Holland: İyi Oyunculuklar, Boş Hikaye
Merhaba! Bu yazıda birlikte Nicole Kidman’ın yeni filmi Holland‘ı deşiyoruz.
Bazen bir filmi izlersiniz ve aklınızda tek bir soru kalır: “Bunu neden çekmişler ki?” Holland tam da böyle bir film. Mimi Cave’in yönetmenliğini yaptığı ve Nicole Kidman dışında Gael García Bernal ile Matthew Macfadyen gibi yıldız isimleri barındıran bu gerilim filmi, güzel görünüyor, iyi oynanıyor ama dümdüz bir hikâyeye sahip. Hâlbuki Mimi’nin Fresh filmini büyük keyifle izlemiştim…
Aslında Holland, Paul Schrader filmlerine bir selam duruşu gibi. Hatta feminist bir Schrader yorumlaması olarak bile okunabilir. Schrader kim derseniz, Taxi Driver’ın senaristi demem yeterli olacaktır :). Tabii ki aynı zamanda kendisi çok iyi bir yönetmen. Nicole Kidmanın karakteri Nancy Vandergroot, klasik Schrader erkek karakterlerinin yaptığı gibi, görünüşte kusursuz bir dünyanın altındaki karanlık gerçekleri keşfetmeye çalışıyor. Ama şu da var ki, eğer bir filmde Schrader gibi derinlikli karakterler ve sarsıcı bir senaryo yoksa, görünüşü ne kadar şık olursa olsun geriye sadece sıkıcı bir hikâye kalıyor.
Filmin hikâyesi Michigan’daki Holland şehrinde geçiyor (aslında Tennessee’de çekilmiş). Yıl 2000 ve film, 90’lara duyduğu nostaljiyle büyük bir coşku içinde. Tulip Festival Parade, ahşap ayakkabılar, geleneksel Hollanda kültürü derken atmosfer olarak tatmin edici bir dünya kurulduğunu söyleyebiliriz. Fakat burada yaşayan Nancy Vandergroot’un hayatı da göründüğü kadar kusursuz mu?
Nancy, okul öğretmeni ve iyi bir anne. Eşi (Matthew Macfadyen) ise model trenlere takıntılı bir göz doktoru. Ancak bir süre sonra Nancy, eşinin “tıbbi konferans” bahanesiyle şehir dışına sık sık çıktığını fark edince işler karışıyor. Bir meslektaşı olan David’in (Gael García Bernal) yardımıyla, eşinin peşine düşüyor ve beklendiğinden çok daha büyük bir komplonun içine sürükleniyor.
Film tam da burada tıkanıyor. Hikâye, Crime SuspenStories gibi eski gerilim dergilerinden fırlamış gibi. Sekiz sayfalık bir hikâye için işleyebilecek olay örgüsü, 108 dakikaya yayıldığında fazlasıyla hantallaşmış. Filmin atmosferi, Hitchcock’un Suspicion, Shadow of a Doubt ve Rear Window gibi klasiklerine göz kırpıyor ama onlardaki gerilim ve zekice kurulmuş anlatım burada yok. Hatta bir noktada Blue Velvet’e benzetebilirsiniz. Tek fark, bu sefer Nancy ve David’in yaşlı versiyonlarını izliyor olmamız.
Tüm bunlara rağmen, Holland izlenebilir bir film mi? Tartışalım.
Nicole Kidman, dedektifliğe soyunduğu sahnelerde keyifle izleniyor. Gael García Bernal ve Matthew Macfadyen de rollerine tam oturmuş durumda. Özellikle Macfadyen, seyirciyi şüpheye düşürme konusunda ustaca bir performans sergilemiş.
Görsel olarak da film oldukça başarılı. Pawel Pogorzelski’nin sinematografisi sayesinde Holland, tam anlamıyla bir şeker dükkânı gibi görünüyor. Pogorzelski’yi ilk Midsommar filmiyle tanıdım. İzlemediyseniz hemen koşarak izlemenizi tavsiye edeceğim bir film. Bana Midsommar’ı tavsiye eden arkadaşıma bir kez de buradan teşekkür edeyim :). Renkler, mekânlar, sahne tasarımları muhteşem. Ju-On: The Grudge (Garez)’e gönderme yapan, kediler yerine yavru köpeklerin kullanıldığı kâbus sahnesini bayağı sevdim. Ancak her şey sadece göze hitap ettiğinde ve altını dolduracak bir hikâye olmadığında, bir noktadan sonra her şey yüzeysel hissettirmeye başlıyor.
Son olarak, filmin 2000 yılında geçmesiyle ilgili büyük bir sorun var. Bu tarih, hikâyeye herhangi bir anlam ya da derinlik kazandırmıyor. Sanki senaryo uzun yıllar boyunca rafa kaldırılmış ve sonunda birileri “Hadi çekelim” demiş ve çekmişler gibi.
Son söz? Holland, harika oyunculuklara ve muhteşem bir görsel dünyaya sahip ama senaryosu o kadar yavan ki, izledikten sonra “Eee, ne oldu şimdi?” diye sorabilirsiniz. Yani, bir Paul Schrader filmi olmaya çalışırken, büyük ölçüde boş bir deneme olarak kalmış diyebilirim. Nicole Kidman’ı Babygirl’den sonra böyle bir projede harcamış olmalarına üzüldüm…
Mısırlarınızı patlattıysanız yazıyı burada sonlandırıyorum.
İyi seyirler!
Holland: İyi Oyunculuklar, Boş Hikaye