Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri 95. Oscar Ödülleri: En İyi Kısa Animasyon Filmi Adayları Üzerine İzlenimler

95. Oscar Ödülleri: En İyi Kısa Animasyon Filmi Adayları Üzerine İzlenimler

Yazar: Tunahan İbiş

95. Oscar Ödülleri: En İyi Kısa Animasyon Filmi Adayları Üzerine İzlenimler

Herkese merhaba. Biliyorsunuz geçen hafta 95. Oscar Ödülleri verildi ve her sene olduğu gibi törenin arkasında dönen büyük paralar, ideolojik tercihler ve adaletsizlikler yine gündemin ortasına bir yolunu bulup yerleşti. Haliyle En İyi Film, Yönetmen veya Oyuncu gibi büyük ödülleri kazanmış isimlerin haklı veya haksız başarıları tartışmalara konuk olurken birçoğumuzun göz ardı ettiği dallardan biri kısa filmlerinki oldu.

Aylar öncesinden heykelcikleri kimin kazanacağına dair tahminlerin havada uçuştuğu bir ödül sezonu anlayışından sıyrılıp En İyi Canlı Kısa Film ve En İyi Kısa Animasyon Filmi dallarındaki adaylara dair izlenimlerimi yazmak istedim. Bugünkü konumuz En İyi Kısa Animasyon Filmi olacak. Bu filmlere yasal yollardan ulaşılabiliyorsa altlarına adreslerini ekleyeceğim ancak arayıp bulamadığınız diğerleri için benimle profilime iliştirilmiş Twitter hesabımdan irtibat kurabilirsiniz. İyi okumalar dilerim.

 

The Boy, the Mole, the Fox and the Horse

Dilerseniz ödülün kazananı ile başlayalım. The Boy, The Mole, The Fox and the Horse, Charlie Mackesy’nin 2019 yılında çıkmış aynı adlı masal kitabından uyarlama. Evini arayan bir çocuk, artık pes edecek hale geldiğinde önce bir köstebek, sonra da bir tilki ve at ile karşılaşıyor. Hepsinin bambaşka dertleri olmasına ve çaresiz hissetmelerine rağmen paylaştıkları ortak duygularına sahip çıkıp iyileştirici bir yolculuğa koyuluyorlar. Bu film bana Disney yapımlarının sinema gösterimlerinden önce oynayan, yine stüdyoya ait Bao, Piper, Paperman, Presto gibi animasyonları hatırlattı. Uzun bir öyküye tanık olmadan önce sizi çoğu zaman bir tane bile diyaloğa başvurmadan kurduğu dünyaya inandırırlardı. Asıl izlemeye geldiğiniz film başladığında boğazınızda beklenmedik bir düğüm ile kalakalırdınız.

Mackesy’nin Peter Baynton ile yönettiği bu filmin de yarım saat boyunca üzerinize fırlattığı meselelerle duygusal olarak başa çıkması zor bir ağırlığı var. Yalnız bir yönüyle az önce bahsettiğim türdeşlerinden oldukça ayrışıyor: Mackesy, elbette küçük yaştaki odak kitlesi sebebiyle kullanılması kaçınılmaz didaktik anlatımı, betimleyici imajlarla destekleyip görsel bir dile çevirmek yerine karakterlerinin ağzından dökülen sözlere yaslamayı tercih etmiş. Aidiyet, ölüm korkusu ve utanç gibi konulara eğilirken izleyicisinin bilincini göz ardı eden bu tavır, teması ufak ufak daha da zenginleşen öyküyü aforizmalara sıkıştıran kaba bir anlatıma maruz bırakıyor. Sanıyorum ki masal kitabına sadık illüstrasyonlarının büyüsüne ve ünlü isimlere (Tom Hollander, Idris Elba, Gabriel Byrne) ev sahipliği yapan seslendirme kadrosunun çekiciliğine kapılan Akademi, adaylar arasından en ortalama filme ödül vererek beklendik bir karar vermiş. Belki de geçen sene büyük sözlere sahip olmasına rağmen karmaşık bir anlatımı benimsemiş kazananımız The Windshield Wiper’dan sonra kendini kelime kelimesine açıklayan bir filme ihtiyaçları vardı, bilemiyorum.

