Doctor Strange in the Multiverse of Madness: Raimi’nin Muhteşem Dönüşü
Yıllardır beklediğimiz gün sonunda geldi. İlk filmin yönetmeni Scott Derrickson’un kreatif anlaşmazlıklar sebebiyle projeden ayrılmasının ardından filmin başına geçen, Spider-Man ve Evil Dead gibi serilerle her zaman gönüllerde ayrı bir yere sahip olan Sam Raimi’nin dönüşü ile hepimiz hype trenine binmiştik. Filmin başrollerinden birinin de Wanda Maximoff’a hayat veren Elizabeth Olsen olduğu da açıklanınca, Multiverse of Madness bütün ilgileri üzerine çekmişti. Filmde Benedict Cumberbatch titrini korumaya devam ederken; ona Rachel McAdams, Benedict Wong, Xochitl Gomez ve Chiwetel Ejiofor eşlik ediyor. Filmin senaryosunu ise, bir diğer başka Marvel Sinematik Evreni yapımı olan Loki’nin senaristi Michael Waldron üstleniyor. Raimi’nin Spider-Man günlerinden eski dostu Danny Elfman ise, filmin müziklerini bestelemek için geri döndü.
Bu filmi spoilersız konuşmak gerçekten de çok zor. O yüzden incelememizi spoilerlar ile derinleştirmeden önce Multiverse of Madness’ın geçmişine bakmakta fayda var. Dördüncü faz ile ‘Multiverse Saga’nın kilidini açan ve adım adım Secret Wars’a doğru yol alan Marvel Sinematik Evreni; Loki, What If…? ve No Way Home gibi yapımlar ile bizi çoklu evrenlerle tanıştırmıştı ama amiyane tabirle belirtmek gerekirse dananın kuyruğunun Multiverse of Madness’ta kopması bekleniyordu. Yaklaşık bir yıldır filmde gözükecek karakterlerden filmin olay örgüsüne kadar o kadar çok yanıltıcı bilgiler ortaya atıldı ve o kadar fazla doğru bilgi sızdırıldı ki, filme olan beklenti filmin kendisini de geçmiş bulunmaktaydı. Her ne kadar henüz erken olsa da şunu belirtmek gerekiyor ki, ‘Multiverse of Madness’ kesinlikle bu film için seçilebilecek en yanlış isimlerden birisi olmuş. Bu film tamamen Doctor Strange’in devam filmi titrini taşırken aynı zamanda Wanda’nın da filmi. Bu yüzden sinema salonlarına akın etmeden önce WandaVision dizisini izlemek gerçekten de çok büyük bir hayati önem taşıyor.
WandaVision incelemesini buradan okuyabilirsiniz.
İncelememizin başlangıcına her ne kadar oldukça iddialı girmiş olsak da bu satırları yazarken inanın nereden başlayacağımı tamamen bilmez bir noktadayım. Şunu söylemek mümkün ki, Scott Derrickson’un bu projeden ayrılması kesinlikle muazzam bir güzellik sunmuş bizlere. Filmin villainını Nightmare yapmak ve korku filmi yapmak isteyen Derrickson en sonunda Marvel Studios ile ters düştü ve Sam Raimi ile bugüne kadar geldik. Her ne kadar Raimi’yi övsek de, bu film nezdinde onun önünün kesildiği çok bariz bir durum olmuş; filmin ilk versiyonunun iki saat kırk dakikalık bir süreye sahip olması, ve aylar süren re-shootlar kesinlikle filmin taşımış olduğu gerçek potansiyeline ulaşmasına çok büyük bir engel olmuş. Multiverse of Madness’ın iki saatlik bir süreye sahip olması her ne kadar onun çok yüksek bir tempoya sahip olmasını sağladıysa da hikayenin eksik olduğunu farketmemek çok da güç olmuyor.
Yazımızın buradan sonraki kısmı filme dair birçok spoiler içerecektir. Spoiler yemek istemiyorsanız yazımızın son paragrafına göz atabilirsiniz.
Öncelikle ilmek ilmek işlenen olayın sonunda bu filmde vuku bulması benim keyfime keyif katmış durumda; Wanda, bu filmin villainı. Kendisi önce kötü gözüküp sonra iyilerin tarafına geçen bir villain değil, aksine izleyiciyi germesini çok iyi bilen, çok sert sahnelerde payı olan ve filmin adına ‘Madness’ı katan bir villain olmuş. Wanda’nın bu filmdeki amacı; paralel evrenler arasında portal açıp gezebilen America Chavez’in güçlerini ele geçirerek WandaVision’un sonunda gördüğümüz Darkhold’u da kullanarak, multiverse’te çocuklarıyla beraber mutlu bir hayat yaşadığı bir evrene gitmek. Chavez, başka bir evrenin Doctor Strange’i ile Wanda’nın gazabından kaçarken bizim evrenimize düşüyor, yanındaki ölmüş Strange ile. Burada ise MCU Multiverse’e dair yeni bir bilgi öğreniyoruz; gördüğümüz rüyalar aslında diğer çoklu-evrendeki kişiliklerimiz. Wanda’nın filmin başından itibaren Scarlet Witch ünvanıyla gazabını ve kesinlikle karşı koyulamayacak gücünü yansıtıp dehşet saçması filmden bir saniye bile kopamamıza neden oluyor. Wanda’nın bu filmde kesinlikle yapabileceklerinin bir sınırı yoktu.
