Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri28 Years Later: Yaşamak Kaybetmeyi Gerektirir

28 Years Later: Yaşamak Kaybetmeyi Gerektirir

Yazar: Ömer Acıoğlu
28 Years Later: Yaşamak Kaybetmeyi Gerektirir
28 Years Later: Yaşamak Kaybetmeyi Gerektirir

İnsan bu dünyaya bir kere geliyor, değil mi? Peki, felaketlerin varlığı yaşamımızı ne kadar etkiliyor? Mesela bir tsunami felaketi, bir deprem ya da bu filmde göreceğiniz gibi enfekte olmuş hastalarla savaşmak gibi. Bu olaylarda birçok şeyi, mesela sevdiklerimizi, ideallerimizi ve içimizdeki bir parçayı kaybediyoruz.

28 Years Later, Danny Boyle ve Alex Garland’ın ilk sağlam ortaklığı olan 28 Days Later (2002) ve Juan Carlos Fresnadillo’nun çektiği 28 Weeks Later (2007) filmlerinden sonra gelen serinin üçüncü filmi. Bu ikili, bu filmle birlikte Sunshine (2007) filminden 18 yıl sonra tekrar bir araya geliyor.

Jamie ve oğlu Spike’ın anakarada üstlendikleri görev esnasında hem “normal” enfektelerle hem de beklenmedik, korkutucu şekillerde değişen diğer kurtulanlarla karşılaşmalarını ve insanlık uğruna verdikleri mücadeleyi anlatan bu filmin başrollerinde Jodie Comer, Aaron Taylor-Johnson ve Ralph Fiennes yer alıyor. Film, bugün itibarıyla TME Films tarafından vizyona giriyor.

28 Years Later: Yaşamak Kaybetmeyi Gerektirir

28 Years Later: Yaşamak Kaybetmeyi Gerektirir

Yavaşça hikâyeye balıklama atlıyorum; aksi takdirde problem olur.

Tehlikeli Öfke virüsü, biyolojik silah laboratuvarından kaçıp dünyayı acımasızca kasıp kavurduğundan bu yana 28 yıl geçti. Bölge sıkı karantina altına alınsa da bazı kurtulanlar, enfektelerin arasında uyum sağlamaya çalışıyor. Küçük bir grup, anakaraya yalnızca sıkı şekilde korunan bir geçitle bağlı olan uzak bir adada sığınak buluyor. Bu topluluğun üyelerinden Jamie (Aaron Taylor-Johnson), ergenliğe giren oğlu Spike (Alfie Williams) ile birlikte tehlikeli bir görev üstlenmek için adayı terk ediyor ve medcezir yöntemiyle suların çekilmesiyle ortaya çıkan anakaraya gidiyorlar.

Ancak bu yolculukta, daha önce kimsenin tahmin edemediği bir gerçekle karşılaşıyorlar. “Normal” enfektelere ek olarak bu kez korkutucu biçimlerde değişen diğer kurtulanlarla karşı karşıya kalıyorlar. Dahası, daha önce hiç duymadığı gerçeklerle yüzleşiyor ve annesi Isla’yı (Jodie Comer) doktora götürmek için tekrar anakaraya geçmek zorunda kalıyor. Bu durumda hem insanlık hem de baba-oğul için çok uzun, engebeli ve tehlikeli bir yolculuk başlıyor.

Bu film, bir “hastalık filmi”, bir “korku filmi” olmanın ötesinde bir hikâye anlatıyor. İlk film 28 Days Later, savaş, kriz, protesto gibi olayların gölgesinde bulaşan Öfke virüsünün gelişini ve sonrasında yaşamak, sevdiklerimizi kurtarmak için verdiğimiz mücadeleyi işliyordu. Aynı zamanda da şu çılgın ve kriz dolu dünyada hayatı dolu dolu ve güzelliklerle yaşamamız gerektiğine dair bir anekdot sunuyordu, bir vurgu yapıyordu.

Bu filmde ise önce baba-oğul ilişkisi ve birlikte verdikleri mücadele, ardından anne için her türlü kötülüğe karşı verilen savaş anlatılıyor. Virüs filmin merkezinde yer alsa da esas olarak bu dünyada verdiğimiz mücadeleyi, her şeye rağmen sevmeyi, ölümü hatırlamayı, doğup büyüdüğün yeri bir gün terk etmek zorunda kalmayı ve yalnız mücadele etmeyi insani bir dille ele alıyor. Bu da bizi; sevgiyi, varoluşu, yok oluşu ve dünyamız için verdiğimiz mücadeleyi sorgulamaya yönlendiriyor.

