The Keepers: Zaman Aşımına Direnen Bir Cinayet Dosyası
Matematik öğretmenin iyiyse matematiğin de iyidir cümlesini daha önce duyanlarınız vardır. Aslında bu kalıbı bütün alanlar için kullanmamız mümkün zira bir alanı güzel ve öğrenilebilir kılan yegâne değişken öğreten kişinin kabiliyetinde saklıdır. Hatta bazen hiç sevmediğimiz bir dersi öğretmeni sevdiğimiz için sevmeye başlarız. İşte 1960’larda Baltimore’da bulunan bir devlet okulunda da tam olarak bu yaşanmıştı. Kiliseden ayrılıp Keough Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olmaya karar veren Rahibe Catherine Cesnik, yaşının öğrencilere yakın olmasından ve sevecen yaklaşımından dolayı kısa zamanda öğrencilerin ablası konumuna gelebilmiş hatta edebiyat dersi gelmesin diye dua eden öğrenciler Rahibe Catherine’in romantik bakış açısı sayesinde dersi iple çeker hale gelmişlerdi. Öğrencilerin mezuniyet yılına gelindiğinde bu kadar bağ kurdukları bir öğretmenin bir cinayete kurban gitmesi oldukça trajik bir etki yaratmış dahası bu cinayetin çözülemeden bırakılmış olması vicdanlarını yıllarca sorgulamalarına neden olmuştu.
Netflix’in 2017 yılında belgesel türünde yayınladığı bir sezon yedi bölümlük The Keepers, Rahibe Catherine Cesnik cinayetinin geç de olsa çözülebilmesi için tutkulu bir gazeteci olan Tom Nugent ve iki öğrenci gözünden olayları bize aktarıyor. Çok farklı karakterlere sahip olan Gemma Hoskins ve Abbie Schaub mezuniyetlerinden yıllar sonra 60’lı yaşlarında öğretmenlerine olan vicdani borçlarını ödemek üzere tekrardan bir araya geliyorlar. Öğretmenleriyle olan sıkı bağları nedeniyle bir polisten veya dedektiften daha çok bilgiye sahip olduklarını düşünerek yola çıkıyorlar ve bizde bilinenlerden bilinmeyenlere doğru süreci onlarla birlikte takip ediyoruz. Olayın iç yüzünü araştırırlarken diğer sınıf arkadaşlarından, öğretmenlerden, polislerden ve diğer bağlantılı kişilerden bilgiler ediniyorlar hatta bazı kişileri belgeselde bizzat dinleyebiliyoruz. Facebook üzerinden kurdukları “Catherine Cesnik ve Joyce Malecki için Adalet” sayfası sayesinde olayla ilgili bilgilere ve kişilere sosyal medya üzerinden kolayca erişim sağlayabiliyorlar. Aynı zamanda CIA ve FBI ile de (çok katkıları olmasa da) iletişim halinde olmaları bu işi ne kadar ciddiye aldıklarını bize gösteriyor.
O yıllarda Baltimore, insanların kapılarını kilitlemeye bile gerek duymayacağı kadar sakin ve güvenli bir yerleşimdi. Daha önce kaçırılan ve katledilen bir kadın olayına şahit olmayan halk, aynı hafta içerisinde iki kadının kaçırılıp öldürülmesi şokunu yaşamıştı. Belgeselin başında bu şekilde bahseden halka karşılık devam eden süreçte dönemin cinayet masasında yer alan polis komiseri John Barnold o dönemde Baltimore’da yılda 200 kadar cinayet işlendiğini, kaybolan insanların bir şekilde geri döndüklerini, önemsenecek bir şey olmadığını ifade ediyor. Hatta bu söylemleri gazete manşetlerine kadar yansıyor. Aynı yerde yaşayan halkla polisin birbirinden bu kadar farklı hissetmesi şaşırtıcı bir detaydı. Rahibe Catherine gibi alışverişe diye çıkıp bir daha evine dönmeyen Joyce Malecki ile bu dava daha da ciddileşiyor. Neticede cesetlere de ulaşılıyor. Kaybolanların geri dönmediği bir cinayet dosyası ortaya çıkmış oluyor. Aynı hafta içerisinde gerçekleşen ve benzerliklerle dolu olan bu iki olay ister istemez olayları birbiriyle de birleştiriliyor. Bu nedenle bağlantı kurabilmek adına Joyce’un aile üyelerine de belgeselde sık sık yer verilmiş.