Scarlet Witch’ten kaçarken evrenler arası geziden sonra birazdan bahsedeceğim Illuminati’nin evrenine düşen Strange ve Chavez, bu evrende kendisinin Thanos’a karşı savaşırken kahramanca öldüğünü öğreniyor, daha sonra da Mordo aracılığıyla Illuminati üssünde Christine Palmer ile karşılaşıyorlar. Strange’in bu filmde Christine’e olan aşkı gerçekten abartılmadan çok iyi yansıtılmıştı. Wanda ise bu esnada Darkhold’u kullanarak, Strange’in bulunduğu evrendeki kendisinin vücuduna girmeye çalışıyor ve bunu da başarıyor. Darkhold’un sağladığı bu tehlikeli olay uyku-gezerliği olarak adlandırılmış. Sam Raimi, bu olaydan sonra kameraya aldığı korku unsurları ile gerçekten bolca övgüyü hakediyor, bu filmin Disney çatısı altında çıkmış, PG-13 olarak sınıflandırılmış bir MCU yapımı olduğuna hala inanamıyorum; karşımızda Marvel Sinematik Evreni’nin en sert ve korkunç filmi bulunuyor. Öyle ki, alıştığımız ve bıktığımız cıvık Marvel mizahı uzun bir sürenin ardından bu filmde yoktu. Wanda’nın diğer evrendeki kendi bedenini ele geçirmeye çalışırken filmin bize sunduğu gerilim, özellikle çerçevedeki Wanda’nın kafasını döndürerek kendisine ürkünç bir bakış atması filmin içerisine çok iyi yedirilmiş korku ögelerinden bir kaçıydı.
Doctor Strange, Illuminati ile karşılaşıyor ve filmin cameo kısmını da burada görüyoruz; What If’te gördüğümüz Captain Carter, yılların fancast olayı John Krasinski’nin Reed Richards’ı, Inhumans dizisinin de Black Bolt’u olan Anson Mount, Captain Marvel olan Lashana Lynch ve en önemlisi Patrick Stewart’ın canlandırdığı Profesör X karşımıza çıkıyor. Açıkçası filmden gelen sızıntılar, bu kadronun ilk taslaklarda çok daha geniş olduğunu ve tam potansiyeli kullanmadığını bizlere gösteriyor. Bu ekipte Namor ve Iron Man’in olmaması için gerçekten hiçbir sebep yoktu. Burada MCU’nun kritik multiverse bilgilerinden birini daha öğreniyoruz; başka bir evrende bir süre kalmak, iki evrenin çarpışarak minimum bir tanesinin yok olmasına yol açabiliyor. Bu evrenin Doctor Strange’i, aslında kendini Darkhold’a kaptırmış, Darkhold’un anti-tezi olan Vischanti kitabını bulmuş olsa da karanlık yola düşmüş ve Illuminati tarafından öldürülmüş. Tabii ki bu bilgiler esnasında Wanda adeta amiyane tabirle mekanı basıyor ve şok edici bir biçimde Illuminati üyelerini vahşice katlediyor; özellikle de Profesör X’in ölümü gerçekten bir korku filminden fırlamış gibiydi. Daha sonrasında ise geçen kovalamacada Wanda’nın jumpscare yapması herkesin koltuklarında gerilmesine sebebiyet verdi. Sam Raimi gerçekten de MCU’nun en cesur filmine imzasını atmış.
Bu evren, başka bir evren ile çarpışıyor ve Strange kendisinin kötü bir versiyonunu alt ediyor; bu sahneden sonra Strange’in Darkhold’u kullanarak kendisinin MCU’da bulunan ölü bedenine dönüp lanetlenmiş ruhlar ile birleşmesi sanırım MCU’da gördüğümüz en ürkünç ve en havalı olaylardan birisiydi, filmi iki kez izlemiş olmama rağmen o sahneleri tekrardan izleyebilmek için sabırsızlanıyorum. Wanda bu filmde olması gerektiği gibi o kadar güçlüydü ki, Strange onu alt etmeye yaklaşamadı bile, ancak onu kendi çocuklarının kendisinden korkması durdurabildi, filmi de intihar ederek kapattı zaten; bütün evrenlerdeki Darkhold’ları da imha ederek. Filmin geneline yayılan Strange’in mutluluğunu sorgulaması ise onu mutuluğa ulaştırmadı. Filmin sonunda Illuminati evreninde bulunan Christine’e seni seviyorum, seni her evrende seviyorum açılması her ne kadar basit olsa da Strange’in seyirci ile daha çok bağ kurabilmesini sağladı. Bu film, beklentilere nazaran büyük bir event filmi olmaktan ziyade her zaman Strange ve Wanda’nın filmiydi. After creditte Clea’nın gelişi ise görebildiğimiz üzere üçüncü film için Dormammu kapısını açtı; Strange’in Darkhold’u tatmasının ardından üçüncü gözünün çıkması ise onun karanlık mistik sanatlara olan yatkınlığının açılan bir kapısı oldu.
Toparlamak gerekirse; başka bir yönetmenin, kendi stilini Marvel Sinematik Evreni’ne böylesine yansıttığını daha önce hiç görmemiştim. Sam Raimi isminin klasını 2022’de bile devam ettirmeyi başarabilmiş, o anlam verilemeyen cheesy sahneleri bile dahil! Multiverse of Madness her ne kadar muheteşem bir film olsa da, kesinlikle isminin altında kalan bir yapım olmuş ve yanlış isim kurbanı olmuş. Bu film için yanlış beklentilere kesinlikle kapılmamak gerekiyor. Ve aynı zamanda bu pahalı fiyatlara rağmen de salonlara koşmak gerekiyor, çünkü Multiverse of Madness gibi filmler bunu sonuna kadar haketmekte.
Doctor Strange in the Multiverse of Madness: Raimi’nin Muhteşem Dönüşü