Karşımızda insani yönü son derece güçlü bir hikâye var. Zaten konu Alex Garland olunca, hikâye ve anlatım açısından güçlü bir senaryo beklemek yanlış olmaz. Fakat burada “fakat” diyorum; zira ben filmin sonunu pek beğenmedim. Spoiler vermek istemem ama filmin en azından son 5 dakikasını uzatmadan bitirseymiş, daha mantıklı bir hareket olurdu. Neyse, biz şimdi yönetmenliğinden biraz bahsedelim.

28 Years Later: Yaşamak Kaybetmeyi Gerektirir

28 Years Later: Yaşamak Kaybetmeyi Gerektirir

Onun dışında, Danny Boyle’ın yönetmenlik stili mükemmel. Hakikaten bayıldım. Görsellik kısmına birazdan değineceğim ama öncesinde birkaç cümle etmeden geçemeyeceğim. Boyle, bu filmde ritmini gerçekten çok sert, çok şiddetli ama bir o kadar da dramatik bir şekilde kurmuş. Filmin kurgusundaki sert geçişler, sinematografik şiddet ve dengeli oyunculuklar sayesinde izleyiciyi etkileyen bir yapı sunuyor. Dolayısıyla oldukça sert bir İngiliz korku filmiyle karşı karşıyayız.

Görsellik konusuna da yavaş yavaş göz atalım. Görsel açıdan yer yer Dogma 95 akımını anımsattığını söylemeden geçmeyeyim. Bu rastlantı değil; çünkü filmin görüntü yönetmenliğinde 28 Days Later’dan beri iş birliği yaptığı, Lars von Trier ve Thomas Vinterberg’in filmlerinde de görüntü yönetmenliği yapmış Anthony Dod Mantle bulunuyor. Filmin iPhone ile çekil28 ymesi, ona oldukça gerçekçi ve belgeselvari bir tarz katıyor. Kurgu kısmı ise Jean-Luc Godard’a bir saygı duruşu niteliğinde. 127 Hours (2010) filminden beri Boyle ile çalışan kurgucu Jon Harris’in ritmik, dinamik ve sert kurgusu bu filme de tuz biber oluyor.

Müzikler ise oldukça sert. İngiliz müzik grubu Young Fathers, bu film için elektronik ama yoğun melodiler üretmiş. Filmin görselliği izleyiciyi koltuğa çivilerken, müzikler de gerilimi artırıyor ve atmosferi tamamlıyor.

Peki ya oyunculuklar? Üzerinde konuşacağımız dört oyuncu var. Aaron Taylor-Johnson, kaslı yapısı ve ağırbaşlılığıyla öne çıkarken; sert bakışlarının ardındaki sevgiyi ve oğluna yönelik düşünceli tavırlarıyla baba rolünün hakkını veriyor. Jodie Comer ise bu filmdeki en güçlü ve en merhametli karakteri canlandırıyor. Prima Facie (2023) ile radarımıza giren Comer, bu filmde korumacı, temiz kalpli yapısıyla sağlam bir performans sergiliyor. Doktor Kelson rolündeki Ralph Fiennes ise bambaşka bir seviyede. Entelektüel bir duruşu, tıbbi bilgi birikimi, Latince kelime kullanımı ve güven veren yüz ifadesiyle güçlü bir oyunculuk performansı sergiliyor. 14 yaşındaki Alfie Williams ise kararlı ve sert bakışlarıyla gelecekte adını daha sık duyacağımız yeteneklerden biri olabilir.

28 Years Later: Yaşamak Kaybetmeyi Gerektirir

28 Years Later: Yaşamak Kaybetmeyi Gerektirir

Sonuç olarak ne diyebilirim? Şunu söylemek mümkün: 28 Years Later, kıyamet temalı korku-gerilim türünde The Last of Us dizisinden sonra en insani filmlerden biri olarak öne çıkıyor. Görselliğiyle gerçekçi ve belgeselvari, müzikleriyle gerilimi artıran bir yapım. Ancak hikâyenin uzatılması ve özellikle finalin –ki bana göre tatsız bir finalle bitti– benim eleştirmem gereken konular oldu. Gerçi bir üçleme filmi olacağından, bu filmden sonra Nia DaCosta’nın yönetmenliğinde devam filmleri geliyor. Bunu da söylemeden geçmeyelim. Yine de bu hafta sinemalarda izleyebileceğiniz en etkileyici, en ritmik, en dinamik ve en gerçekçi korku filmlerinden biri sinemalarda sizleri bekliyor.

Puan: 7,8/10

28 Years Later: Yaşamak Kaybetmeyi Gerektirir

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...