 

The Flying Sailor

 The Flying Sailor, adaylar arasından çıkış noktası belki de en heyecan verici olan film. Yönetmenler Amanda Forbis ve Wendy Tilby, 1917’de iki geminin çarpışması sonucu gerçekleşen Halifax Patlaması’nı garip bir yerden ele alıyorlar. O sıra limanda dolaşan bir denizci, patlamanın etkisiyle yaklaşık iki kilometre öteye savruluyor ancak nasıl olduysa hayatta kalıyor. The Flying Sailor, bu adamın havada geçirdiği o sürede dünyasının nasıl değiştiği ve aklına ilk nelerin gelmiş olabileceği üzerine kafa yoruyor. Denizci, etrafında onunla beraber savrulan nesneleri gördükçe şahit olduğu veya hatırlanabilir bulduğu rastgele görüntüler eşlik ediyor o anki yalnızlığına. Bazen dalgalı bir deniz, bazen kavgada uçuşan yumruklar, bazense gemide yuvarlanan şarap şişeleri.

Forbis ve Tilby, tuhaf bir hüzün yakalıyor bu absürt hikâye içerisinde. Ancak oluşturdukları o hayat şeridi, ne beklenen kadar yaratıcı anlara ev sahipliği yapıyor ne de hak ettiği işçilikte bir kurguya kavuşabiliyor. The Flying Sailor, sadece çıkış noktasındaki fikrin hayatta kalabildiği ve onun dışındaki buluşların yalnızca ona yaslandığı takdirde nefes aldığı, üzerine az çalışılmış bir film maalesef. Yine de bence animasyon kısaları arasından en zayıfı olmasına rağmen diğer dallardaki örnekler, hele ki En İyi Canlı Kısa Film’deki birkaç garabet, düşünüldüğünde başarısız olabileceği kadar bile bir derdi var. Ona da şükür.

Not: Filmi The New Yorker’ın YouTube kanalından izleyebilirsiniz.

 

Ice Merchants

Bu seneki adaylar arasından -ben de dâhil olmak üzere- birçok kişi için en başarılı film ile devam edelim. Köyden oldukça yüksekte tek başlarına yaşayan bir baba ve oğlun rutinlerini ezberleterek açılıyor Ice Merchants. Her sabah dondurdukları su kontrol ediliyor, sonra köye inip satılıyor, akşam vakti ise verandada oturuluyor. Küçücük bir istisnaya bile yer yok hayatlarında. Yalnızca tek bir şeylerinden vazgeçiyorlar. Köye inmenin tek yolu paraşütle onlarca kilometre yükseklikten atlamak olduğu için her gün birer yenisini aldıkları bereler kafalarından uçup gidiyor.

João Gonzalez’in bu döngüden çıkarmak istediği şey, ancak onun kırıldığı yegâne anda beliriyor. Ice Merchants, kurduğu diyalogsuz anlatıyı ve montaj sahnelerinin tasarımını muhteşem bir devamlılıkla sağlarken aynı zamanda bunların hepsinin üzerine oturduğu zemini gizliden gizliye sağlamlaştırıyor. Yönetmenin kurduğu bu rutin, olağanüstü bir yas alegorisine çeviriyor yönünü. İlk başta pastel renkler arasında gölgelenmiş her bir detay, bir anlatım malzemesine dönüşüyor. Uzun zamandır ustalığını bu kadar mütevazı bir senaryo ile sergileyen başka kaç tane film izledim bilmiyorum. Diyeceğim o ki, Ice Merchants bence bu seneki adaylar arasından en iyisi ve kesinlikle görülmeyi hak ediyor. Ödülü kazanıp daha çok insanın dikkatini çekmesini elbette isterdim ancak böyle gösterişsiz bir filmin o heykelciğe ne kadar ihtiyacı vardı inanın bilmiyorum. “Mutlu azınlığa!” diyelim, tavsiye etmiş olalım.

Not: Filmi -Amerika VPN’i kullanarak- The New Yorker’ın YouTube kanalından izleyebilirsiniz.

 

My Year of Dicks

Bu sene adaylığını duyurduğu sıra Riz Ahmed’i ismi sebebiyle kıkırdatan o filmdi My Year of Dicks. Neyse ki yaratıcı ve absürt buluşları sadece adı ile de kalmıyor. Yönetmen Sara Gunnarsdóttir, liseli Pam’in bekâretini kaybetme uğraşını her şansını denediği erkeğe ayrı bir bölüm ayırarak ve her birini tanıdıkça başka bir sinema türüne (korku, anime, bilim kurgu, romantik komedi…) bürünerek anlatıyor. Bu yüzden karakterinin başkaları üzerinde tam olarak nasıl bir izlenim oluşturacağını bilmeyen heyecanlı halini anlatım dili ile özdeşleştiren, muhtemelen oldukça oto-biyografik bir film.

