Anthracite: Herkesin Alnına Bir Kara Leke
Fransız yapımı mini dizi Anthracite Nisan ayında Netflix’te gösterime girdi. Başrollerini Noémie Schmidt (Ida), Hatik (Jaro), Camille Lou (Giovannia) ve Nicolas Godart (Romeo)’ın paylaştığı bu gerilim dizisi bir tarikat etrafında dönen cinayetleri ele alıyor.
Hikâye Fransa’da bir dağ köyü olarak tasvir edilen Levionna’da geçiyor. Kasabaya ve olaya dair verilen arka plana göre 1990’lı yılların ortasında kasabayı etkisi altına almış olan bir tarikat mevcut. Tarikat üyelerinin bir evde toplu intiharı ile birlikte bu kalabalıktan sadece grubun lideri olan Caleb Johansson hayatta kalıyor. Liderin konuşmayı reddetmesi ile birlikte evin içerisinde neler yaşandığı bilinmiyor. Ana hikâye ise zamanında bu olayı takip eden gazetecinin 30 yıl sonra tekrardan Levionna’ya dönmesi ve kaçırılması ile başlıyor. Dizi boyunca kızı Ida’nın sahip olduğu sanal ağlar ve bölgede edindiği işbirlikçiler ile babasını bulmaya çalışması ve yeniden aktif hareket göstermeye başladığı düşünülen tarikatın arka planında neler olup bittiğini çözmeye çalışmasını izliyoruz.
Hikâye boyunca üç ana olay örgüsü ilerliyor: 1994’te yaşanan bir cinayet ve toplu intihar olayı, kasabadaki antrasit madenlerinin 2024’te tekrar açılmaya başlaması ile yeniden kayıp ve cinayet vakalarının ortaya çıkması, kasabada kurulan ve halktan büyük tepkiler alan bir ilaç şirketi. Dizi boyunca bu üç olayın birbirine bağlandığı ve koptuğu noktaları görüyoruz.
Dizi genel olarak farklı birçok türü harmanlamaya çalışıyor. Gerilim, komedi, gençlik gibi farklı türleri bir cinayet öyküsü üzerinde bir araya getiriyor olması diziyi ilginç kılan unsurlardan. Yapım, yaratmak istediği diken üstünde tutan atmosferi oldukça iyi bir şekilde aktarıyor. Yüksek bütçeli bir yapım olmadığı düşünüldüğünde ortaya çıkan işin kötü olmadığı söylenebilir. Bununla birlikte bahsi geçen üç öyküyü birbiri ile ilişkilendirirken sizi farklı yönlere yönlendiriyor ve bunu büyük ölçüde temiz bir şekilde başarıyor.
Öte yandan dizinin özellikle kurgusunda ve yazımında eksiklikler hissediliyor. En büyük eksiklik karakterlerin tam aktarılamamış olması. Bu sıkıntı biraz da karakterlerin ve öykülerinin sunuluşundaki karmaşadan doğuyor. Hikâyedeki dönüm noktaları ve gizem korunmaya çalışılırken karakterlerin kişisel öyküleri parça parça ve karışık olarak seyirciye aktarılıyor. Bu da karakterler ile kurulan bağı zayıflatıyor, genel olarak karakterlerin başına bir şey geldiğinde izleyiciye pek geçmiyor.
-Yazı bu noktadan sonra bazı spoilerlar içermektedir.-
Bu sıkıntı özellikle ana karakterin yazımında oldukça baskın. Ida’ya birçok kişisel sorun ve bu sorunlara pek çok savaş yazılmasına rağmen, genel olarak kurgunun içerisindeki kaosta kayboluyor. Kanser oluşuna, oldukça izole büyümesine ve bu yüzden karşılaştığı zorluklara rağmen neşesini koruyan, hatta belki bu neşeyi bir savunma mekanizması olarak kullanan bir karakter yazımı amaçlanmış. Fakat bu zorluklar o kadar tarikat öyküsü içerisinde oldukça arka planda bırakılmış ve karakter sadece sarkastik ve yüzeysel olarak yansıyor.
Benzer bir sıkıntı Romeo için de geçerli. Romeo’nun geçmişte var olan ve kurgu içerisinde yeniden ortaya çıkan bir ilişkisini görüyoruz. Fakat iki karakterin arasındaki geçmişe verilen yer çok sınırlı. Bu durum aralarındaki bağı, Romeo’nun geçmişten günümüze taşıdıkları ve şu anki ilişkilerini anlamayı güçlendiriyor. Yine bu hikâye de ana öykü içerisinde yitip gidiyor.
Bu konuda nispeten daha başarılı aktarılan tek karakter Giovannia. Karaktere yazılan bir çocuk kaybı söz konusu ve zaman içerisinde bu durumun kendisini nasıl etkilediğini gerek direkt olarak gerekse dolaylı yoldan görebiliyoruz. Bu kayıp sonrasında yaşadığı depresif süreçleri, bu etiketin kendisine nasıl yapıştığı ve hikâye içerisinde aldığı kararların bundan nasıl etkilendiği net bir şekilde aktarılıyor.
Karakter yazımının da ötesinde bölüm sonlarındaki bazı dönüm noktaları ana temadan oldukça sapıyor. Kurgudaki bazı unsurlar sadece sansasyonel bir izlenim yaratmak için eklenmiş gibi hissettiriyor ve ana öyküye bir katkıda bulunmuyor oluşu ile seyirciyi itiyor. Örneğin; Ida ve Jaro arasında yazılan romantik ilişkinin ve daha sonra kardeş çıkıyor olmalarının kurguya hiçbir katkısı yok. Caleb’e yazılan çoğu hikâye yarım ve kurguyu pek de beslemiyor. İlerleyen bölümlere doğru bu sıkıntı daha da yoğunlaşıyor ve hikâyeyi takip etmek daha da zorlaşıyor. Bu durum ek olarak finalin etkisini de azaltıyor ve dizi sona erdiğinde sizi yarım kalmış bir his ile tek başınıza bırakıyor.
Genel olarak bazı yeni denemeleri olan bir dizi olsa da kurgusundaki aksaklıklarla takip etmesi oldukça zorlaşıyor. Buna rağmen kurmak istediği gerilim atmosferini oldukça iyi aktaran bir yapım, dolayısıyla cinayet, gizem ve gerilim gibi temalar ilginizi çekiyorsa kısa bir dizi olması sebebiyle şans verilebilir.
Anthracite: Herkesin Alnına Bir Kara Leke