Pera Palas’ta Gece Yarısı: Tarihe Tanıklık Eden Bir Otel
Yayınlandığı günden beri adından sıkça söz ettiren Netflix Türkiye yapımı Pera Palas’ta Gece Yarısı, Mustafa Kemal Atatürk’e yapılması planlanan suikastı konu almasıyla dikkatleri üzerine çekiyor. Zamana yapılan yolculuklarla geçmiş ile bugünü birbirine katan hikâye, fantastik türünde bir yapım olarak karşımıza çıkıyor ve gerçekliğinin sorgulanmadan izlenmesi gerektiğini vurguluyor. Senaryosunu Elif Usman’ın kaleme aldığı dizinin yönetmenliğini Emre Şahin ve Nisan Dağ üstleniyor ve ortaya başarılı bir iş çıkıyor. Dikkatimi çeken bazı senaryo kopukluklarına ve çiğ kaldığını düşündüğüm çeşitli diyaloglara rağmen yapımı beğendiğimi belirtmeliyim. Dönem yapımlarını seviyor ve Atatürk zamanına bir yolculuk yapmak istiyorsanız tek oturuşta bitirebileceğinizi düşündüğüm sürükleyip götüren bir dizi Pera Palas’ta Gece Yarısı.
Hikâyenin başrolünde Hazal Kaya’nın hayat verdiği genç gazeteci Esra yer alıyor. Pera Palas hakkında kaleme alacağı yazı için otele yaptığı ziyaretle gelişen olayları seyrediyoruz. Agatha Christie’nin geçmişte kaldığı 411 numaralı odada başlayan zaman yolculuğu günümüzden Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’na hazırlık yaptığı 1919 yılına uzanıyor. Atatürk’e düzenlenmesi planlanan suikastı Peride rolüne girerek önlemeye çalışan Esra’nın eğlenceli ve karmaşık mücadelesini seyrediyoruz. Otelin yöneticisi, Esra’nın deyimiyle Ahmet abi, geçmişe yapılan yolculukların bilirkişisi olarak Esra’nın yanında yer alıyor ve geçmişteki olayların akışına müdahale etmenin yaratabileceği risklerin en başından beri farkında.
Dizi kendi evreninde, kendi mantığı çerçevesinde ilerliyor ve çeşitli mantık hatalarına rağmen hikâyeyi soru işareti bırakmayan bir senaryoyla tamamlıyoruz bence. Diziyi izlerken ki beklentiniz ve bakış açınız diziyi beğenip beğenmeyeceğiniz konusunda etkili olabilir. Eğer beklentiniz izlerken keyifli vakit geçirebileceğiniz bir yapımdan fazlasıysa ve kusursuz bir şeyler izlemek istiyorsanız; evet bu dizi standartlarınızın altında kalabilir ve pek tabii hikâyenin eksikleri diziyi sizin için izlenmez hale getirebilir. Ancak şimdiye kadar izlediğimiz yerli yapımlar minvalinde ve yerli dizi sektörünü göz önüne aldığımda kendine üst sıralardan yer bulan bir dizi bana göre. Yerli dizi sektöründeki kaydedilen ilerlemenin yadsınamaz olduğunu ve dünya standartlarına hitap eden işler izleyebilmemiz için bu yapımlara şans vermemiz gerektiğini düşünüyorum.
Dizininin seyirciye sunulduğu günden beri tartışmaları devam eden Hazal Kaya’nın performansından söz etmek istiyorum. Hazal Kaya Esra’yı oyunculuğuyla oldukça güzel kotarmış; benim eksik bulduğum yönü oyunculukta değil, karakter tasarımında ve diyaloglardaydı. Aslında kendini geçmişte bulan bir karakterden olağan ve kusursuz olmasını beklemek doğru olmayabilir, ele alınan konu itibariyle elbette yapay veya absürt anlar seyretmemiz kaçınılmazdı. Örneğin sosyal medyada çok konuşulan Esra ile İngiliz askerler arasında geçen “geldiğiniz gibi gideceksiniz” diyaloğu diziyi izlemeye devam edip etmemem konusunda düşündürdü. Bu gibi itici bulduğum bazı sahnelerin önüne daha ince çalışılmış karakter tasarımları ve diyalog yazımıyla geçilebilirdi diye düşünüyorum.
