The Conjuring: Last Rites: Kapanışın Gücü Üzerine
Merhabalar!
Bu yazıda birlikte The Conjuring serisinin final filmini deşiyoruz: Last Rites.
2013’te vizyona giren The Conjuring sadece bir korku filmi değildi; evrensel bir hayalet hikayesini, aile değerlerini ve inancı iç içe geçirerek bambaşka bir damar açtı. James Wan’ın başlattığı bu evren, yıllar içinde Annabelle’den The Nun’a uzanan yan filmlerle (spin-off) genişledi. Ancak serinin kalbi her zaman Ed ve Lorraine Warren çifti oldu. The Conjuring: Last Rites, bu kalbi uğurlayan, seriyi köklerine döndüren ve duygusal bir final sunan film olmuş.
Hemen hikayeye dalarak başlayalım. Film, gerçek olaylardan uyarlanan Smurl ailesi vakasını merkezine alıyor. 1986’da Pennsylvania’da sekiz kişilik gürültülü, sevgi dolu bir evde geçen bu hikâye, serinin ilk filmindeki güçten besleniyor: bir aileyi koruma mücadelesi. İlk Conjuring’i güçlü kılan şey neydi? Seyirciyi aileye yakınlaştırması, onların korkusunu sahiplenmemizi sağlaması. Last Rites tam da buraya dönüyor. Smurl ailesinin evindeki doğaüstü istilanın ardında, eski ve tehlikeli bir düşman yatıyor. Ailenin her bireyi—ebeveynler, dört kız çocuk, büyükanne-baba ve tabii ki köpek Simon—korkunun odağına çekiliyor. Böylece “perili ev” (haunted house) anlatısı, serinin kökenine yaraşır biçimde geri geliyor.
Filmin belki de en beklenmedik ama en anlamlı tarafı, Judy Warren’ın hikayedeki merkezi rolü. Açılışta Lorraine’i hamile görerek başlıyoruz; Judy’nin doğumu, aslında bu serinin “başlangıç” ve “son” halkalarını birbirine bağlıyor. Genç Judy’yi canlandıran Mia Tomlinson, karaktere kırılgan ama güçlü bir enerji katmış. Artık genç bir kadın olan Judy, Tony Spera (Ben Hardy) ile mutlu bir ilişkiye sahip ama annesinin yetenekleriyle de boğuşuyor: vizyonlar, sezgiler ve onları bastırmanın zorluğu. Böylece film sadece Ed ve Lorraine’in değil, onların mirasının da hikâyesi haline geliyor.

The Conjuring: Last Rites: Kapanışın Gücü Üzerine
Annabelle ve The Nun gibi “maskot” figürler kısa görünümlerle geri dönüyor; yönetmen Michael Chaves’in ifadesiyle Annabelle’siz bir final düşünülemezdi. Beni seride en çok geren karakterlerden biri The Nun olduğu için onun da bu kapanışta var olmasına mutlu oldum. Filmde yan karakterlerin ötesine geçilip lanetin bedelinin Judy’nin gözünden de gösterilmesi, izlerken daha korkutucu bir ruh haline girmeme sebep oldu.
Patrick Wilson ve Vera Farmiga’nın uyumu, zaten Conjuring serisinin DNA’sı. Farmiga’nın Lorraine yorumu, neredeyse gerçek bir “final kızı” (final girl) ikonuna dönüşmüş durumda: inancıyla ve hassasiyetiyle hem seyirciyi hem hikayeyi ayakta tutuyor. Wilson ise Ed’i sıcak, korumacı ama bir o kadar da kırılgan bir baba figürü olarak son kez ete kemiğe büründürüyor. İkilinin sahneleri, bu filmin duygusal yoğunluğunu zirveye taşımış.
