The Umbrella Academy: Sezon 2 Değerlendirmesi
Bu dizideki kahramanlar Dünya’yı felaketlere karşı korumuyorlar, Dünya’yı kendilerinden koruyorlar çünkü her biri ayrı ayrı bir ayaklı felaket…
Çizgi roman uyarlaması olan dizinin ikinci sezonu yine izleyiciyi şaşırtmayacak tuhaflıklarla dolu. Zaten birinci sezonu izlediyseniz bu kahramanların pekte kahraman olmadıklarını anlamışsınızdır. Buna rağmen itiraf etmeliyim ki ikinci sezon çok iyi olmuş.
İlk sezona kısaca bakacak olursak 1989 yılında hamile olmayan 43 kadın bir anda doğum yapıyor ve baba olarak bildiğimiz Sir Reginald Hargreeves bu bebeklerden yedisini süper kahraman yapmak üzere evlat ediniyor. Onları The Umbrella Academy adıyla bir marka haline getirip küçük yaştan itibaren medyaya kahraman olarak sunuyor ancak bu çocuklar birbirlerinden o kadar farklılar ki zamanla birbirlerine katlanamayıp dağılıyorlar. 30’lu yaşlarına gelen kahramanlarımız babalarının gizemli ölüm haberiyle tekrar akademide toplanıyorlar ve felaketler tam olarak bu noktada başlıyor.
Aralarından birisi ölmüş birisi ise babasının uyarılarına rağmen zamanda yolculuk yapıp 10 yaşındaki bedeninde sıkışmış kalmış durumda. SpaceBoy’dan bahsetmiyorum bile… Birinci sezonda kahramanların bütün sırları çözmeye çalışmalarına ve Dünya’nın sonunu durdurmaya çalışmalarına şahit olmuştuk. Bu sezonun en çok eleştirilen tarafı beklenenin aksine yeterince süper kahraman dizisi olmamasıydı. Çok mükemmel güçleri var mı? Hayır. Çok mu cesurlar? Hayır. Dünyayı kurtarmak için her şeyi yaparlar mı? Hayır. Doğru zamanda doğru yerdeler mi? Kesinlikle hayır. Peki bütün bu hayırlar diziyi diğer dizilerden farklı kılıyor mu? Evet.
Sezon finalinde Dünya’yı kurtaramayacağını anlayan kahramanlarımız farklı bir zamana gidip orada her şeyi yoluna koymaya çalışacaklardı ama zaman yolculuğu konusunda pekte başarılı olmayan Beş Numara yine yapacağını yapmış ve herkesi aynı anda farklı yıllara yollamış. 1960’lar Dallas’ında bir sezona ne dersiniz?
Dallas’a ilk giden Luther orada yalnız başına olduğunu anlıyor ve kendisine yeni bir hayat kurmaya başlıyor. Ruby adında bir organize suç liderinin yanında çalışmaya başlıyor, gücünün avantajını kullanarak kaçak dövüşlere katılıyor. Babasının gözünde işe yaramaz bir çocuk olan Luther kendini Ruby’e kanıtlamaya çalışıyor. Luther ile pek anlaşamayan Diego ise Dallas’a gelen bir diğer kardeş oluyor. Kahramanlık sendromuna yakalandığı düşünülen Diego günlerini akıl hastanesinde geçiriyor. Sürekli J. F. Kennedy suikastından bahsediyor ve durdurması gerektiğini söylüyor. Tabii kendisine inanan pek kişi olmuyor.
En çılgın ama aynı zamanda en zeki kardeş olan Klaus ise hayalet kardeşi Ben ile birlikte bir tarikat kuruyor ve insanları peygamber olduğuna inandırıyor. Birinci sezonda sesini kaybeden Allison ise siyahi olması nedeniyle Dallas’ta pek iyi bir başlangıç yapmıyor. Çizgi romanda siyahi değilken dizide siyahi olması belki de bu sezon düşünülerek alınmış bir karardı. Zamanla ortama ayak uyduruyor, sesini kazanıyor hatta hakları savunan grubun içerisinde yer alıyor ve bir siyahi ile evleniyor. Luther için yeni bir yıkım daha… Yıl 1963 oluyor kıyametin olmazsa olmazı Vanya, Dallas’a iniş yapıyor ve bir araba kazası sonucunda hafızasını kaybediyor. Ona çarpan Sissy çiftliğinde Vanya’ya bir oda veriyor ve onu dilsiz çocuğunun bakıcısı yapıyor. Dallas’a en son gelen kişi ise Beş Numara oluyor. Bütün kardeşler toplandığına göre başlasın felaketler.
Aslında olay akışına bakacak olursak birinci sezonla neredeyse aynı ama bu sezonu diğerinden ayıran şey dizinin genel atmosferi olmuş. Dönem kıyafetleri, sokaklar, kullanılan müzikler hepsi bir uyum içerisinde. İşin en güzel tarafı kahramanlarımız bir süre boyunca 60’larda yaşadıkları için uyum sağlamışlar ve biz gelecekten geldik diye bağırmıyorlar. Daha deneyimliler, olayları daha önceden tahmin edebiliyorlar ancak yine her zamanki gibi çok büyük hatalar yapıyorlar. Babalarını tanımaya çalışıyorlar bu sayede bizde olayların arka planını anlamaya başlıyoruz. Diego yeni gelen Lila karakteri ile bu sezon ön plana çıkmış. Gelecek sezonda bu şekilde olacağa benziyorlar. İsveçliler ise bütün tuhaflıkları ile diziye gayet uyum sağlamışlar. Beş numarayı canlandıran 17 yaşındaki Aidan Gallagher ise dizinin en başarılı oyuncusu desek yalan olmaz. Gerçekten büyümüşte küçülmüş gibi bir hali var.
Bu sezon ölenler, yaşayanlar ve değişenlerle dolu bir sezondu. Son sahneden anlıyoruz ki geçmişte yapılanların gelecekte oluşturduğu bazı değişiklikler olacak ve sanırım bu sefer kahramanlarımız kendilerinden başka bir tehditle karşı karşıya olacaklar, merakla üçüncü sezonu bekliyoruz.
The Umbrella Academy: Sezon 2 Değerlendirmesi
Eslem Saraçoğlu’nun Diğer Yazıları İçin Tıklayın.