Tomb Raider: The Legend of Lara Croft: 4 Taşın Peşinde Sığ Bir Hikaye
Merhabalar! Bu yazıda birlikte Netflix’te yayımlanan animasyon Tomb Raider: The Legend of Lara Croft’u inceliyoruz.
Her şeyden önce şu konuya bir açıklık getirmek isterim: Lara Croft ve Tomb Raider aynı kişi mi tartışmalarını bilirsiniz. Buna hem evet hem hayır diyebiliriz. Tomb Raider aslında bu evren için yaratılmış bir meslek. Türkçesi mezar yağmacısı olarak geçiyor. Yani aslında Lara Croft bir tomb raider.
Şimdi gelelim 8 bölümlük mini dizimize.
The Legend of Lara Croft dizisi, Netflix’in video oyunu uyarlamalarından biri olarak karşımıza çıkıyor; ancak bu proje ne yazık ki büyük bir hayal kırıklığı yaratmış… İlk bölümden itibaren dizinin, klasik Tomb Raider serisinin ihtişamını yakalamaktan çok uzak olduğunu fark ediyorsunuz. Lara Croft gibi ikonik bir karakterin, daha derin ve sürükleyici bir hikâyeyle ekranlara dönmesini umarken, karşımıza çıkan şey vasat bir animasyon ve sığ bir hikâye oluyor.
Dizinin ilk bölümü, Crystal Dynamics tarafından geliştirilen modern Tomb Raider oyunlarından tanıdığımız karakterleri ve Lara’nın maceralarını tanıtmayı amaçlıyor. Ancak bu tanıtım ne heyecan verici ne de ilgi çekici. İzlerken, biraz da olsa devam etmemi sağlayan şey eskiden oyununu oynadığım haritaları tekrar görmek ve hatırlamak oldu. Hikâye bence oldukça yüzeysel ve ilerledikçe mantıksızlaşan bir yapıya sahip. Lara’nın geçmişi ve yaşadığı travmalar üzerine kurulu olan duygusal yük, dizinin merkezine yerleşiyor, ancak bu derinlik hikâyeyi ilgi çekici kılmaktan çok uzak tutmuş. Babasının ölümüne olan suçluluk hissi ve mentor karakter Roth’un trajik kaybı üzerinden şekillenen duygusal çatışmalar, maalesef derinleştirilemeden yüzeyde bırakılıyor.
Animasyon kalitesi de dizinin en büyük eksilerinden biri. Arka planlar sık sık durağan resimlerle geçiştiriliyor ve dizinin genel estetiği, sanki aceleyle hazırlanmış gibi duruyor. 70’ler veya 80’ler animasyonuna bir saygı duruşu sergilenseydi bu görsellik affedilebilirdi; ancak burada ortaya çıkan şey, düzensiz 3D animasyon sahneleriyle dolu, özensiz bir yapım. Tomb Raider serisinin özündeki macera ve keşif ruhu, bu yetersiz görsel anlatım nedeniyle yeterince vurgulanamıyor.
Dizinin kötü karakteri Charles Devereaux ise klişe bir şekilde sunulmuş ve yeterince derinliği olmayan bir antagonist. Richard Armitage’ın seslendirdiği bu karakter, “kötü Lara” imajını taşısa da, hem motivasyonları hem de hikâye gelişimi çizgi romanlardaki basit “kötü adam” şablonlarını aşamıyor. Devereaux’nun mitolojik taşlar peşinde koştuğu hikâye, kısa sürede saçma bir hâle geliyor ve dizinin genel ciddiyetiyle uyumsuz bir çizgiye çekiliyor.
Lara’nın ekibi de dizide derinleştirilemeyen karakterler arasında yer alıyor. Jonah, Zip ve Sam gibi karakterler, yan rollere sıkışmış durumda ve kendi hikâye arklarını geliştirme fırsatı bulamıyorlar. Özellikle Jonah dışında, Lara’nın arkadaşları hikâyede sadece yardımcı karakterler olarak varlık gösteriyor ve derinlikten yoksunlar.
En büyük sorun yazının başından beri belirttiğim üzere hikâyenin kendisi. Dizi, Tomb Raider’ın özünü yakalayamıyor ve macera dolu bir hikâye yerine anlamsız bir olay örgüsü sunuyor. Hikâye o kadar basit ve tahmin edilebilir ki, izleyiciyi içine çekmekte zorlanıyor. Ekranda gördüğümüz şiddet unsurları ve TV-14 derecesi ile yetişkinlere hitap etmeye çalışsa da, hikâyenin çocukça basitliği bu çabayı boşa çıkarıyor.
Sonuç olarak, The Legend of Lara Croft dizisi, Tomb Raider oyunlarının hayranları için birkaç tanıdık mekân ve karakter sunarak kısa süreli bir nostalji sağlıyor olabilir, ancak bu bile dizinin genelindeki eksiklikleri örtmeye yetmiyor. Netflix’in daha önceki animasyonlu video oyunu uyarlamaları (Arcane, Castlevania, Cyberpunk: Edgerunners) ile kıyaslandığında, bu yapım ne yazık ki onların yanında çok sönük kalıyor. Lara Croft’un efsanesi bu dizide gerçek bir maceraya dönüşmekten çok uzak kalmış…
Tomb Raider: The Legend of Lara Croft: 4 Taşın Peşinde Sığ Bir Hikaye