Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleriLittle Fish (2020): Unutmanın Salgını, Hatırlamanın Direnişi

Little Fish (2020): Unutmanın Salgını, Hatırlamanın Direnişi

Yazar: Azranur Elif Sucuoğlu
Little Fish (2020): Unutmanın Salgını, Hatırlamanın Direnişi
Little Fish (2020): Unutmanın Salgını, Hatırlamanın Direnişi


Senin felaketin herkesin felaketi olduğunda, nasıl yas tutarsın?

Bu soru, Chad Hartigan’ın Little Fish (2020) filminde öne çıkan temalardan biri. Film, bireysel bir kaybı değil, herkesin aynı anda yaşadığı bir felaketi anlatıyor. Yas artık kişisel bir süreç değil; kolektif bir bellek kaybının, ortak bir unutmanın içinde yaşanıyor. İşte tam da bu nedenle Little Fish yalnızca bir aşk hikâyesi değil.

Sosyal medyada tesadüfen bir sahnesine denk gelip izlemeye başladığım Little Fish (2020), bana Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004), Perfect Sense (2011) ve Her (2014) gibi hatırlamanın önemi ile unutmanın anatomisini anlatan filmleri anımsattı. Ancak Chad Hartigan’ın filmi bu örneklerden bir yönüyle ayrışıyor. Filmde unutmak bireysel bir travma değil, kolektif bir salgın. Hafızayı hedef alan “NIA” hastalığı yalnızca kişisel ilişkileri değil, insanlığın kimliğini de silmeye başlıyor.

Little Fish (2020): Unutmanın Salgını, Hatırlamanın Direnişi

Little Fish (2020): Unutmanın Salgını, Hatırlamanın Direnişi

Neden ve nasıl ortaya çıktığı, ne şekilde bulaştığı bilinmeyen bu hastalık, hafızayı ele geçirip insanların hiçbir şeyi hatırlamadığı bir hâle getiriyor. Bir anda tanımadıkları yerlerde uyanan, isimlerini, sevdiklerini, hatta kim olduklarını unutan insanlar… NIA yalnızca bireysel bir hastalık değil; insan olmanın temelini oluşturan “anı biriktirme” yetisini ortadan kaldıran bir salgın. Bu yeni dünyada herkesin en büyük korkusu, unutmak ya da daha kötüsü, unutulmak.

Mattson Tomlin’in senaryosu, Aja Gabel’in 2011’de phoebe: A Journal of Literature and Art dergisinin Fiction Contest Issue’ında yayımlanan kısa öyküsünden uyarlanmış. Film, yakın bir gelecekte yaşayan bir çifti —veteriner Emma (Olivia Cooke) ve fotoğrafçı Jude’u (Jack O’Connell)— merkezine alıyor. Çift, köpekleri Blue ile birlikte modern, steril, “şehirli minimalizm” estetiğinde bir evde yaşıyor; ancak çevrelerinde zihinleri yavaş yavaş silinen bir toplum var.

NIA’ya yakalanmamak için alınabilecek hiçbir önlem yok; hastalık bir anda herkesi içine çekiyor. Üstelik film, tüm dünyayı sarsan COVID-19 salgınından önce, 2019 baharında çekilmiş. Bu yönüyle Little Fish, gerçek dünyanın henüz yaşamadığı bir felaketi öngören nadir yapımlardan biri. Yönetmen Chad Hartigan’ın Letterboxd’daki açıklamasında belirttiği üzere: “Bir anda dünyada gerçekten yaşanan bir şeyi anlatır hâle geldik, üstelik bunu hiç niyet etmeden.”

Pandeminin patlak vermesiyle birlikte film, ironik biçimde kurgu olmaktan çıkıp bir tür kehanete dönüştü. Hartigan, pandemi nedeniyle filmin festival yolculuğunun yarıda kaldığını, izleyicilerle hiçbir zaman aynı salonda buluşamadığını belirtmiş. Buna rağmen Little Fish’in birçok kişi için “katartik bir deneyim” hâline geldiğini gördüğünü dile getirmiş. Oyuncuların performansları, Sean McElwee’nin puslu sinematografisi ve Keegan DeWitt’in melankolik müziğiyle “henüz var olmayan bir hissi doğru yakalamış olmanın” garip gururunu taşıdığını yazmış.

Ki bu bağlamda ona katılmamak elde değil. Filmi izlerken sınırların kapatıldığı, polislerin kimlik kontrolü yaptığı, kayıp vatandaşların listelendiği sahneler COVID-19 döneminde yaşadıklarımızdan pek de farklı değildi. Salgını, salgını deneyimlemiş bir izleyici olarak derinlerimde hissettim. O sahnelerdeki panik, belirsizlik ve sessizlik bana pandeminin ilk aylarını anımsattı. Günlerin birbirine karıştığı, tarihlerin anlamını yitirdiği, geçmişin bulanıklaştığı o dönemde dünya durma noktasına geldiğinde biz de kendi hafızamızla baş başa kalmıştık.

