The Four Seasons: Mevsimler Geçer, İlişkiler Değişir
The Four Seasons, 3 çiftin yılın 4 mevsiminde birlikte çıktıkları tatilleri izlediğimiz Netflix yapımı bir komedi-dram dizisi.
Dizinin yönetmen koltuğunda her bölüm farklı bir isim yer alıyor; senarist kadrosu da bölümden bölüme değişiyor. Ancak ana hikâye, Lang Fisher, Tracey Wigfield ve başrolde de yer alan Tina Fey üçlüsüne ait. Üç çiftin ilişki dinamikleri üzerine kurgulanan bu dizide Tina Fey, Will Forte, Kerri Kenney-Silver, Steve Carell, Colman Domingo ve Marco Calvani başrolde yer alıyor.
Bu dizi için “4 mevsim” fikrinin ilk ortaya çıktığı, 1981 yılında Alan Alda’nın yaratıcısı olduğu The Four Seasons filminin günümüz için modern bir uyarlaması da diyebiliriz. Hatta Alan Alda, bu dizinin hem yapımcıları arasında yer alıyor hem de dizide küçük bir sahnede konuk oyuncu olarak karşımıza çıkıyor. Bu ufak jest, ilk filmi de izleyenler için hoş bir detay olarak dizide yer alıyor.
The Four Seasons ile ilgili en sevdiğim özelliklerden biri de kullanılan lokasyonlardı. Olayları tek bir mekâna sıkıştırmamaları, birçok farklı yer kullanmaları diziyi canlı kılan etmenlerden olmuş. Özellikle tatil için gittikleri otellerin iç dizaynları özenle oluşturulmuş ve samimi bir hava katmış. Bu görsel sunum bir alkışı hak ediyor.
Bu güzel atmosferlere ek olarak, mevsimler üzerinden ilişkilerin anlatılması fikrinin beni heyecanlandırdığını söylemeliyim. Bir de bu anlatılan hikâyeye paralel olarak Vivaldi’nin Four Seasons eseri eşlik edince, beklentiler yükselmiyor değil. Bakalım dizi bu beklentileri ne kadar karşılıyor? Bize nasıl bir anlatım sunuyor? Gelin, biraz onları konuşalım.
Açıkçası diziyi izlemeden önce mevsimleri neye göre kurgulayacaklarını merak ediyordum. “Hissedilen duygularla yaşanan mevsim arasında soyut bir anlam mı kazandırılacak, yoksa oldukça realist bir şekilde her mevsimde yaşanan ayrı bir olaya mı değinilecek?” ikilemindeydim. Dizi, tercihini ikinciden yana kullanıyor ve ilkbahardan başlayarak her iki bölümde bir mevsim değiştiriyor; böylece ilişkilerin zamanla evrilişini tatiller üzerinden izliyoruz.
Çiftlerimizin, Anne ve Nick’in evlilik yıldönümleri için bir araya gelmeleriyle başlıyor dizi. Başlarda her şey yolunda gibi görünse de zaman içinde Anne ve Nick’in hayatı yaşama şekilleri değiştiği için beraber hareket etmekte ne kadar zorlandıklarını görüyoruz. Bir ilişki içinde bir taraf değişiyorken, diğer taraf olduğu yerde sayıyorsa o ilişki için yolun sonu gözükmeye başlıyor. Anne ve Nick’te de durum biraz böyle oluyor. Bu biraz karamsar bir başlangıç gibi görünse de dizinin anlatım dili dramı ağır bir yerden ele almıyor. Bu sayede konunun anlatımı ağırlaşmadan, akış kolaylıkla sağlanıyor.
İlkbahar mevsimi bu çiftin ayrılığıyla sonlanırken, yaz mevsimi Nick’in yeni kız arkadaşını kendi arkadaş çevresiyle tanıştırmak için birlikte çıktıkları tatille geçiyor. Bu süreçte hem Kate-Jack çifti hem de Danny-Claude çifti, var olan alışkanlıklarını ve ilişkilerini sorgulamaya başlıyorlar. Bu durum çok derinlemesine işlenmiyor; ancak dizinin geneline yayılan konuda çiftlerin ilişkiler üzerine çalkantılı dönemlerini izliyoruz. Açıkçası bu yüzeysellik sadece konunun anlatılma şekline değil, aynı zamanda dizi karakterlerine de yansıyor.
Her ne kadar oyunculuk performansları başarılı olsa da karakterlerin kişiliklerine dair detaylar yeterince işlenmemişti. Karakterleri bize çift olarak sunmalarının yanında, bireysel olarak diğer arkadaşlarıyla geçirdikleri zamanları da izliyoruz. Yine de, bu tarz kalabalık arkadaş gruplarının olduğu dizilerde seyircinin karakterlerle bağ kurabilmesi için minik ama belirleyici nüanslara ihtiyaç oluyor. Özellikle Kate ve Jack karakterlerinin bireysel yönlerinin yansıtılmakta zayıf kaldığını görüyoruz. Bundan dolayı da bu karakterleri çift dinamiği dışında tanımamız zorlaşıyor. Oysa her iki oyuncunun da karakterlerine kendi yorumlarını katmaları, anlatılan hikâyeyi zenginleştirmek açısından oldukça etkili olabilirdi.
Şimdi gelelim durumların biraz daha netleşmeye başladığı sonbahar tatiline; Anne ve Nick çiftinin kızlarının hazırladığı bir tiyatro gösterisine davetli olan çiftler, bu kez daha sert bir yüzleşmeyle karşılaşıyorlar. Hazırlanan tiyatro gösterisinde anne ve babasının yaşadığı ayrılığı sivri bir dille tiyatro sahnesine taşıyan kızları sayesinde, içinde bulundukları gerçekliğin çevrelerine nasıl hissettirdiğini görmüş oluyorlar. Duygusal kırılmaların daha yoğun olduğu bu bölümle birlikte kabullenme aşamasına geçilmiş oluyor. Özellikle Kate karakterini canlandıran Kerri Kenney-Silver’ın duygularını başarılı bir şekilde mimiklerine yansıtması, Nick karakterini canlandıran Steve Carell’ın kızıyla olan konuşmasında sergilediği içten yaklaşım bunu destekler nitelikte.
Dizinin son kısmında, yani kış tatilinde bu kez Nick’in kız arkadaşı Ginny’nin arkadaş grubuyla çıktığı tatili izliyoruz. Ancak bu tatil, hiç beklenmedik bir olayla sonlanıyor. Ve aldıkları yeni haberle dizi, devamı olacağına dair minik bir göz kırpışla sezonu bitiriyor.
İlişkiler de tıpkı mevsimler gibi değişerek, dönüşerek ilerliyor. Dizinin sonunda Jack’in söylediği şu cümle, izlediğimiz tüm hikâyeyi özetliyor gibi: “Evlilik, her gün yeniden verdiğin bir karardır.”
The Four Seasons: Mevsimler Geçer, İlişkiler Değişir