Megalopolis: Bir Masal – Coppola’nın Ütopik Vedası
Francis Ford Coppola’nın 40 yılı aşkın süredir çekmeyi düşündüğü Megalopolis, yakın zamanda Türkiye’de vizyona girdi. Dünya prömiyerini 77. Cannes Film Festivali’nde yaptıktan sonra, birçok eleştirmenden hem olumlu hem olumsuz yorumlar alan Megalopolis: Bir Masal‘ı, Coppola’nın ütopik bir vedası olarak görebiliriz.
The Godfather, Apocalypse Now, Bram Stoker’s Dracula, The Rainmaker gibi filmlerle dünyada büyük bir ün kazanan 85 yaşındaki yönetmen, Megalopolis‘in 40 yılı aşkın süredir düşündüğü bir proje olduğunu belirtse ve birkaç kez çekim için çalışmalara başlama girişiminde bulunsa da bütçe ve dönemsel problemler nedeniyle şimdiye kadar filmi çekememişti. Film, çekimlere başlandığından bu yana da oyuncu değişiklikleri gibi konularla gündeme gelmişti. Şüphesiz ki, filmin çekileceğini duyan sinemaseverler, ortaya nasıl bir yapım çıkacağını merakla bekliyorlardı. Yıllar Coppola’nın isteğini geçirmedi, aksine daha da güçlendirdi. Francis Ford Coppola, Megalopolis hayalini gerçekleştirme isteğinden vazgeçmedi ve filmi çekebilmek için kullandığı 120 milyon dolarlık bütçeyi kendi imkânlarıyla finanse etti. Coppola’nın sinematografik vizyonunu, epik anlatımını ve felsefi temalarını derinlemesine harmanladığı bu film, modern yaşamın karmaşasını ve insan doğasının çelişkilerini irdeliyor.
Başrollerini Adam Driver, Nathalie Emmanuel, Laurence Fishburne, Aubrey Plaza, Giancarlo Esposito ve Forest Whitaker gibi oyuncuların paylaştığı Megalopolis, bilim kurgu, epik ve dramatik türde bir film olarak karşımıza çıkıyor. Adam Driver’ın Cesar Catilina karakterine hayat verdiği filmde, belediye başkanı Franklyn Cicero rolünde ise Giancarlo Esposito’yu görüyoruz. Cesar, dahi ve üstün yetenekli bir sanatçı olarak karşımıza çıkıyor. Cesar, idealist ve güçlü bir lider. Toplumsal olarak geliştirmek istediği idealleri, toplumsal sorunları çözme arzusuna dayanıyor. Bu noktada filmde sıkça kullanılan “zaman” teması da oldukça ön planda yer alıyor. Film, Cesar’ın bireysel hayallerinin toplumsal güç dinamiklerini nasıl şekillendirdiğini yansıtıyor. Filmdeki diğer karakterlerin hikayeleri de Cesar’ın çatışmaları etrafında sergileniyor.
Konu, Cesar’ın şehrine dair ütopik bir yeniden yapılandırma düşüncesi temelinde kuruluyor. Şehir yaşamının dinamikleri, sosyal ve ekonomik eşitsizlikler üzerinden derinlemesine işlenirken izleyiciye düşündürücü bir eleştiri sunuyor. Bu bağlamda filmdeki karakterler kişisel hedeflerine ulaşma çabasındayken Coppola, aynı zamanda toplumsal sistemin eleştirisini yapıyor. Cesar’ın Megalopolis’i yalnızca bir hayal değil, onun düşünce biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Ancak bu ütopyaya başta belediye başkanı Franklyn Cicero karşı çıkarken, Cesar ve Cicero’nun kızı Julia arasında oluşan bağ, filmdeki ilişkilerin temel dinamiğini yeniden oluşturacak nitelikte. Julia, ailesinin ve yaşadığı toplumun beklentileriyle kişisel arzuları arasında gidip gelmekte olan sorgulayıcı bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Julia, kadınlık ve güç temalarını simgelerken, Cesar’ın sert karakterinin derinlerine inerek birlikte yaptıkları seçimlerin, vazgeçişlerin ve fedakârlıkların onları zamanla nasıl güçlendirdiğini de yansıtan bir karakter.
Dahilik ve başarının getirdiği güç, aşk devreye girince nasıl etkilenecek? Geçmişin etkisi, geleceğin yönünü değiştirecek mi?
Megalopolis, toplumsal statü ve dinamikleri, sosyolojik ve psikolojik perspektiften inceleyen karmaşık bir yapıda oluşturulmuş. Ana karakterler, güçlü idealleri ve kişisel çatışmalarıyla toplumsal sorunların yüzeyine çıkarak izleyiciyi derin bir psikolojik yolculuğa davet ediyor. Kıskançlık, aşk, ihtiras, entrika, hırs ve başarı arzusu, filmin kişide uyandırdığı hislerden bazıları. Birbirinden farklı birçok karakter aracılığıyla toplumsal sınıf farkları, güç dinamikleri ve insani değerler arasındaki çatışmalar izleyiciye aktarılıyor. Modern toplumun karmaşası ve medeniyetin çöküşü üzerinde durarak, umut ve umutsuzluk arasındaki o ince çizgide geçen film, aynı zamanda bazı şeylerin olabilirliğini sorgulatıyor. Felsefi yönden güçlü bir kalem, görsel açıdan etkileyici sahnelerle buluşuyor.
Filmin sinematografisi oldukça güçlü. Çekim açıları, şehir manzaraları, devasa yapılar ve kalabalık sokaklar, izleyicilere dinamik bir atmosfer sunma konusunda çok başarılı bir şekilde tasarlanmış. Görsel kompozisyonlar, hem kişi ve mekân ilişkisini hem de karakterlerin içsel çatışmalarını simgeliyor. Filmin özellikle ilk yarısında düşük ışık kullanımı ve geniş açılar, hem karakterlerin yalnızlıklarını hem de şehirlerin soğukluğunu vurgulamak için etkili bir şekilde kullanılmış.
Megalopolis bir yandan Coppola’nın kariyerinin yansıması olarak değerlendirilebilir. Kariyeri boyunca ortaya koyduğu filmleri izleyenler, büyük fikirlerin ve insan doğasının çeşitli yönlerinin Coppola’nın özellikle yoğunlaştığı noktalar olduğunu mutlaka gözlemlemişlerdir. Ancak Megalopolis, benim bakış açıma göre biraz daha öznel bir yapım olmuş. Herkese hitap etmemesi ve çoğu eleştirmeni fikir ayrılığına sürüklemesi bunun bir göstergesi. Film, sinematografik açıdan ne kadar muhteşem yansıtılsa da düşünsel olarak hikâye içindeki bazı geçişler sizi zaman zaman filmden koparabiliyor. Buna rağmen, 40 yıllık bir düşü ilerleyen yaşına aldırmaksızın gerçeğe dönüştürme cesareti ve bu uğurda feda ettikleri, Francis Ford Coppola’nın geçmişte, şimdi ve gelecekte saygıyı hak eden bir yönetmen olduğunu bir kez daha kanıtlar nitelikte.
Herkese iyi seyirler diliyorum, hoşça kalın 😊
Megalopolis: Bir Masal – Coppola’nın Ütopik Vedası