Little Fish (2020): Unutmanın Salgını, Hatırlamanın Direnişi

Little Fish (2020): Unutmanın Salgını, Hatırlamanın Direnişi

Gerçek dünya ile filmin distopik evreni arasındaki bu benzerlik, izleyicinin duygusal mesafesini neredeyse ortadan kaldırıyor. Emma’nın, Jude’un hafızasındaki boşlukları tamamlamaya çalışması; sevdiklerimizi kaybetmemek için gösterdiğimiz görünmez çabanın paraleliydi. Ancak filmi bitirene ve Letterboxd’da puanlamak için sayfasına girene kadar, bu hikâyenin pandemi öncesinde çekilmiş olduğunu bilmiyordum.

Film, kolektif travmayı alt metinde tutup hikâyeyi Emma ve Jude özelinde anlatarak izleyiciye doğrudan deneyimleme olanağı tanıyor. Olayları Emma’nın perspektifinden izliyoruz. İngiltere’deki annesinin NIA’ya yakalanması, bir yandan da Jude’un hafızasının giderek silinmesi onu adeta kapana kıstırıyor. Unutmanın önüne geçebilmek için Jude’a sürekli sorular soruyor; sanki her cevap bir anıyı biraz daha hayatta tutacakmış gibi.

Bu sırada tıbbi çevreler çaresizce bir tedavi geliştirmeye çalışıyor. Klinik denemeler umutla duyuruluyor; ancak sosyal medyada yayılan ve “evde uygulanabilecek” bir yöntem olduğunu iddia eden bir video, insanları kendi üzerlerinde deney yapmaya yöneltiyor. Bu trajik toplumsal yanılgı, tıpkı pandemideki yanlış bilgilendirme dalgaları gibi, çaresizlikle umut arasındaki o kırılgan çizgiyi gözler önüne seriyor. Emma’dan bu deneysel tedaviyi kendisine uygulamasını isteyen Jude, sonunda prosedürü geçiriyor; fakat sonuç hüsran. Hafızası geri dönmüyor, aksine daha hızlı çözülmeye başlıyor.

Hartigan bu psikolojik gerilimi yalnızca diyaloglarla değil, görsel bir dille de inşa ediyor. Filmin sinematografisinde kullanılan solgun mavi, gri ve sepya tonları yavaş yavaş silinen anıların görsel karşılığına dönüşüyor. Renk paleti, zamanın akışını değil; belleğin erimesini temsil ediyor. Özellikle su, cam, sis gibi geçirgen yüzeylerin sıkça kullanımı, hatıraların kırılgan yapısını metaforik biçimde vurguluyor. Emma ve Jude’un yaşadığı dairedeki loş ışık, dış dünyanın beyaz parıltısına tezat oluşturuyor; tıpkı hatırlamanın içsel çabasıyla unutmanın dışsal kaçınılmazlığı arasındaki gerilim gibi.

Little Fish (2020): Unutmanın Salgını, Hatırlamanın Direnişi

Little Fish (2020): Unutmanın Salgını, Hatırlamanın Direnişi

“Seninle tanıştığım gün çok üzgündüm.”
“Neden ki?”
“Hatırlamıyorum. Ama seni gördükten sonra tüm üzüntüm geçmişti.”

Film boyunca birkaç kez yinelenen bu replik, Little Fish’in kalbinde atan kırılgan duyguyu temsil ediyor: unutmanın içinde hatırlamanın yankısı. Her tekrarda anlamı biraz daha değişiyor. Cümle, hastalığın yalnız belleği değil, duygunun sürekliliğini de tehdit ettiğini hatırlatıyor. Hatırlamamak, unutmakla aynı şey değil burada; biri iradenin dışındaki bir silinme, diğeri ise kabullenilmiş bir kayboluş.

Little Fish, Eternal Sunshine of the Spotless Mind’daki gibi teknolojik bir hafıza silme sürecine değil, doğal bir çözülmeye odaklanıyor. Unutmak kaçınılmaz, tedavisi belirsiz. Bu nedenle film, aşkı bir “hatırlama pratiği” değil, bir “hatırlatıcı” olarak konumlandırıyor. Geçmişi yeniden kurmak değil; duyguyu bir an daha tutabilmek meselesi bu. Hartigan, büyük felaketi doğrudan göstermiyor; onun yankılarını karakterlerin yüzlerinde, evlerinin sessizliğinde, birbirlerinin ses tonlarında hissettiriyor. Renk paletinin solgunluğu, ışığın sönük titreyişi, kamera hareketlerinin yavaşlığı… Hepsi belleğin silinme hızını taklit eder gibi.

Little Fish (2020): Unutmanın Salgını, Hatırlamanın Direnişi

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...