Break Point 2. Kısım: Tenis Dünyasının Underdogları
Sezonun ilk kısmı ile tenis severlere geçtiğimiz senenin ilk iki slamini ve yaşanan olayları anlatan Break Point ikinci kısmıyla 21 Haziran’da seyirciyle buluştu. İlk kısmı Avustralya Açık’tan hemen önce yayınlayan Netflix, ikinci kısmı da Wimbledon öncesi yayınlayarak yine hafızaları tazelemeyi ve seyirciyi ekrana çekmeyi başardı. Yine çoğunlukla ilk kısımdaki isimleri mercek altına almaya devam eden seri, bu sefer pek de merak uyandırmayı başaramıyor.
2022 yılı Tenis sezonunun ikinci yarısını anlatan bu kısımda Wimbledon, Amerika Açık ve ATP Finals ele alınıyor. İlk kısımda ailelerine, duygusal süreçlerine ve özel hayatlarına şahit olduğumuz kişileri izlemeye devam ediyoruz. Ancak bu noktada her ne kadar ilk sezon hikayelerine aşina olduğumuz isimlerle devam etmek bir yere kadar güzel olsa da yeni yüzler ve yeni hikayeler duymayı beklemiyor değil seyirci… Özellikle ilk sezondan itibaren serinin neredeyse yarısında yer alan Nick Kyrgios’u izlemek bir yerden sonra sıkmaya başlıyor. Ayrıca hikayesinin bu kadar detaylı ve duygusal bir şekilde aktarılması seyirciye bir yerden sonra işlemiyor ve adeta bir güzelleme yapıyorlarmış hissine kapılıyoruz. Tenis dünyasının en tartışmalı isimlerinden olan Nick’i aklama kampanyasına dönüşmeye ramak kalan seride belki de en göze çarpan unsur da bu oluyor.
Nick harici geri kalan isimler de genelde ilk kısımda karşımıza çıkan isimler; Ajla Tomiljanovic, Ons Jabeur, Taylor Fritz ancak ilk kısımda gördüğümüz her isime yer verilmemiş. Onların yerini Frances Tiafoe, Iga Swiatek ve Aryna Sabalenka almış durumda. Şimdi bu listeye baktığımızda herkesin aklına gelen Stefanos Tsitsipas, Carlos Alcaraz gibi yeni neslin çıkışta olan isimlerinin ya da Novak Djokovic, Serena Williams gibi seride sürekli adı geçen tecrübeli oyuncuların neden bu seride yer almadığı sorusu. Özellikle Wimbledon kazanmış bir Djokovic ve Amerika Açık kazanmış bir Alcaraz’ın Grand Slamleri mercek altına alan seride yer almaması cidden düşündürücü. Açıkçası durum böyle olunca tüm seri underdogları ve tenisin magazinsel isimlerini seyirciye sevdirmeye çalışan bir programmış gibi gelmeye başlıyor. Evet underdog hikayeleri çoğunlukla seyirciye ilham veren ve motivasyon sağlayan hikayelerdir ancak seride ele alınış şekli ve dramatize edilmesi, seyirciler üzerinde istenen etkiyi maalesef sağlayamıyor. Özellikle Nick Kyrgios’un ailesine ve hayatına bu kadar yer verilmesi ve aslında her sporcunun hatta her tanınmış kişinin başına gelebilecek olayları, onun sergilediği davranışların bir bahanesi şeklinde sunmaları serinin samimiyetini sorgulatıyor.
Bütün bunların yanı sıra, tenis dünyasının kapalı kapılar ardındaki dünyasına tanıklık etmek oldukça keyif verici. Yaşanan olayların aktarım şekli, aradaki yorumlar, oyuncuların kendi yaşadığı şeyleri onlardan dinlemek serinin iyi yaptığı kısımlardan en çok öne çıkanlar. Özellikle tenis gibi üzerine filmler çekilmiş ve onlarca yıldız oyuncu yetiştirmiş bir sporun böyle bir belgesel serisine cidden ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Umarım ikinci sezonda prodüksiyondaki güzel her şeyi koruyup, oyuncu ve yorumcu tercihlerinde çeşitliliğe giderek serideki magazinsel gidişatı kırmayı başarırlar.
1. Kısım İncelemesi – Break Point: Görkemli Tenis Dünyasına İçerden Bir Bakış
Break Point 2. Kısım: Tenis Dünyasının Underdogları