia ve Oz, Batman’in olaylarıyla harap olmuş bir Gotham’da kontrol için yarışıyorlar. O filmin doruk noktası olan sel felaketi, ezilen bir mahalleyi yerle bir etmiştir ve uyuşturucu savaşı birçok cephede sürmektedir. Bu kargaşada Oz’un yararlanmayı umduğu bir fırsat vardır. O ve Sophia, çeteleri kendi amaçları doğrultusunda bir araya getirmeye çalışırken popülist bir yol benimserler. The Penguin, sendika oligarklarından özerkliklerini geri almak için ayaklanan bir tür suç sınıfı proletaryası hayal eder aslında. Bu şık bir numaradır, çünkü gerçek dünyadaki tartışmalara gangster hamuruyla dokunmuş heyecan verici bir imada bulunur bize.

The Penguin, cesur şiddet ile melodramı, sosyal yorum ile alaycı mizahı zekice dengeleyen akıllıca bir dizi. Başarısızlığı ise aynı anda çok fazla hikâye anlatma hırsında yatıyor. Karakterler ya bu anlatı çalılığı içinde kayboluyor ya da motivasyonel rotalarını bir anda değiştirmek zorunda kalıyorlar. İnsan, sezon için daha sağlam, konsantre ve finalin acımasız sonucunu çok daha tatmin edici kılacak bir şey arzuluyor. Sekiz bölümde çok fazla olay örgüsü tüketilecek gibi. Farrell’ın bir başka görev turu için zorlu yolculuğuna çıkmayı kabul etmesi halinde dizinin bundan sonra nereye gidebileceği merak ediliyor.

Bu, şüphesiz bir çile olsa da, Farrell’ın her şeyi tekrar yaşamayı kabul edeceğini umuyor insan. Başta O’Connell, Milioti ve Oz’un kız arkadaşı rolündeki Carmen Ejogo olmak üzere, rol arkadaşları tarafından çok iyi bir şekilde desteklenen, sonsuz derecede zorlayıcı bir performans sergiliyor. Hepsi de dizinin iyi ifade edilmiş Gotham versiyonunu, her şeyin entropisinin ortasında hayatta kalmak için çabalayan kabileler ve kültürler karmaşasını zengin bir şekilde yaşıyor.

Dizi neredeyse kesinlikle kendi başına yürüyor diyebilirim. Son dört yılda Disney+’ı tıka basa dolduran Marvel dizileriyle aynı sinerjik gerginliği göstermiyor. DC’nin belki de tesadüfi avantajı burada: dağınık mitolojisi, sayısız dur-kalkları ve yeniden icatları, yaratıcı düşüncenin sızabileceği boşluklar yaratmış. Eğer The Penguin, daha büyük bir anlatıya hizmet etmek için sıkı bir şekilde hareket etmek zorunda kalsaydı, bu kadar hızlı ve keyifli olacağından şüpheliyim. Eğer bu sıkı işleyiş gerçekleşirse, bu The Penguin‘in rüyasının gerçekleşmesi olabilir; yani kaostan doğan düzen.

The Penguin: Ağır Aksak Oz

Bunlar da ilginizi çekebilir

1 Yorum:

Kemal 04/10/2024 - 09:25

Bambaşka bir bakış açısı. Çok beğendim. Ellere sağlık.

Yanıtla

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...