Anasayfa İncelemelerDizi İncelemeleri The Bear 3. Sezon: Bir Mutfağın Anatomisi Yahut The Koatizm

The Bear 3. Sezon: Bir Mutfağın Anatomisi Yahut The Koatizm

Yazar: Canberk Kaçar

The Bear 3. Sezon: Bir Mutfağın Anatomisi Yahut The Koatizm

Carmy, Kuzen Richie, Natalie ve ekibin geri kalanını, 2. sezon sonunda Chicago restoranı The Bear‘da en son gördüğümüzde işler pek de iyi gitmiyordu. Şef Carmen “Carmy” Berzatto (Jeremy Allen White) bir anksiyete krizi sırasında kaçtığı soğutucuya kilitlenmişti; mutfağı idare etmek ise yardımcı şef Sydney’e (Ayo Edebiri) kalmıştı. Ancak 3. Sezonun açılış sahnelerinde, dizinin ilk iki sezonundaki tüm kaos ve kargaşa ortadan kalkıyor ve yerini, sizi The Bear’ın kendine özgü telaşlı evrenine nazikçe geri döndüren, şaşırtıcı derecede yumuşak geri dönüşlerden oluşan uzun bir kurgu alıyor. Yeni sezonda Carmy ile ilk kez Ayı’nın (restoranın) gözünün parıldamasından çok önce, Daniel Boulud’un Daniel’i ve Kopenhag’daki Noma da dahil olmak üzere New York ve ötesindeki en iyi restoranlarda çalışmaya başladığında karşılaşıyoruz. İkinci sezonda bir milyon susamış tweet’e ilham veren “ateşli pasta şefi” Luca (Will Poulter) ile minik çiçekler koparıyor ve aşçılık becerilerini geliştirirken şef Andrea Terry (Olivia Colman) ile birlikte yemek yapıyor. Carmy’yi ve yemeklerini acımasızca eleştiren dallama şef David’in (Joel McHale) anılarını içeren diğer geçmişe dönüşler de aynı derecede öğretici ve Carmy’nin neden kendini içeride nefes nefese bulduğuna dair içgörü sunuyor.

Şimdiye kadar Carmy’nin kişisel ve mesleki travmalarını çoğunlukla kısa kısa gördük – David’le etkileşimlerine ya da annesinin Noel Günü öfkesine kısa kısa baktık – ama bu travmalar 3. sezonda gerçekten odak noktasına yerleşiyor. Dizi ilk kez Carmy’nin nasıl bu kadar incinmiş bir mükemmeliyetçi haline geldiğinin tam bir resmini sunuyor. Yaşadığı deneyimler hem menüsüne hem de restoranın Michelin yıldızı kazanmasına yardımcı olacağına inandığı ve giderek nevrotikleşen bir kurallar dizisi olan kapsamlı “tartışılamazlar” listesinde derinlemesine yer alıyor. Aslında Carmy mükemmelliğe o kadar odaklanmış ki, sigarayı bırakmaya karar veriyor – sağlığı için değil, dışarı çıkıp bir tane yakmak için “beş dakikasını boşa harcamak istemediği” için aslında. 2. bölümün sonunda, izleyici Berzattos’un gürültülü ve çatışmacı dünyasına tamamen dahil oluyor. Kuzen Richie (Ebon Moss-Bachrach) ve Carmy’nin arası açık, genel müdür Natalie (Abby Elliott) yeni personel bulma konusunda stresli ve Neil Fak (Matty Matheson) mutfakta yanıp sönen çok sinir bozucu bir ışığı tamir etmek için gönderiliyor. Herkes birbirine bağırıyor ve ortalık yine The Bear gibi olmaya başlıyor. Bir de Carmy’nin her gün ayrı menü çıkarma fikriyle her şey daha da kaotik bir hale bürünüyor. Tahmin edilebileceği gibi, mutfak personeli zorlanıyor. Pasta şefi Marcus (Lionel Boyce), Bear açıldıktan sonraki günlerde annesini kaybetmenin yasını tutuyor. Tina (Liza Colón-Zayas), Sydney’in nazik öğretilerine rağmen ızgara istasyonundaki hıza ayak uydurmakta zorlanıyor. Peki ya Sydney? O da her zaman odadaki en mantıklı ve aklı başında kişi olmanın ağırlığı altında ezilmeye başlıyor. O ve Carmy daha önce olduğu gibi birbirlerine bağlanamıyorlar. Yaratıcı Christopher Storer, romantizm yerine, eşikte bir arkadaşlık ve profesyonel bir ilişki sunmuş görünüyor.