Pam’in bu yolculuğunda karşılaştığı ilkleri; aklını bir şekilde işgal eden kurgusal karakterler, replikler ve illüstrasyonların iç içe geçmesi üzerinden inceleniyor. Juno, Adventureland ve The Edge of Seventeen gibi Amerikan bağımsızlarının eğlenceli metinlerini hatırlattı bana bu yönüyle. Ancak türdeşlerinin çoğuna kıyasla aykırı anlatımını bazen risksiz hikâye tercihleri ile sulandıran, dolayısıyla da bence potansiyelini tam olarak kullanamamış bir film olmaya başladı süresi aktıkça. Bölümleri ilerledikçe buluşlarını biraz daha dizginlediğini hissettim ya da sadece yanlış bir zamanda deneyim etmişimdir, bilmiyorum. Çünkü birçokları için My Year of Dicks, ergenliğe kırık bir ayna gibi bakan anlayışlı senaryosu ile 2022’nin en özel deneyimlerinden biri olabilecek kadar zengin bir yapım. Yalnızca ayak uydurmak gerekiyor diye düşünüyorum.

Not: Filmi yönetmen Sara Gunnarsdóttir’in resmî Vimeo hesabından İngilizce alt yazılı bir şekilde izleyebilirsiniz.

 

An Ostrich Told Me the World Is Fake and I Think I Believe It

Filmin ismini okurken yorulmadıysanız bir de ben tekrar tekrar yazarak sabrınızı zorlamayacağım. Diğer türlü yazının kelime sayısını artırmaya çalışıyormuşum gibi gözükecek. Yalnızca bir istisna yapıyorum izninizle. An Ostrich Told Me the World Is Fake and I Think I Believe It, daha önce belki de hep maketlerin ve setlerin büyüsüne kapılmakla meşgul olduğumuz için stop-motion ile pek denenmemiş bir anlatım geliştiriyor. Filmi monitördeki kurgulanmış görüntüsü haricinde aynı zamanda arka planda hızlandırılmış bir şekilde, gerçek zamanlı olarak yönetmen Lachlan Pendragon tarafından hazırlanırken görüyoruz. Ancak elbette bu yapay dünyanın içinde yaşayanlar, kendi gerçekliklerinden haberdar değiller. Ta ki Pendragon, film üzerinde oynarken birkaç hata yapıncaya dek.

Ofise bir türlü uyum sağlayamamış ve satışları pek iyi gitmeyen Neil, önce patronunun -herhalde Pendragon’un yerine yeterince iyi yapıştıramadığı- ağzının düştüğünü, sonra da penceredeki şehir manzarasının kurgudaki bir aksama sonucu yeşil perdeye dönüştüğünü fark ediyor. Bunların başka hiçbir kişinin başına gelmemesi yeterince tuhaf değilken bir de asansörden gelen bir deve kuşu, Neil’ı sahte bir hayat yaşadığını ikna etmeye başlayınca ipin ucu kopuyor.  Pendragon, ortaya komik bir Matrix parodisi çıkarırken aynı zamanda bize hep şaşaası, incelikleri ile tanıtılmış stop-motion türünün sorunlu üretim aşamalarını görmeye davet ediyor. İşin en ilginç tarafı, sanki film inat edermişçesine herhangi bir belgesel imajı yaratmadan bu bozuk var oluşun ardında bambaşka bir hikâye inşa ediyor. Dışarıdan bir gözün film yapımına ancak bu kadar dâhil olabileceği, abartısız ve dürüst bir yönetmenliği açıkçası hiç beklemiyordum. Pendragon, Guillermo del Toro’nun Pinocchio’sunda hissettiğim tatminsizlikten sonra aldığıma son derece memnun olduğum soğuk bir duş etkisi yarattı üzerimde. Tekrar tekrar izlemek için sabırsızlanıyorum. Umarım siz de aynı keyfi alabilirsiniz.

Not: Filmi –umuyoruz ki yönetmenin de yayınlanması için onay verdiği- Vimeo paylaşımından alt yazısız bir şekilde izleyebilirsiniz.

En İyi Canlı Kısa Film adayları hakkındaki izlenimlerim en yakın zamanda sizlerle olacak. Kendinize iyi bakın. Görüşmek üzere!

 

95. Oscar Ödülleri: En İyi Kısa Animasyon Filmi Adayları Üzerine İzlenimler

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...