Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Joy: Bir Mucizenin Doğumu

Joy: Bir Mucizenin Doğumu

Yazar: Defne Hasdemir

Joy: Bir Mucizenin Doğumu

Başrollerini Bill Nighy, Thomasin McKenzie ve James Norton’un paylaştığı İngiliz biyografik dram filmi Joy, 22 Kasım 2024’te Netflix’te yayınlandı. Tüp bebeğin ortaya çıkış sürecinin sancılı yanlarını ve dönemin kapalı bakış açısının değişimini anlatan filmin yönetmenliğini Ben Taylor üstleniyor.

Bazı filmler vardır; izledikçe hikâyenin içerisine girer, onlarla mücadele verirsiniz. Sonunu biliyor olmanıza rağmen o sona giderken yolunuza çıkan taşlara sinirlenir, filmden kopamazsınız. “Joy” bu filmlerden biri diyebiliriz. En iyilerinden mi tartışılır, ama sonunu umutlu bitireceğinizi bilmek içinizi huzurla kaplıyor ve filmi yorulmadan izletiyor. Tam da bu sebeplerden dolayı “Yumurta Kulübü”nün bir parçası olmaktan çekinmeden izlemenizi tavsiye ederim 😊.

Kendisini bilime adayan biyolog Robert Edwards (James Norton), cerrah Patrick Steptoe (Bill Nighy) ve laboratuvar yöneticisi Jean Purdy (Thomasin McKenzie) çıktıkları bu yolda birçok zorlukla karşılaşıyor. Tüp bebek tedavisi için kendileriyle, dini inançlarıyla, aileleriyle ve maddi zorluklarla yüzleşmeleri gerekiyor. Bu yüzleşmeleri yaşarken film ritmini mümkün olduğunca sabit tutmaya özen göstermiş. Bazı yerlerde daha güçlü sahneler aramış olsam da genel hatlarıyla izleyiciyi boğmadan izlettiriyor.

Din ve bilim… Birbirinden tamamen bağımsız görünen ama aslında bağımlı iki alan. Bir bebeğin dünyaya gelişi için bir yenilik yaparken dahi ahlak, din ve toplum baskısı ağır basıyor. Film, en temeline aslında bu ikircikli durumu alıyor. Jean; genç, hevesli, bilime kendisini adamaya hazır bir kadın olsa da büyütülme şekli ve dini inanışı, kendisine dahi çelme takmaya yetiyor. Tüp bebek için duyduğu heyecan, aynı hastanede kürtaj yapıldığı bilgisiyle zedeleniyor. Ailesinin dini gerekçeler yüzünden ona sırt çevirmesi, kendi dini görüşü, çıktığı yolda ayağına takılan en büyük pranga hâline geliyor. Kendisinin de çocuk sahibi olamayışı, onun bu hikâyede tutunabileceği en önemli dal. Kendisiyle olan mücadelesi ve herkesi ayağa kaldırabilecek kadar inancı olması, onu kusursuz bir karakter hâline getiriyor. Sırf hayata bakışı için dahi filmi izleyebilirsiniz. Girdiği ikili diyaloglarda da dönemin şartlarını ve zorluklarını anlayabiliyoruz. Özellikle başhemşireyle ilgili “kürtaj” sekansı oldukça kuvvetli. Başhemşirenin kürtaj için “günah değil, kadınlara seçme hakkı veriyoruz” demesi en açıklayıcı diyaloglardan biri diyebiliriz.

Biyolog Robert, tutkulu ve agresif bir doktor aslında. Agresif olması için oldukça yeterli sebepleri bulunmasına rağmen çabuk pes eden yapısı, beni karakterle özdeşleştiremedi. Yanında başkası durmayınca, kendisi de olan inancını kaybediyor ve ona güvenen diğer insanları da yarı yolda bırakmaktan çekinmiyor. Onun bu yola çıkışını daha derinlemesine de görmek isterdim. Biraz yüzeysel kaldığı için Jean karakteri ile kurduğumuz bağı yakalayamıyoruz. Buna rağmen projesi için gazetecilerle görüşmeleri ve insanlara karşı umursamaz görüntüsünün altında her birini önemseyen yapısı, onun da seyir zevkini yükseltiyordu.

Filmde bana en zevk veren yanlardan biri doğum sahnesi ve sahil sahnesi oldu. Çekimleri o kadar güzel ve o andaymışız gibi hissettiriyordu ki koca bir süre ekrana bakakalıyorsunuz. Sahil sahnesindeki umudu, pes etmemeyi ve parlak gökyüzünü izlemek içinizi yumuşatırken doğum sahnesinde ise bebeğin doğumunun gerginliği oldukça güzel işlenmişti. Özellikle iki sahnede de kameraya çekilen görüntüleri izlememiz, gerçekçilik hissini oldukça yükseltmişti.

Filmin kusurlarına gelecek olursak…

Hikâyeye fayda sağlamayan kısımlar vardı. Onlardan uzaklaşarak bazı karakterlerin aile ilişkilerini daha yakından görebilmeyi tercih ederdim. Örneğin, Jean ve annesinin hikâyesi çok yarım kaldı. Evet, vedalaşmaları çok anlamlıydı ve oradaki diyaloglar tüm hissi geçiriyordu; ama Jean’i daha iyi anlayabileceğimiz bir iki sahne daha eklenebilirdi. Annenin, kabullenmese dahi saygı duyduğunu izlemek beni tatmin edebilirdi. Bir yüzleşme sahnesi olsaydı ve filmin ilk sahnesinden beri yaralarını anlayamadığımız Jean’in iç dünyasını tanısaydık daha iyi olurdu. Projeden vazgeçildiği zaman diğer ailelere ne olduğunu hiç duymadık bile. Onlarla alakalı en azından bir iki sahne eklenmiş olsaydı, belki kopukluk hissi olmadan izlerdik. Aynı zamanda son gruba o kadar az vakit ayrılmıştı ki onların o ümit dolu bekleyişini anlayamadan sonuca gidiyorduk. İlk başlardaki birçok sahne kırpılarak ikinci Yumurta Kulübü’ne daha fazla süre tanınabilirdi. Tabii bunlar ufak tefek kusurlar; film izlemenin şanındandır.

Vakit kaybı olmayacak, yumuşak ve size iyi geleceğini vaat edebileceğim bir film diyebilirim. Tekrar tekrar izlenmeli listesine eklenir mi tartışmalı, ama damağınızda tat bırakacaktır. Gerçek hayattan uyarlanan biyografi filmlerini seviyorsanız şans vermekten çekinmeyin. Herkesin ayrı bir hikâyesi ve mücadelesi olması bile izlemek için yeterli. İzleyip yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın; belki biz de bir “Yumurta Kulübü” açarız.

Joy: Bir Mucizenin Doğumu

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...