Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Tereddüt Çizgisi : İnce Buz Üstünde Adalet Arayışı

Tereddüt Çizgisi : İnce Buz Üstünde Adalet Arayışı

Yazar: Tolga Taşan

Tereddüt Çizgisi : İnce Buz Üstünde Adalet Arayışı

Geçtiğimiz yıllarda sinemalarda ve diğer platformlarda tonlarca film izledik; Tereddüt Çizgisi ise bu kadar filmin arasında, izlediğim ilk andan itibaren aklımda dönüp duran nadir filmlerden biri oldu. 2023 yılında yapılan 80. Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan, Selman Nacar yönetimindeki bu bol ödüllü film, Cannes Festivali ve birçok festivali daha arkasında bırakıp bir süre inzivaya çekilmişti; Mubi’de izlemek artık mümkün.

Canan isimli idealist bir avukatın, cinayetle yargılanan ancak kendisinden başka kimsenin yanında durmadığı müvekkili Musa’yı kurtarma çabasını izlediğimiz bu hikâyede; Canan’ın hastane ve adliye arasında gidip gelen hayatının içerisinde yaşadığı ahlaki ve vicdani birçok güçlükle savaşını, bir yandan da adalet parametreleriyle mücadelesini görüyoruz.

Oyuncular arasında; Tülin Özen, Oğulcan Arman Uslu, Gülçin Kültür Şahin ve Vedat Erincin gibi güçlü isimlerin olduğu filmde, yine Selman Nacar’ın elinden çıkan 2021 yapımı İki Şafak Arasında filminde de aynı rolle karşımıza çıkan Erdem Şenocak da yer alıyor. Şenocak, can verdiği Avukat Yasin karakteri ile iki film arasında köprü vazifesi görürken, bir açıdan da bizlere değişen şehirler ve değişen hikâyelere rağmen çürümeye yüz tutan şeylerin benzerliklerini hatırlatıyor.

84 dakikalık kısa süresi ile dikkat çeken filmin anlattığı konular o kadar yoğun ve gerçek ki; dar, sıkışık ve kasvetli kadrajlar seçilmesine ve filmin doğal sesleri haricinde öyküye etki edecek dışarıdan hiçbir uyaran görevi gören ses ya da müzik eklenmemesine rağmen, filmin sürükleyiciliği ve olayların gerginliğinden gözümü bir saniye bile ekrandan ayıramadım. Film beni öyle içine çekti ki film bittikten sonra jenerik bitmeden başa sarıp bir tur daha izledim. İstanbul Film Festivali de dâhil olmak üzere birçok festivalden ödüllerle dönmelerine şaşırmamak gerek. Hatta aldığı tüm ödüllere rağmen filmin hâlâ “underrated” kaldığını ve yeterli ilgiyi görmediğini düşünüyorum.

Tülin Özen’in sade fakat bir o kadar güçlü çizdiği Canan karakteriyle ne kadar başarılı bir oyuncu olduğunu tekrar bizlere göstermiş olduğu filmde, anlatımın gücünü artıran, hayatın içindeki büyük ve küçük tüm detayların filmin genel iskeletini oluşturduğunu söylemek herhâlde yanlış olmaz. Canan’ın beyin ölümü gerçekleşen fakat hastanede bir umutla yaşatılmaya çalışılan annesiyle edemediği veda, kardeşiyle sessiz bir biçimde girdikleri hayat ve vicdan kavgası, sosyal hayatın içinde verdiği güç savaşı, güçlü olma zorunluluğu, inandığı değerleri korumak için köhne, rutubetli ve çürümüş adliye binasının koridorlarında suratına takındığı ifade ile çalkantılarla dolu bu girift karakteri inanılmaz canlandırmış. Ne de olsa Musa’yı ondan başkası kurtaramaz.

Keza diğer oyuncular için de aynı şeyi söylemek mümkün. Dava görülürken, mahkeme salonunun içerisindeki arkada oturan izleyicilerden jandarma personeline kadar herkes adeta yaşıyor, sanki yazılı bir metin yokmuş da herkes hayatın sıradan akışında olduğu gibiymişçesine hikâyede yer alıyor. Burada tüm teknik ekibi ve oyuncuları alkışlamak gerek. Tabii başa Selman Nacar’ı alarak.

Selman Nacar, bir önceki filmi İki Şafak Arasında’da olduğu gibi karakterleri karikatürize etmeden, hayatın doğal akışında olduğu gibi yaşamalarını sağlayarak büyük bir iş başarmış. Filmin temposunu da o kadar ustalıkla yönetiyor ki bir sonraki karede neler olacağını tahmin bile edemiyorsunuz. Musa’nın hikâyesini mahkeme tutanaklarında dinlediğimiz, gerçeği avukatların savunmalarından anlamaya çalıştığımız anlarda, Canan’ın içinde bulunduğu tekinsizliği aniden parçalanan mahkeme salonunun tavanı ile bize hissettirmesi inanılmaz. Yönetmenin bu tip oyunlarla seyirciyi her an tetikte tutabilmesinin, demin de bahsettiğim o olağan akışı ne kadar iyi anladığını bize gösteriyor. İzleyiciye kırık buz üstünde yürümeye çalışma hissiyatı yaşatan olaylar birbiri ardına olurken, nefes alabildiğimiz ufak bir anda başlayan müziği Canan’ın kapatması, anlık bir katarsis ile bölünmeye fırsat tanımayarak gerilimi diri tutuyor. Karakterlerin; iç hesaplaşmalarını da dışa vurdukları öfkeyi de ikilemleri de onlarla beraber yaşıyoruz. Öyle ki nefes alacaksak da yalnız kalabildiğimiz tek anda, mahkeme salonunun basık tuvaletinde sırtımızı soğuk duvara dayayarak aynaya bakmadan alıyoruz.

Bu noktada Musa’dan bahsetmemiz de gerekiyor haliyle çünkü filmin ana aksını da oluşturan Musa’nın hikâyesi, bütün kesişimlerin orta noktası. Musa karakteri, bize hap gibi verilen bilgilerle şekillenen ve gözümüzde mağdur ile cani arasında gidip gelen bir yapıda. Fakat bunu da Musa’nın eylemlerinden değil, duyduklarımızla tamamlıyoruz. Musa’yı tanıyabileceğimiz tek anda bile kapıda jandarma beklemesi, onun bu belirsizliğinin nedenini bize açıklıyor aslında. Musa’nın trajedisinin içinde yalnızca adalet tecellisi işlemiyor. Onu ölüme razı eden bir tahakküm içerisinde, ona atfedilen kavramlarla, kendi adına bile konuşamadan, iradesiyle yapabildiği tek şey olan bileklerine kazıdığı “tereddüt çizgileri” ile hep ortada duruyor.

Tereddüt Çizgisi; etkileyici anlatımı, doğallığı ve sürükleyiciliğiyle kesinlikle izlemeniz gereken bir film. Önümüzdeki senelerde de adını sıkça duyacağımıza inandığım ve hatta bunu istediğim bir yönetmen olan Selman Nacar’ı takip etmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. İki Şafak Arasında, Tereddüt Çizgisi filmlerini ve 2025 yılı içerisinde Netflix’te yayınlanacak olan İstanbul Ansiklopedisi dizisini de izleme listenize mutlaka ekleyiniz.

Ekranom’da benim için bir ilk olarak puanım: 5/5

Tereddüt Çizgisi : İnce Buz Üstünde Adalet Arayışı

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...