Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Jules and Jim: Üç Kalp Bir Arada

Jules and Jim: Üç Kalp Bir Arada

Yazar: Asya Karataş

Jules and Jim: Üç Kalp Bir Arada

1912 yılının Fransa’sındayız. Benzer zevklere ve ortak ilgili alanlarına sahip iki dost olan Jules ve Jim, ve bu ikilinin en büyük ortak noktası olan Catherine’in hikayesi bu…

Filmin yönetmeni ve Fransız Yeni Dalga akımının en önemli temsilcilerinden biri olan François Truffaut, bir röportajında ‘‘Ben hep aşk hakkında filmler yapıyorum, başka konular ilgimi çekmiyor çünkü, sadece hislere ilgi duyuyorum’’ der. 1962 yapımı Jules et Jim filmi de işte tam bu açıklamanın Truffaut tarzına yakışır bir temsil filmi gibidir sanki.

Bu hikayede konu gerçekten aşk mı, o birçok kesim için tartışılır tabii…

Jules et Jim’in siyah beyaz bir film olması kimi seyirciler için dramatik ve kasvetli bir etki gibi algılansa da, film boyunca arka planda duyulan ve sirk müziklerini anımsatan eğlenceli ritimler, filme romantik komedi havasında bir renk katıyor. Özellikle sahil sahnelerinde de Eric Rohmer filmlerinin ambiyansını hissetmek mümkün.

Filmin başlangıç sahnesinde Jules ve Jim, her şeyi birlikte yapan, hatta partnerlerini bile birlikte seçen iki yakın arkadaş olarak görünür. Fakat aralarına hiçbir kadının girmesine izin vermeyen bu iki dostun arkadaşlığı, hayatlarına Catherine’in girdiği noktada beklenmedik bir ölçüde değişir.

Jeanne Moreau tarafından canlandırılan Catherine karakterinin adı her ne kadar filmin başlığında geçmese de, aslında Jules ve Jim’den daha ön planda olduğunu, hatta filmin tamamen onun etrafında döndüğünü açıkça söylemek gerekir. Yan rolde gibi gözüken bir kadın karakterini bu derece baskın bir şekilde görmek, 1962 yapımı bir filmin o dönemki seyircileri için de oldukça sürprizli bir senaryo olsa gerek.

Catherine, kalıplara sığmayan, deli dolu, ve özgürlüğüne oldukça düşkün bir kadındır. Yeri gelir erkek kılığına girerek Jules ve Jim’in arasına karışır, yeri gelir kendini aynı kılıkta bir nehre bırakır. Bir saniye sonra ne yapacağı hiçbir zaman öngörülemez. Jules’in tasvirine göre Catherine, bir şeyi yapmak isteyince başkalarına zarar vermediğini anladığı sürece zevki için, ya da bir ders çıkarmak istediği için yapar. Jules, sarf ettiği bu cümle ile ise ne kadar ters köşe olacağının henüz farkında değildir. Çünkü Catherine sadece kendi hayatına değil, onların hayatına da yön verir.

Catherine, Jules ve Jim için nasıl bir dönüm noktasıysa, aslında hayatına aldığı bu iki erkek de, Catherine için bir dönüm noktasıdır. Ondandır ki filmin bir sahnesinde Catherine, Jules ve Jim’e dönerek ‘‘İkinizi tanımadan önce hiç gülmezdim’’ der. Jules ve Jim, Catherine ile tamamlanmıştır. Ancak bu tatmin edicilik duygusu, Catherine’de karşılık bulmaz; bunun aksine dünyayı keşfetmeye dair içinde bitmek bilmez bir heyecanla dolar.

1. Dünya Savaşı’nın araya girmesi ile birlikte savaş gerçeği bu üç karakter için de önemli bir geçiş süreci olur. Savaş sahnesindeki görüntüler de eğer gerçek savaş görüntülerden alınmadıysa (ki ben böyle düşündüm), o dönemin teknolojisine göre oldukça başarılı ve gerçekçidir. İki dostu karşıt cephelere düşüren bu savaş, karakterler arasındaki bağa dair de bir düşünme süreci oluşturmuştur. Jules’ın cephedeyken Catherine’e yazdığı mektupta da, çatıştığı insanların arasında Jim’in de olması ve onu yanlışlıkla öldürebilme ihtimalinin bulunmasından ötürü kaygıları görünür. Savaştan ikisinin de sağ kurtulması ve güvenle ülkelerine dönmesi Jules ve Jim için mucizevi bir sonuç gibi görünse de, her ikisi de onları bekleyen çıkmaz günlerden habersizdir. İki arkadaş da birbirine oldukça düşkündür ve her ikisi de Catherine’e aşık olmuştur. Bu üçü arasındaki aşk ve dostluk ilişkisi de, savaşın da etkisiyle iyicene yön değiştirmiştir.

Genel ahlaki normlara göre romantik ilişkilerin genellikle “iki kişi” arasında sürdürülmesi gerektiği düşünülen bir bağlamda, Jules et Jim filminde üç kişiyi içeren bir hikaye anlatılması, Truffaut’un cesur bakış açısını da açıkça ortaya koymaktadır. Jules ve Catherine evlenir. Ancak Jules karakterinin, eşi Catherine’e saplantılı derecesinde bağımlı hale gelmesine rağmen Catherine’in başkalarıyla, özellikle de en yakın arkadaşıyla ilişkiye girme konusunda hoşgörülü bir tutum sergilemesi, bunu kıskançlıkla karıştırmaması ve hatta gerektiğinde Jim’i ilişki konusunda cesaretlendirmesi, “sevgi” kavramının nesnel bir tanımının olmadığını seyircilere iletmektedir.

Jules’e göre aşk, sınırı olmayan bir fedakarlık zinciridir ve kendisini tamamen karşısındaki kişiye adama anlamına gelir. Jim ise Catherine’i açık bir şekilde oldukça arzulasa da, diğer Jules gibi duygularının tamamen esiri olmadığına dikkat çekmektedir. Jim’in aşkı mantığıyla birleştirmesi ve karşılıklı fedakarlık beklentileri içinde bir taraf olarak yer alması, filmin temel çatışmalarından birini oluşturur.

Catherine karakterine odaklanıldığında filmde en derinlemesine tasarlanmış karakter olduğu açıkça görülebilinir. Bu karakterin aşk anlayışı, karşısındaki kişiyi tamamen elde etmek ve manipülatif bir şekilde kullanmaktan ibarettir. Kendisini merkeze alan ve sadece kendi zevkleri doğrultusunda hareket eden Catherine, Jules’ten edindiği sınırsız anlayışı normalleştirmiş ve bu tutumu da her ilişkide aramıştır. Kişisel tercihleri öne çıkan Catherine, kendisine karşı çıkıldığında içgüdüsel olarak intikam alma eğilimindedir. Sürekli bir krizin içinde bulunan ve bu krizi diğer insanların üzerinde hakimiyet kurarak geçiştirmeye çalışan Catherine, kadının bu derecede özgür olması ve ilişkilerini kendi istediği şekilde yönetmesi, 1960’ların toplumu ve sineması için oldukça anarşist bir eylem olarak nitelendirilebilir ve bu eylem, filmin efsaneleşmesinde önemli bir faktördür.

Jules and Jim: Üç Kalp Bir Arada

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...