Çoğunluk: Kendini Çoğunlukta Görenler
Çoğunluk (2010), Seren Yüce’nin yönetmenliğini yaptığı ve üst-orta sınıf bir Türk ailesinin genç bireyini odağına alan bir film. Hikâye, yirmili yaşlarındaki Mertkan’ın (Bartu Küçükçağlayan) babası Kemal’in (Settar Tanrıöğen) baskıcı otoritesi altında geçen hayatını merkezine alır. Mertkan, kendi kimliğini bulmakta zorlanan ve varoluşsal sorunlar yaşayan bir gençtir.
Filmin açılış sahnesinde, Mertkan ve babası Kemal, ormanlık bir alanda yürüyüş yapar. Babasının temposuna ayak uyduramayan küçük Mertkan, geride kalır. Kemal, “Hadi oğlum!” diye seslenirken, Mertkan nefes nefese kalmış, itaatkâr bir tavır sergiler. Bu sahne, babasının gölgesinde büyüyen ve onun otoritesine boyun eğmek zorunda kalan bir çocuğun hikâyesine zemin hazırlar.
Mertkan’ın yetişkinlik dönemi, çocukluğundaki bu itaatkârlık ve bastırılmışlık duygusunun devamı gibidir. Babası gibi güçlü olmaya özenen Mertkan, bu hedefe ulaşmakta başarısız olur ve giderek babasının kontrolü altında daha da ezilir. Kemal Bey, katı kuralları ve otoriter tavırlarıyla müteahhitlik yapan sert bir babadır; anne Nazan Hanım (Nilgün Koldaş) ise mutsuz, hayattan kopuk bir ev hanımıdır.
Film, Mertkan’ın yaşamını, farklı toplumsal sınıflara ve gruplara karşı önyargılı ve dışlayıcı tutumlar sergileyen orta sınıf bir aile bağlamında ele alır. Mertkan’ın perspektifinden anlatılan hikâye, bu sınıfsal ötekileştirme ve bireyin kimlik arayışını derinleştirirken, sistemle uyumlu bir hayat sürmenin yaratabileceği varoluşsal bunalımları sorgular. Mertkan, zamanla kendi seçimlerini yapma cesaretinden yoksun bir birey hâline gelir. Babasına özenirken bir yandan onun gölgesinde ezilir ve kendi yolunu çizemeyen bir karakter olarak, hayatına başkalarının çizdiği sınırlar içinde devam eder. Çoğunluk, birey olma çabasının önündeki engelleri ve bu engellerin birey üzerinde yarattığı tahribatı çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer.
Mertkan üzerinden ilerleyen Çoğunluk filminde, önceliğin baba karakterinde olduğunu düşünüyorum. Basit bir anlatım da olsa, Mertkan ve annesi, babanın her zaman televizyonun kumandasını elinde tutan ve erkek egemenliğinin sembolü oluşunun birer yansımasıdır. Anne, sadece yemeği hazırlayan, meyve soyan ve temizlik yapan bir figürdür. Bu, baba ve oğul tarafından ona biçilen görevler ve değerlerden dolayı böyledir. Hatta temizlik için hizmetçi çağırdıklarında dahi annenin varlığı sorgulanır. Bu durum, “O zaman sen neden varsın ki?” gibi bir düşünceyi doğurur.
Baba Kemal, bulunduğu bölgede tanınan ve mahallesinde gücü olan bir müteahhittir. Hatta oğlunun polisle olan sorununu bile para ile çözmeye gücü yeter. Bu kadar güçlü bir erkek olarak, kendisi karısına eve geldiğinde selam verip yüzüne bakmadan içeri giren biridir. Filmin bir sahnesinde baba, oğluna (Mertkan’a) şu sözleri söyler: “Ben her gün vatanım için, sizin (ailem için), en şereflisi, hep daha fazlası için çalışıyorum!” Bu söz, aslında onun bir baba olarak istediği gibi davranamayacağı anlamına gelmemelidir. Baba Kemal’in temsil ettiği sınıf, kendince ve aynı zamanda büyük çoğunluk tarafından kabul gören hâkim sınıftır.
Bu durum, Mertkan için içinden çıkamayacağı bir çemberi işaret eder. Hâkim sınıftan bir babanın oğlu olarak ve benzer ekonomik sınıftan gelen arkadaşları tarafından, Mertkan öyle bir baskı altındadır ki, kendi hayatında neredeyse söz sahibi değildir ve kendi olamaz. Kaza yaptığında, kaza yaptığı adamla durumu düzeltmek ve zararı karşılamak için “kendi” olarak anlaşır. Ancak babası araya girdiğinde, kendini haklı gören ve her şeyin üstünde davranabilecek biri hâline gelir. Kız arkadaş edindiğinde ise bu kızın nerede çalıştığı, nereli olduğu ve “kenar mahalle kızı” olarak görülmesinden dolayı cinsellik dışında bir şey düşünülemeyeceği dayatılır. Mertkan, bu dayatmalardan ötürü, iletişim kurmakta bile zorlandığı bu kızla derin bir bağ kuramaz. Bu yaşadıklarının ardından, babası gibi davranarak soğuk, ruhsuz ve kendi karakteri olamayan bir insana dönüşür.
Sonuç olarak, filmde kendini çoğunluk olarak gören baskın babaların yetiştirdiği erkeklerin, toplumda kendilerini var edememelerini görüyoruz. Film, orta ekonomik sınıftan olanların, kendinden olmayanlara karşı tavırlarını açıkça sunuyor.
Filmde, izledikçe kendi hayatınızda görebileceğiniz ve mutlaka karşılaşmış olabileceğiniz olaylar yer alıyor. Bu örnekler öyle derin bir inceleme ve muazzam sembollerle anlatılmıyor. Film geneli resmedip “Bak, bu böyle; şu şöyle, anladın mı?” diyor. Bütün örneklere tek tek değinmek uzun süreceğinden, en iyisi filmi izlemeniz olacaktır.
Filmdeki renklere değinecek olursak; soğuk, cansız ve durağan. Bu seçimler, içinde bulunduğu durumun samimiyetsizliğini ve insanın içini hayli sıkan atmosferi yansıtıyor. Görsel olarak, çekildiği yıllara göre görece idare edebilecek bir kalitede ve zaten konusundan dolayı bu eksikliği göz ardı edebilirsiniz.
Filmde en beğendiğim sahneler, Mertkan’ın babası tarafından şehrin uzak köşesine sürüldüğünde tek başına televizyon izlemeye çalıştığı mavi boş odanın olduğu sahne ve kaza yaptığı taksiciye apartmanın en üstünden korkar gözlerle baktığı sahne oldu. Bahsettiğim mavi boş odada, Mertkan’ın televizyon izlemeye çalışarak babasına dönüşmeye çalıştığını düşünebiliriz. Taksiciye baktığı diğer sahnede ise toplumsal hiyerarşinin görsel bir temsili olduğunu söyleyebiliriz. Bu sahnede, taksicinin sokak lambası altındaki duruşu, filmde aklımda kalan en net sahne oldu.
Çoğunluk: Kendini Çoğunlukta Görenler