The French Connection: Devrimsel Bir Suç Filmi
Exorcist, To Live and Die in Los Angeles, Sorcerer ve Killer Joe gibi filmleri yönetmiş Amerikan sinemasının önemli isimlerinden olan William Friedkin’in yönetmen koltuğunda oturduğu; Gene Hackman, Roy Scheider, Fernando Rey gibi isimlerin de başrollerini üstlendiği bu bol ödüllü 1971 yapımı klasik suç filmini İstanbul Film Festivali‘nin bu seneki yönetmen seçkisinde izleme fırsatı buldum.
Elindeki malları elden çıkarmak için New York’a gelen Fransız bir uyuşturucu satıcısını yakalamaya çalışan, kullandığı metodlar ise fazlasıyla tartışmalı olan Dedektif Popeye Doyle’u merkezine alan film; konusunun vaad ettiğinin aksine bir “kahramanlık” hikayesinden çok bir saplantı hikayesi anlatmakta bana kalırsa. Yine bu tarz bir filmden bekleneceği üzere çatışma ve araştırma sahnelerinden çok film çoğu nefes kesici fakat bir o kadar da gerçekçi ve ağır olan takip sahnelerinden oluşuyor. Özellikle çekilirken trafiğin kapatılmadığı tren takip sahnesi, başta meşhur oyun serisi GTA olmak üzere kendisinden sonraki pek çok film, dizi ve oyuna ilham olmuş.
Genellikle seyirciler arasında tartışma konusu olsa da ben filmin özellikle bazı sahnelerinde iyice belirginleşen belgeselvari çekimlerine bayıldım. Yönetmenin tercih ettiği bu çekim tekniği bana bir suç filmi izlediğimden çok gerçek hayatta olan bir uyuşturucu kaçakçılığı davasını gerçek zamanlı olarak izlediğimi hissettirdi. Ayrıca bu teknik bana kalırsa filmi aynı dönemde yaygın olan gerçekçi suç dramaları arasından sıyırıp modern izleyicinin de etkilenebileceği zamansız bir film haline getirmiş.
Filmdeki oyunculuklar genel olarak harika olmasına rağmen bana göre parlayan isim Gene Hackman oldu. Onu izlerken cidden karşımda Popeye Doyle olduğunu hissettim; karakterin saplantısını, ahlaki açıdan yanlışlığını ve öfkesini seyirciye çok temiz bir şekilde aktaran çok duru bir oyunculuk sergilemiş Hackman. Ki bu şahane oyunculuğu şu anki halinin aksine o zamanlar cidden güvenilir olup verdiği kararlar da bence adaletli olan Akademi, Oscar vererek ödüllendirmiş.
Filmin Oscar heykelini aldığı ve günümüzde hala daha konusu geçtiğinde tartışılan dal ise yönetmenlik. Filmde kusursuz bir yönetmenlik işi olduğu kesin olan bir konu olsa da o sene William Friedkin’in yarıştığı isimler arasında Stanley Kubrick’in “A Clockwork Orange” ile olması Akademi tarafından verilmiş olan kararı sorgulatıyor. Yine de bence hak edilmeyen bir ödül değil. Çünkü önceden bahsettiğim gibi gerek tercih edilen çekim tekniği, gerek yaratılmış o pis New York atmosferi, gerek çekildiği yıla rağmen hala daha izlerken burun kıvırtmayan aksine hayranlık uyandıran kovalamaca sahneleri olsun bu filmde de ödülü hak eden muhteşem bir yönetmenlik çalışması var.
Filmin müziklerini üstlenen isim ise bana göre jazz’ın en önemli isimlerinden olan Don Ellis. Ve bu alana da baktığımda yine şahane bir iş çıktığını görüyorum. Bu filmi bir klasik haline getiren etkenlerden birisi de filmin muhteşem müzikleri. Filmin her saniyesinde tırmanan gerginliği ve 70’lerin kirli ve tekinsiz New York atmosferini hissettiren güzel bir iş çıkarmış Don Ellis.
Senaryo ise bana kalırsa filmin en zayıf yanı çünkü öne çıkan bir şey yok. Özellikle diyaloglar ve Popeye Doyle hariç karakterler arasında öne çıkan hiçbir şey yok. Olay örgüsü ise oldukça sade filmin. Ancak filmin zaten bu konularda iddiası yok. Sert ve gerçekçi bir suç filmi vaat ediyor ve bunu da misliyle veriyor “The French Connection”. Yine de ben senaryoyu maalesef ki zayıf olarak nitelendiriyorum çünkü filmde bazı noktalar fazlasıyla anlaşılmaz bir biçimde geçilmiş ve bu durum filmi kusursuz olarak nitelendirmemi maalesef ki imkansız hale getiriyor.
Senaryo kısmındaki eksiklikler harici çok iyi olan bir film olan “The French Connection”ı suç filmlerine düşkünseniz ve bir klasik izlemek istiyorsanız kesinlikle öneririm.
Puan: 8.5/10
The French Connection: Devrimsel Bir Suç Filmi