Renfield: Dracula’ya Bir De Bu Açıdan Bakın
Hayatta karanlıklar ve aydınlıklar vardır; ve sen o ışıklardan birisin. Tüm ışıkların ışığı.
Dracula Bramstoker
Korku-komedi türündeki Renfield, 14 Nisan’da sinema severlerle buluştu. Filmin yönetmenliğini The Tomorrow War ve The Lego animasyonlarından aşina olduğumuz Chris Mckay üstleniyor. Oyuncu kadrosunda Kont Dracula rolünde Nicolas Cage’i, Dracula’nın sadık hizmetkarı rolünde ise çocuk yaştan beri beyaz perdenin tozunu yutmuş olan Nicholas Holt’u seyrediyoruz. Ayrıca özellikle son yıllarda birçok yüksek bütçeli projede yer alan rap müzisyeni ve oyuncu Awkwafina, Quincy rolünde ve yine komedyen ve oyuncu Ben Schwartz da suç örgütü veliahtı Teddy Lobo rolünde karşımıza çıkıyor. Filmin senaryosu ise Ryan Ridley’ye ait. Rick and Morty ve Community gibi kültleşmiş yapımlarda imzası bulunun Ridley’nin adını projede görmek daha izlemeden insanı heyecanlandırıyor.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var ki, film Drakula kisvesi altında psikolojik ögelerin öne çıktığı bir kendini arayış filmi. Bram Stoker’ın sevilen eseri Drakula’nın kendine has, bambaşka bir yorumu. Narsistik özelliklere sahip Kont Drakula’nın emir eli olan Renfield’ın özellikle son zamanlarda dillere pelesenk olmuş eş bağımlılık probleminden kurtulup kendi hayatının efendisi olma çabasını izliyoruz.
Efendisinin gücünü toplaması için katıldığı grup toplantılarından duyduğu kişileri avlayarak Dracula’ya sunan Renfield, bu şekilde en azından vicdanını bir nebze de olsa rahatalatmaya çalışır. Tıpkı kendisi gibi eş bağımlılık probleminden muzdarip insanların paylaşımlarından etkilenen Renfield’ın efendi köle ilişkisini bitirmeye karar vermesindeki son noktayı yozlaşmış polis teşkilatında temiz kalmayı başarabilen ve haksızlık karşısında dik duruşunu bozmayan polis memuru Quincy koyar. Böcek yiyerek insan üstü güçlere sahip olabilen Renfield, tam yeni bir hayata başlama hazırlıkları yapmışken bir yandan eli her yere uzanan eli kanlı suç örgütü ve bir yandan da ihanetini öğrenen Kont Dracula’nın pençeleri arasında sıkışıp kalmıştır. Renfield, bir çıkış yolu bulup, kendi hayatının efendisi olabilecek midir?
Renfield, Bramstocker’ın romanında sık sık adı geçen ve beyaz perde uyarlamalarında da birçok kez karşımıza çıkmış bir karakter. Efendisinin sadık hizmetkarı. Türlü vaatlerle kandırılmış ve ihanetiyle kendi hazin sonunu hazırlamış köle. Romanda da böcek besleme ve sonrasında da onları yeme gibi alışkanlıklara sahip biri. Fakat filmdeki gibi bu eylem ona doğaüstü güçler kazandırmıyor. Filmde gücünü yeniden toplayabilmek ve hayatta kalabilmek için insan kanıyla beslenmesi gereken Drakula’ya karşın, böcek yiyerek güç toplayan Renfield resmedilmiş. Filmin vermek istediği mesajlardan biri olan uç boyutlardaki narsizm sorununa yakışır bir ayrıntı olmuş. Film boyunca Renfield’a eşlik eden ve güçlü duruşuyla bağımlılıktan kurtulma serüveninin fitilini ateşleyen polis memuru Quincy ise romanda Kont Drakula’ya ilk bıçak darbesini indiren Quincey Morris’in modern bir yorumlaması olarak değerlendirmek mümkün. Çünkü filmde Quincy’yi her hareketiyle Renfield’ı motive ederken izliyoruz.
Eş bağımlılık, kısaca kendi istek ve arzularını bir kenara bırakıp karşısındaki kişiyi tatmin etme çabasını anlatan psikolojik bir terimdir. Günümüzde “kendi kendine yetebilme” kavramına büyük bir tezat oluşturan bu durum özellikle sosyal medyada sık sık gündeme gelmekte ve bir hayli eleştirilmekte. Hollywood yine bu trend konuya duyarsız kalmamış ve bu hicvi beyaz perdeye taşımış. Bu anlatıyı narsizm denilince belki de akla ilk gelen isimlerden biri olan Dracula üzerinden anlatılması oldukça hoş bir detay oluyor.
Filmde Renfield’ın adeta karanlıktan aydınlık tarafa doğru yaşadığı büyük sıçrayış sinema diliyle de başarılı bir şekilde resmediliyor. Filmin başındaki o karanlık, gotik hava yavaş yavaş kendini renklerin ahengine bırakıyor. Renk paletinde yumuşak bir geçiş yaşanıyor. Filmde yin yang felsefesi Quincy ve Renfield’ın peşlerindeki adamlardan kurtulmaya çalışırken kan gövdeyi götüren dövüş sahnesinde hoş bir şekilde anlatılmış. O kelimenin tam anlamıyla korkunç manzarada birbirlerine ağır çekimde hayran hayran baktıkları sahne bu ikiliğe güzel bir örnek teşkil ediyor.
Yığınla absürd detay filmin başlarında seyir zevkini yer yer düşürse de sonrasında seyirciye acılı bir keyif yaşatıyor. Komedinin dozuysa bir miktar kaçmış gibi. Filmin her sahnesine espriler sıkıştırılmış. Bazıları güldürse de bazıları maalesef yeterli olmuyor. Ayrıca iki ayrı uçta oyunculuk örneği izliyoruz desek yanlış olamayacaktır herhalde. Cage’in tiyatral oyunculuğu tam kıvamında ve karakterine cuk oturmuş olsa da Quincy rolündeki Awkwafina için bu durum geçerli değil maalesef. İzleticiyi kopma noktasına getiren oyunculuk örnekleri söz konusu. Nikholas Holt ise yine Mad Max’teki gibi bir ucube rolünün üstesinden hakkıyla gelmiş. Filmin en hoş ve akılda kalıcı kalıcı sahnelerinden biri de şüphesiz ki Renfield ve Dracula’nın ilk tanışma anlarının flashback ile gösterildiği sahneydi. 1931 yapımı Tod Browning ve Karl Freund‘un yönettiği siyah beyaz Dracula filmindeki tanışma sahnesini yeniden canlandırmaları, yüzde tebessüm bırakan hoş bir detay oluyor.
Mekanlar oldukça başarılı oluşturulmuş. Kıyafet, makyaj kesinlikle tatmin edici. Filmde göremesek de tanıtım videosunda “Radiohead – Creep“i duymak da çok keyifliydi. Ayrıca film 16 yaş ve üzeri için uygun bulunmuş fakat şarıl şarıl akan yoğun kan sahneleri herkese göre olmayabilir. Özellikle kan görme hassasiyeti olan izleyicilerin zinhar izlememesi gereken bir film. Zira sinema salonunun orta yerinde bayılma riskiniz oldukça yüksek. Özetle absürd ve gotik türü sevenleri için keyifli vakit geçirtecek bir film.
Renfield: Dracula’ya Bir De Bu Açıdan Bakın