Hikâye boyunca Halit’in, Ahmet’in ve Sonya’nın geçmişlerini öğreniyor ve hislerini anlamaya çalışıyoruz ancak en az tanıyabildiğimiz karakter başrol olmasına rağmen Esra sanırım. Final sahnesinde ikinci sezona dair verilen mesaj, Esra’nın daha ön planda olduğu bir sezon izleyeceğimizin habercisi gibi görünüyor. Son derece meraklı ve çılgın diye nitelendirebileceğim bir karakter Esra, Hazal Kaya’nın kendine has mizacıyla birleşince son derece eğlenceli birini izliyoruz. Bazen olayların akışına zekiliğiyle müdahale ederken bazen de ‘yok artık’ dedirten saf hareketleri Esra’yı Esra yapıyor sanırım. İlk bölümlerde Peride gibi davranmaya çalışması ne kadar komikse son bölümlere Peride’yi bir o kadar benimsiyor ve döneme ayak uydurmayı başarıyor. Ayrıca özellikle kadınların o dönemde sosyal hayattaki rolüyle ilgili güzel göndermeler yapılıyor, Hazal Kaya tepkileriyle bu göndermelerin hakkından fazlasıyla geliyor.
Halit’i canlandıran Selahattin Paşalı’yı Aşk101 dizisinde genç bir rolde ve Halit’ten çok farklı bir karakterle izlediğimiz için her ne kadar başta rolüne yakıştıramasam da bölümler ilerledikçe karakteri benimsedim. Tansu Biçer, Yasemin Szawlowski, Engin Hepileri, Hakan Dinçkol, James Chalmers ve Nergis Öztürk de dizide yer alan diğer isimler. Nergis Öztürk demişken final sahnesindeki fotoğrafta Madam Eleni’yi görmek beni oldukça şaşırttı ve izleyicilerin çoğunun dikkatinden kaçtığını gözlemlediğim bu detay ikinci sezona olan merakımı epey artırdı.
Dizinin eksik bulduğum yönlerinden biri senaryonun çok kalabalık olması ve haliyle bazı noktaların yüzeysel kalmasıydı. Örneğin başlarda komedi dizisi tadında ilerlemesine rağmen sonlara doğru ülkenin kaderini kurtardıkları bir maceraya dönüşmesi, İngiliz komutanın suikast planı, Dimitri’nin gizemi, Sonya’nın yan bir karakter olmasına rağmen hikâyesinin detaylı anlatılması, Peride’nin kızı ve dizi boyunca süren aşk sahneleri… Seyirciye ne hissedeceğini şaşırtan bu karmaşa aynı zamanda nereye odaklanmamız gerektiği konusunda muallakta bırakıyordu.
Dizi Atatürk’ün yer aldığı bir yapım olması sebebiyle sosyal medyada büyük yankı uyandırdı ve yine bu sebeple çok büyük bir kitleye hitap etmeyi başardı. Dizinin fragmanını izlediğimde Atatürk’e nasıl yer verileceğini, kimin canlandıracağını ve dizideki imajını oldukça merak etmiştim. Dizinin sonuna geldiğimde yapımı özellikle bu yönüyle başarılı buldum; karizmatik lider portresiyle başarılı bir şekilde canlandırılmış Atatürk. Esra’nın antibiyotik bulmak için geleceğe gittiği bir bölümde İstanbul’un İngiliz işgali altında olduğunu gördüğü bir sekans vardı ve bu sahne suikastın önlenememesi durumunda gerçekleşecekleri gösteriyordu. Dizinin en beğendiğim kısımlarından biriydi burası, Atatürk ancak böyle bir sahneyle tarif edilebilirdi.
Son olarak dizisin görsel başarısından bahsetmek istiyorum. Hikâye boyunca yolculuk yapılan yıllarda farklı dekorlar, kostümler, dizaynlar izledik. Her bir sekansta kamera karşısındakiler başta olmak üzere arka plandaki figüranlar ve gündelik yaşama kadar tüm detaylar son derece titizlikle işlenmişti. Bu emek dolu çalışmanın benzerini geçtiğimiz aylarda yayınlanan ve yine eski İstanbul’da geçen Kulüp dizisinde de izlemiştik. Dizide beni zaman zaman rahatsız eden müzik kullanımına da değinmeden geçmeyeyim. Komik içerikli sahneler başladığı an beraberinde gelen eğlenceli sahne habercisi müziklerin kullanımı bana epey amatörce geldi, komedi dizilerindeki kahkaha efekti gibi gülmemizi hatırlatmak için konulmuş gibiydiler.
İlk bölümlerini izlerken epey zorlandığım hatta devam etmeyeceğimi düşündüğüm bu diziyi severek tamamladım. İzlerken eğlendim, güldüm, absürtlüğü hoşuma gitti. Eksik bulduğum yönlerini de gerekçeleriyle açıklamaya çalıştım. Emek verilen herhangi bir ürünü ‘eleştirirken’ insani duygularımızı yitirmememiz gerektiğini düşünüyorum. Keyifli seyirler dilerim!
Pera Palas’ta Gece Yarısı: Tarihe Tanıklık Eden Bir Otel