İdil Berk: Kadın Kadının Kurdu Değil Yurdu Olmalı
Kendisine ait senaryoları 2023 yılında kısa filmler halinde çekmeye başlayan ve dünya film festivallerinde başarılar elde eden yönetmen İdil Berk ile kadın yönetmenleri konuştuk.
 Türkiye’de kadın yönetmen olarak ilk adımlarını attığında seni en çok ne şaşırttı?
Ne kadar az olduğumuz. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da çok az kadın yönetmen var. Bu farkındalık beni hem şaşırttı hem de motive etti. Kadın bakış açısının sinemada ne kadar az temsil edildiğini, hikâyelerin çoğunun tek bir gözden anlatıldığını fark ettim. Bu da beni daha çok üretmeye itti.
Bir diğer şaşkınlığım ise çevremdeki insanların bana gösterdikleri tepkilerdi. Kimi bu işe girişmemi “çok cesur bir hareket” olarak gördü, kimi ise “gereksiz” buldu. Aslında bu tepkilerde toplumun kadınlardan hâlâ ne beklediğini görmek mümkün. Kim ne derse desin ben her zamanki gibi kendi istediğimi yaptım ve bugün burada sizinle konuşuyor olduğuma göre iyi bir şey yapmışım.
 Fon ve destek süreçlerinde kadın olmanın görünmeyen bir etkisi olduğunu düşünüyor musun?
Her tür süreçte kadın olmanın büyük dezavantajları var maalesef. Sadece fon ve destek ararken değil, yarışmalarda da bunu birebir deneyimledim. İnsan genelde bu sözleri duyunca hemen erkeklerin kadınlara alan açmamasını düşünüyor, ki bu zaten bilinen bir gerçek. Ama işin daha can acıtan kısmı, bazen kadınların da birbirine engel olması.
Ben bunu çok net yaşadım. Kıskançlık, rekabet ya da güç alanını koruma isteği… Adına ne derseniz deyin, sonuçta dayanışmanın yerini çekişme alıyor. Halbuki hepimiz aynı zeminde, benzer mücadeleler veriyoruz. Kadın kadına destek olmanın ne kadar kıymetli olduğunu bilmemiz gerekirken, tam tersi örneklerle karşılaşmak insanı düşündürüyor.
Yakın zamanda yaşadığım bir olay bunu daha da somutlaştırdı hatta. İzmir’in çok bilinen bir kısa film festivalinde, filmimin yarışma platformundan çıkarılıp “bak nasıl da eledim” gibi cümlelerle orada burada gösterildiğini duydum. Aslında şikayet edip festivalin itibarını zedeletecek bir konu, ama bazen susmak da bir direniş biçimi oluyor. Şimdi bunu okuyan ve kimin ne olduğunu bilenler için yeterince açık zaten. Ve de bunu yapan bir kadın maalesef. Kadın kadının kurdu değil de yurdu olmalı ama değil mi?
 Erkek meslektaşlarınla aynı işi yaptığında kendini daha fazla “kanıtlamak” zorunda kalıyor musun?
Ben bu yaştan ve yaşamımdaki bunca deneyim ve kanıtlanmış başarıdan sonra kendimi kimseye kanıtlamak zorunda değilim. Hiç hissetmedim, hissetmiyorum da. Yapılan iş zaten kendi kendini anlatıyor. Erkek meslektaşlarımın olduğu ortamlarda da bu duyguyla hareket ediyorum. Yarış gibi görmüyorum, kıyas da etmiyorum. Benim için asıl mesele, ne kadar iyi bir iş çıkarttığım, mesajımı ne kadar aktardığım ve izleyicide ne bıraktığım. Kadın, erkek herkese en büyük kanıt, bu alanda bu kadar kısa sürede elde ettiğim başarılar. Geri kalan her şey ses kaydının altından gelen cızırtı, parazit.
 Erkek egemen sinema dünyasında sesini nasıl duyurabiliyorsun?
Üretimlerimle ve başarılarımla elbette.
 Genç kadın sinemacılara ne önerirsin?
