Dehşet Bey: Türk İşi John Wick Denemesi
Vijilantizm ne demektir? Vijilantizm, kanunsuzluğu uygulayan, görevi olmadan kamu güvenliği ve cezalandırıcı adaleti üstlenen kişilere denir. Vijilantizm aynı zamanda toplum bekçiliği anlamına gelmektedir. Tıpkı, filmin adını taşıyan ve açılışta vijilantizmden bahseden Dehşet Bey gibi.
Yönetmen koltuğunda, geçtiğimiz yıl Atatürk filmleriyle beğeni kazanan Mehmet Ada Öztekin’in oturduğu, senaryosunu ise Dublörün Dilemması romanının da yazarı Murat Menteş’in kaleme aldığı ve Kutlukhan Perker’in çizdiği kendi çizgi romanından uyarladığı Dehşet Bey, hayatında ilk kez kalbinin sesini duyan bir suikastçının hikâyesini anlatıyor. Filmin başrollerinde Barış Arduç ve Tuba Büyüküstün’ün yer aldığı, Royal Pictures’ın yapımcılığını üstlendiği film dün itibarıyla Prime Video’da yayına girdi. Şimdi hikâyesine geçelim, ardından sizin için bir yorum yapmaya çalışayım.
Dehşet, Fedailer Ocağı’nın katı kurallarıyla yetişen bir suikastçıdır. Örgütün sıkı kuralları arasında aşk ve evlilik gibi duygular kesinlikle yasaktır. Daha doğrusu, entelektüel ve kültürlü bir suikastçıdır demek yanlış olmaz. Binlerce kişiyi hızlı ve seri biçimde öldüren Dehşet’e sıra Vijilantizm romanının yazarı Harun Hürriyet’i öldürmeye geldiğinde işler karışır ve tüm dengeler altüst olur. Çünkü Dehşet’in hayatına bir doktor olan Abide girer; üstelik Abide, Dehşet’in öldürmekle görevlendirildiği Harun Hürriyet’in kızıdır. Bundan sonraki hayatında Dehşet, ya kalbinin sesini dinleyecek ya da sadakatine bağlı kalacaktır.

Dehşet Bey: Türk İşi John Wick Denemesi
Hikâye, başında da bahsettiğim gibi vijilantizm kavramının anlamlarıyla açılıyor. Aslında bu kelimenin çağrıştırdıkları, Dehşet’in karakterine tam olarak uyuyor. Bunların dışında film ilerledikçe çok ama çok klişe bir soru soruyor bizlere; hep aynı cevapları vermeye çalıştığımız bir soru: Aşk uğruna neleri göze alıyorsunuz? Sadakatini gösterdiğiniz yuvayı, aileniz olarak gördüğünüz arkadaşlarınızı bir kalemde silebiliyor musunuz?
Bu filme dair cevabım şudur: Suç insanı gaddarlaştırır ve kalpsizleştirir. Ama aşk, kalpsiz bir insana kalbini yeniden hissettirir. Neticede film ilerledikçe Dehşet’in değişen yönlerini de görmeye başlıyoruz. Sonuna doğru gelindiğinde ise zaten… Neyse, seyredeniniz olursa diye daha fazla yazmayayım.
Ama diyeceğim şu ki: Hikâye ne iyi ne de kötü. Diyaloglar bence iyi yazılmış ve filmin hikâyesine hizmet edebiliyor. Dehşet’i dışarıda bırakırsak, diğer karakterlerin alt metinleri de güçlü. Mesela Harun, Nejat, Alparslan ya da Safir karakteri… Bu karakterlerin alt metinleri bana göre Dehşet’ten daha baskın. Teknik taraflarına geçmeden önce söylemeliyim ki, yakın ve orta plan çekimlerde bile bu karakterlerin oyunculukları daha etkileyici.
Madalyonun öteki yüzünü çevirdiğimizde ise hikâye belli yerlerde klişeye boğuluyor. Klasik bir intikam, aşk ve suç öyküsü… Neler olabileceğini tahmin edebildiğimiz bir hikâye ama fena işlenmemiş. Olabildiğince oryantal, olabildiğince etnik bir anlatıma sahip.
Teknik açıdan bakıldığında, görsel olarak oldukça dengeli bir yapımla karşı karşıyayız. Aşk sahnelerinde pastel renkler —ki renk skalasını biraz abartmışlar—, gece ve suç sahnelerinde ise doğrudan karanlık ve soğuk tonlar kullanılmış. Bu açıdan filmin renk kullanımı dengeli. Fakat kamera açıları ve hareketleri hikâyeye pek fazla hizmet etmiyor. Barış Arduç ile Tuba Büyüküstün dışında diğer oyuncuların sahnelerinde bu tercihler daha iyi sonuç veriyor.
Barış Arduç ile Tuba Büyüküstün’e gelince… Üzgünüm ama filmi izlerken ikisi de gözüme battı. Filmin kurgusu ve sık kesme (cut) kullanımı da beni yordu. Aksiyon filmlerinde çok fazla kesme yapılmaz. John Wick serisi de özellikle aksiyon sahnelerinde plan-sekans tekniğini tercih etmişti. Ancak Dehşet Bey’de kesmeler fazlaydı; bu da filmi anlamamı zorlaştırdı ve aksiyonun zevkini azalttı.
Müzikler eğlencelik. Özellikle çalan şarkılar oldukça derin ve kederli bir liste oluşturuyor. Enstrümantal müzikleri de fena değil; ancak şarkılar film müziklerini bastırıyor. Orhan Gencebay, Grup Ünlü ve Neşet Ertaş gibi sanatçıların parçalarının kullanılması fena olmamış.
Peki oyunculuklar nasıl? Barış Arduç’u fena bulmadım; soğuk ama iyi niyetli katil rolüne yakışmış, ancak çok da etkileyici değil. Tuba Büyüküstün’ü maalesef beğenemedim; rolünde bana geçmeyen bir şeyler vardı. Oyuncular arasında beğendiklerim ise Musa Uzunlar, Yıldıray Şahinler, Saygın Soysal ve Emrullah Çakay. Özellikle Yıldıray Şahinler ve Emrullah Çakay, baba-oğul ilişkisini çok iyi yansıtmış. Yazar rolündeki Musa Uzunlar’ın performansı sağlam. Saygın Soysal da psikopat ama kibar suçlu rolüne iyi hazırlanmış.

Dehşet Bey: Türk İşi John Wick Denemesi
Neyse, yavaşça kapanışa geçiyorum. Dehşet Bey, fena bir çizgi roman uyarlaması olmamış. Abartılı kurgusu, sert ve stilize olmaya çalışan şiddetiyle, başroldekilerin oyunculuk performanslarıyla Türk işi bir John Wick olmaya çalışmış ama olamamış. Yine de çabalaması değerli. Umarız bu yıl itibarıyla daha sert ve daha iyi aksiyon filmleri görürüz. Hepinize iyi aksiyonlar dilerim.