Joyce’un ertesi gün bulunan cesedinin aksine Catherine’in cesedi 7 Kasım 1969’dan 3 Ocak 1970’e kadar bulunamamış; bu insanlar için çok daha yıpratıcı bir süreci beraberinde getirmiş. Ve belki de birbirlerine çok benzeseler de bu iki olayın sorumlusunu birbirinden ayıran bir etken ortaya çıkmış. Katiller olay yerine geri dönerler düşüncesi ile ben katilin bir şekilde bu soruşturma içerisine kendisini dahil ettiğini ve süreci yakından takip ettiğini düşünüyordum. Önce o dönem çalışan polislerden şüphelensem de gizli tanığın ikinci bölümden itibaren karşımıza çıkmasıyla olaylar bambaşka yerlere gitti. Ortada birden çok suç, birden çok suçlu ve birden çok mağdur olması belgesi içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Finalde aradığınız cevapların büyük bir çoğunluğunu bulamamak ise insanı daha da çıkılmaz düşüncelere boğuyor.
Herkesin girmek için yıllarca uğraştığı bölgenin en prestijli eğitim kurumu aslında içerisinde birçok yanlışı barındıran disiplini, eğitimi ve inancı kendi istekleri doğrultusunda tepe taklak eden kara bir kurumdu. Keough Lisesi bu lekeyle beraber sonsuza dek kapandı ama geride bıraktığı yaralı mezunlar yaşadıklarını adalet yerini bulsa bile hiçbir zaman yok sayamayacaklar.
Çocukken bastırılan duyguların, aşırı kuralcılığın ve aile baskısının bireyde bıraktığı kalıcı izler çoğu zaman şiddete veya intihara eğilime yol açıyor. Rahibin çocukluğunu yaşıtlarının aksine bahçede ayin yaparak geçirmiş olması, 15 yaşından itibaren de dini otorite konumuna gelmesi bir şeylerin yanlış gitmeye başladığını gösteriyor. Kaç tane rahip cebinde silahla dolaşır ki? Etik davranışlardan uzak bu rahibin Keough Lisesi’nde rehberlik görevine getirilmiş olması başlı başına bir hataymış. Finalde bu atamanın bile bile yapıldığını görmek benim için hayatı sorgulatır nitelikteydi.
Bölümler ilerledikçe çözülmek istense çözülürdü diyorsunuz, çözülmemesi için özel bir çaba varmış gibi gözüküyor. Başpiskoposluğun bile bile hiçbir şey yapmaması, 1994 yılında yaklaşık yüz kadının şikâyette bulunmasına rağmen arşivde bu şikayetlerin yok olması, rahibenin kız kardeşine yazdığı mektubun delil olarak polis tarafından alınıp daha sonra ortadan yok olması, otopsi raporunun uzun süre gizlenmesi, mezardan çıkarılan dosyaların şaibeli durumu ve bütün bunlara rağmen savcılığın “Elinizde sadece mağdurun ifadesi varsa bu yeterli değildir.” demesi bana samimiyetsiz geldi. O zaman bütün şüphelileri derinlemesine sorgulasaydınız ve delilleri korusaydınız. Birkaç tane öğrencinin bir araya gelerek sırları ortaya çıkarması, profesyonel insanlar da çabalasa bu delillere veya şüphelilere rahatlıkla ulaşırdı demek oluyor hatta belki bu kadar zaman aşımına uğramazdı ve olağan şüpheliler bu dünyadan göçmeden önce incelenmiş olurdu. Dünya’yı, sistemleri, değişkenleri ve denge unsurlarını görebilmek açısından güzel bir belgeseldi ama neticenin sizi hiç tatmin etmeyeceğini söylemem gerekiyor. Belki bu davayla ilgisi olan herkes öldüğünde gerçekler bir şekilde ortaya atılacak belki de hiçbir zaman ortaya çıkarılmayacak kadar tarihten silinmiş olacak. En azından sigara izmaritinde bulunan dnanın kime ait olduğunu bilebilseydik iyi olacaktı. Belki bir gün diyelim. (Bu arada Gerry’den şüphelenmemek için çok çabaladım ama bir yerden sonra benim de içime kurt düştü, lütfen katil o olmasın ve Joyce’un davasıyla daha çok ilgilenilsin.)
The Keepers: Zaman Aşımına Direnen Bir Cinayet Dosyası