Öncelikle bu sektöre girmek istiyorlarsa kimseyi dinlemesinler. İlk adım en önemlisi. Sette de dik dursunlar, seslerini duyurmaktan çekinmesinler. Kendilerinden emin bir duruşla varlıklarını hissettirsinler. Benim gözlemim, setlerde bazen arkadaş muhabbetine fazla kayılıyor. Oysa orası iş yeri; ciddiyet ve profesyonellik ister. Samimiyet elbette güzel ama sınırını bilmek gerekir. Biraz mesafe, hem saygı hem otorite kazandırır. Gerektiğinde “hayır” diyebilmeyi öğrenmek, bence bir kadının setteki en güçlü zırhıdır. Cesaret, bazen en küçük adımda bile fark yaratır.

İdil Berk: Kadın Kadının Kurdu Değil Yurdu Olmalı
 Sence değişim nereden başlamalı: seyirciden mi, yapımcıdan mı, devlet politikalarından mı?
Şimdi devlet desem bir türlü, demesem başka türlü. Çünkü devlet politikaları olmadan hiçbir dönüşüm kalıcı hale gelmiyor. Ama iş sadece orada bitmiyor. Seyirci aslında kadın ya da erkek yönetmen ayrımı yapmıyor; iyi bir hikâye izliyorsa kimin anlattığına ya da çektiğine bakmadan izliyor filmi. O yüzden bence değişim yapımcıların zihniyeti ile başlamalı. Yapımcılar hangi hikâyelere yatırım yapacaklarını, kimlere güveneceklerini belirleyen kilit kişiler. Kadın yönetmenlere karşı hâlâ temkinli, hatta bazen önyargılı bir yaklaşım var. “Yapabilir mi, altından kalkabilir mi?” gibi sorular hâlâ dolanıyor kafalarında. Oysa kadınlar sinemada yalnızca anlatıcı değil, aynı zamanda üretimin her alanında dönüştürücü bir güç. Değişim, yapımcıların bu potansiyeli görüp risk gibi değil, zenginlik gibi değerlendirmesiyle başlar. Devlet politikalarıyla desteklenirse de kök salar, seyirciyle de kalıcı hale gelir. Yani bir zincir aslında bu. Ama ilk halkayı ben yapımcılarda görüyorum. Çünkü onlar kapıyı açmadan hiçbir hikâye perdeye ulaşamıyor.
Sette özellikle teknik ekip ağırlıklı olarak erkeklerden oluşuyor. Bu seni nasıl etkiliyor?
Ben karşımdakine insan olarak bakıyorum, kadın ya da erkek diye ayırmıyorum. Kim neyi layığı ile yapıyorsa takdir ederim. O yüzden ekipte erkeklerin çoğunlukta olması beni rahatsız etmiyor. Önemli olan, herkesin aynı hikâyeye hizmet etmesi.
Yine de bazen farkında olmadan oluşan o “erkek alanı” hissini yok saymak da kolay değil. Teknik konularda, özellikle ağır ekipmanlarda, kadınların geri planda bırakıldığını görmek üzücü olabiliyor. Ben kamera kullanımında ağırlıktan dolayı zorlanıyorum mesela ama kas gücüyle bunu ustalıkla yapan kadın operatörleri gördüğümde içim gururla doluyor.
 “Kadın yönetmen” etiketi sence bir güç mü, yoksa bir engel mi?
Bence hem güç hem de engel, ne taraftan baktığımıza bağlı. Bir yandan görünürlük sağlıyor, dikkat çekiyor, çünkü kadın yönetmen sayısı hala az. Bu azlık bazen merak uyandırıyor, hatta bazı kapıları açabiliyor. Ancak diğer yandan, o etiketin içinde sıkışma riski var. “Kadın yönetmen” denildiğinde, sanki sadece kadın olmanın getirdiği meseleleri anlatman gerekiyormuş gibi bir beklentiyle karşılaşıyorsunuz.
 Türkiye’de kadın hikayeleri anlatmak hala cesaret işi mi?
Sürekli anlatılan, yani alışılagelmiş olanın dışına çıkmak hala cesaret işi. Dokunulmamış alanlara girmek bu ülkede hala birilerini rahatsız ediyor. Kadının ne hissettiğini, ne istediğini, ne istemediğini, neye direndiğini anlatınca hemen tepkiler yükseliyor. Sanki sadece belli sınırlar içinde konuşmamıza izin varmış gibi. İşte tam da bu yüzden kadınlar kendi hikayelerini kendileri anlatmalı ve herkese meydan okumalı.