Destekleyici rollerde Shannon Kook (Drew) ve Steve Coulter (Peder Gordon) geri dönüyor; serinin hayranlarına nostaljik bir selam niteliğinde. Özellikle finalde küçük rollerde (cameo) beliren tanıdık yüzler, seriyi baştan beri takip edenler için adeta bir “hafıza albümü” etkisi yaratıyor.
Michael Chaves, daha önce The Curse of La Llorona, The Conjuring 3 ve The Nun 2 ile evrenin farklı köşelerinde yönetmenlik yaptı. Last Rites’te ise daha kontrollü, daha karakter odaklı bir dil kurmayı başarmış bence. James Wan ve Peter Safran’ın yapımcı olarak “seri mimarları” rolü hissediliyor; özellikle final sahnesindeki vedada Wan’ın dokunuşunu görmek mümkün. Senaryo ekibi—David Leslie Johnson-McGoldrick, Ian Goldberg ve Richard Naing—büyük bir “Avengers tarzı final” yerine, küçük ama yoğun bir hikayeye odaklanmayı seçmiş. Bu bilinçli tercih, filmi hem daha samimi kılıyor hem de korku sinemasının özüne sadık tutuyor.
Serinin üçüncü filmi, mahkeme salonu odaklı “şeytan yaptırdı” savunmasıyla atmosferi biraz dağıtmıştı. Last Rites ise yeniden evin içindeki gölgeler, gecenin uğultuları ve aileyi tehdit eden görünmez varlıklarla gerilimi inşa ediyor. Eli Born’un sinematografisi evin klostrofobik atmosferini başarıyla yakalarken, Benjamin Wallfisch’in müzikleri tansiyonu ince ince yükseltiyor. Ani korkutma sahneleri (jumpscare) yerli yerinde; ancak film asıl korkuyu, ailenin çaresizliği ve Warren çiftinin sınırlarının zorlanmasında buluyor. Korku öğeleri, melodramatik damarla dengelenmiş durumda.

The Conjuring: Last Rites: Kapanışın Gücü Üzerine
Eleştirmenlerin büyük kısmı bu filmi “en duygusal ve en korkunç” bölüm olarak tanımlıyor. Özellikle Lorraine’in vizyonları ve Judy ile ilişkisi, filmin kalbine dokunan bir anne-kız bağı sunmuş. James Wan’ın da söylediği gibi, amaç “epik” değil, “duygusal” bir final yaratmaktı ve bu hedefe ulaşıldığı söylenebilir. Bir yandan da nostaljik: önceki filmlere yapılan göndermeler, yan karakterlerin geri dönüşü ve kapanışta hissedilen “veda” duygusu, seyirciyi uzun bir yolculuğun sonuna taşıyor.
Kendi adıma, Last Rites’i izlerken serinin başına dönmüş gibi hissettim. İlk Conjuring’in o aile merkezli korkusunu yeniden tatmak, beni hem ürküttü hem de duygulandırdı. Farmiga’nın Lorraine yorumu özellikle unutulmaz; adeta seriyi sırtlayan bir performansla veda ediyor.
The Conjuring: Last Rites, serinin hayranları için sadece bir film değil, bir kapanış ritüeli. Korkunun, inancın ve aile bağlarının birleştiği bu evren, yüksek bir notayla kapanıyor. Elbette herkes için aynı derecede etkileyici olmayabilir; kimi seyirci için nostalji, kimi için tekrar gibi gelebilir. Ancak şunu söylemek mümkün: Bu film, hem duygusal hem de atmosferik açıdan seriye yakışır bir nokta koyuyor.
Benim için bu filmi keyifli kılan, hikayenin merkezine yine bir aileyi ve onların kırılganlığını yerleştirmesi oldu. Belki de korku sinemasının en güçlü tarafı budur: sadece hayaletleri değil, insanların çaresizliğini ve bağlılığını da gösterebilmek. Last Rites, bunu hatırlatan bir kapanış.
Mısırlar patladıysa yazıyı burada sonlandırıyorum.
İyi seyirler!