Bu izleyici için, bu ikilinin acı verici bir aşk ilişkisine gireceklerine işaret eden tüm imalara nazaran kesinlikle daha iyi bir sonuç. Sydney ve Carmy’nin mutfakta ateşli bir seks yaptıklarına dair spekülasyonlar yapmak eğlenceli elbette ama bu hikaye Sydney’in bu restoranın gelişiminde oynadığı temel role zarar verirdi. Sydney, Carmy’nin fırtınasındaki sakinliği temsil ediyor ve dizi onun emeğini asla tam olarak dikkate almıyor. Carmy ona restoranın hisselerini teklif ediyor ve bunu onun katkılarının takdir edilmesi olarak görüyor ama aynı takdiri gerçek, insani bir düzeyde ona veremiyor. Carmy ve Richie’nin ilişkisi de sonsuza dek karmaşık bir hal alacak gibi duruyor maalesef. Richie iyileşmiş bir adam rolünü oynasa da – Carmy’ye “bütünleşmeye ihtiyacı olduğunu” söylüyor ve Carmy’nin duygusal değişkenliğini eleştirmek için düzenli olarak terapi dilini kullanıyor – yine de alttan alta kaynayan öfkesini görebiliyoruz. Bazen bu öfke Carmy ile mutfakta bağırıp çağırmaya ve itişip kakışmaya dönüşüyor ve onun biraz rahatladığını görmek adeta bir rahatlama sağlıyor bize.

Öte yandan Carmy, düzenli olarak 12 etaplı toplantılara katılmasına rağmen artan baskıyla nasıl başa çıkacağını bulabilmiş değil. Hâlâ yaşadığı tüm travmalarla ilgili sürekli geri dönüşler yaşıyor, nikotin sakızı çiğniyor ve takıntılı bir şekilde menüyü tekrarlıyor. Neredeyse aynı taştan yapılmış kaselerdeki küçük farklılıklar yüzünden aklını kaybediyor ve yarın yokmuş gibi para harcıyor. Eski sevgilisi Claire’i (Molly Gordon) düşünmeden edemiyor ama ondan özür dileyecek cesareti de toplayamıyor. Her an, Carmy’nin kendini tekrar dolaba atmasına ramak kalmış gibi hissediyoruz. Bu açıdan gerilimi ve ekrana kitleyişi harika dizinin bu sezonunun. Restoran inanılmaz bir şekilde tıkır tıkır işliyor gibi görünüyor. İlk gelen tepkiler olumlu ve her akşam dolup taşıyor. Bu erken başarı, görünenin altında kaynayan huzursuzluğu gizliyor, belki de gereğinden fazla iyi gizliyor. Kişiler arası çalkantılar, finansal belirsizlik ve Natalie’nin uygunsuz bir zamanda gelen çocuğunun yaklaşan doğumu arasında, Bear her zaman felakete doğru savruluyormuş gibi hissettiriyor. Dizi, hiç değilse, restoran endüstrisinin doğasında var olan sertliğe derinden bağlı diyoruz ama bunca şeyi izlerken.

3. sezonda bence dizinin yaratıcılarından Storer ve yazarlar geçtiğimiz sezonda dizinin drama yerine komedi kategorisinde değerlendirilmesine ve ödül almasına yapılan haksız ve yersiz eleştirilere cevap olarak bu sezonda komedi potansiyeline daha da eğiliyorlar. Bakın biz hem komik hem dramatiğiz diyorlar. Yani bence bariz öyle. Mesela sert tartışmaların olduğu yerlerin yanı sıra, dev bir çöp konteynerinin içinde dururken karton kutularla boğuşan ve komik bir şekilde sinirlenmiş Edebiri (Sydney) de dahil olmak üzere gerçekten bizdeki Gibi’yi andıran harika sahneleri mevcut dizinin.

Eleştireceğim yerlere gelecek olursak bence oyuncuların ateşli kimyası dizinin bazı durgun anlarını geride bırakmasına yardımcı oluyor, ancak Tina, Marcus ve Ebraheim hakkında daha fazla bilgi edinmek için pek çok fırsat da heba ediliyor. Bear’ı var eden isimsiz bulaşıkçılar, hamallar ve garsonlardan bahsetmeye gerek bile yok. Sydney’in etrafında dönen çılgınlıkla nasıl başa çıktığına yeterince zaman ayrılmıyor. Nihayetinde, 3. sezonda, The Bear – dizi ve restoran – biraz çözülmüş görünüyor. Carmy hala pek bir şey anlayabilmiş sayılmaz ama. Sydney bir sonraki adımda ne yapacağını düşünürken kelimenin tam anlamıyla nefes nefese kalıyor. Ve kim bilir gelen eleştiriler Çiçero Amca’nın bu hayali finanse etmeye devam etme isteğini nasıl etkileyecek.

Özetle 3. sezon bu ekip için çok önemli bir anda başlıyor ve bitiyor. Restoranın geleceği her zamanki gibi şüpheli, bu da 4. sezonu beklerken bize büyük bir boşluk bırakıyor. Storer’ın Şef Terry’nin sezon finalinde bir araya gelen şeflere verdiği son derece çarpıcı tavsiyeyi aklından çıkarmamış olmasını umuyoruz, “İnsanlar yemekleri hatırlamaz, hatırladıkları insanlardır.”

The Bear 3. Sezon: Bir Mutfağın Anatomisi Yahut The Koatizm

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...