22. Filmekimi İzlenimleri #2: Sometimes I Think About Dying & Evil Does Not Exist
Tükenen öğrenci biletleri, çöken bilet siteleri, ön satış tartışmalarıyla bir Filmekimi dönemi açılışını daha yapmış bulunuyoruz. Açılışını 13 Ekim akşamı Sofia Coppola’dan Priscilla filmiyle yapan festival bu sene de geniş bir seçki sundu, biletlerin erişilebilirliği tartışmalı olsa da filmlerin birçoğu belirli platformlarda ya da vizyonda karşımıza çıkmaya devam edecek önümüzdeki aylarda. Bu sebeple sizlere de fikir olması için Ekranom’da görme şansımızın olduğu filmler hakkında genel yorumlarımızı sizlerle buluşturmak istiyoruz, şimdiden iyi okumalar 😊
*Yazı filmler hakkında spoiler içerir*
Sometimes I Think About Dying, yönetmen Rachel Lambert’ın üçüncü uzun metraj filmi ve belki de yönetmenlik kariyerinin henüz başlarında olmasının acemilik izlerini de taşıdığı söylenebilecek bir film. Negatif yönlerini önden ifade edip güçlü yanlarına geçmeyi tercih etmem gerekirse, filmin senaryosunun bir kitap uyarlaması olmasına rağmen bütünlüğünü tamamlayamadığını, kullanılan sembollerin altlarının doldurularak güçlendirilmediğini ve izleyiciyi sonda bir tamamlanmamışlık hissiyle bıraktığını söylemek zorundayım. Bitişinde farklı bir son hayal ettiren ya da filmin daha uzun olup karakterler arasındaki ilişkilerin nasıl gittiğini merak ettiren ancak tahmin için de hiçbir ipucu sunmayan bir sonu var filmin.
Ancak bu negatif yönlerin filmin genel anlamda oturduğu düşünsel zeminde kendini ifade ediş biçimini kapsamadığını da belirtmek gerek.
“Bazen insanların içine dalıverdiğimde bir şaşkınlığa, boşluğa düşerim; sanki ölmüşüm gibi gelir, solgun, renksiz bir gölge olarak yaşıyormuşum aynı zamanda, ilk meltem yere çalacakmış beni, biri dokunduğu anda toza dönecekmişim. O zaman, en derin yerimde sorarım kendime, herkesten uzaklaşıp kendimi yetiştirmek uğruna harcadığım emeklere gerçekten değer miydi?” diye sorar Fernando Pessoa Huzursuzluğun Kitabı’nda. Daisy Ridley’in canlandırdığı Fran de bu yabancılaşmanın içinde, muhasebeci olduğu ofiste herkesten uzakta kendine yetmek için geliştirdiği becerileriyle hayatını sürdürür film boyunca. Ait olamadığı ancak zaten bunun için çabalamadığı bu ortamda ilgisini biri çekene kadar tek hobisi öldüğünü hayal etmektir. Ancak bu ölüm, kendisini çürürken hayal ettiği bu sahneler bizim geleneksel olarak korkunç olarak kodladığımız ölümle bir değildir. Onun ölümü sonunda başkalarının onun algılamadığı, çabalamak zorunda kalmadığı ve huzurla uzandığı sahnelerdir. Filmin bu tekdüze yaşam, anksiyete ve huzursuzluk üzerine kurduğu harika bir atmosferi var. Ses dizaynı karakterin topluluklardan izole oluşunu ya da bir anda tetiklenmesini izleyiciye yansıtmayı başarıyor. Ve yalnızca Ridley’in canlandırdığı Fran değil, diğer karakterler de çok gerçek. Oyunculukların genel anlamda tatmin edici olduğu filmde filmin yapımcılarından da olan Ridley, Star Wars için aldığı eleştirilerin aksine çok akıcı bir karakter sunuyor ve İngiliz aksanını gizlemekte hiç sıkıntı yaşamıyor.
Sadece baş karakterinin ilk yarıda yansıtılan huzursuz dünyası için bile şans verebileceğiniz bir film. Kendisinin hayal ettiği son ‘ölüm’ünden sonra geçirdiği değişime inanıp inanmamak ise size kalacak.
Bahsedeceğim diğer film Ryûsuke Hamaguchi’den Evil Does Not Exist. Yarattığı evreni betimlemeyi zor buluyorum çünkü birçok elementin birleşimiyle büyülü bir atmosfer sunuyor izleyiciye. Dal ve ağaçların ekrandan aktığı 5 dakikalık bir sekansı sorgulatmıyor, dünyasına bu şekilde temel atıyor ve sonra içine insanı ekliyor. Bu yüzden aslında yeni bir şey söylemiyor, ama kendi eşsiz şekliyle söylüyor ve 1 saat 45 dakika boyunca sizi büyülüyor.
Tokyo yakınlarında tarım için ayrılmış bir kasabada geçen film, bir şirketin burada kamp konseptli bir otel kurma çabasına odaklanıyor, ancak bu insan ve doğanın iç içe geçen ve harmonide olsa ne kadar görkemli olabileceğini filmin başında sunan dünyasına yalnızca bir paravan. Ama bu konu ve söz konusu girişim aynı zamanda filmin kötülüğü reddeden isminin de tezatı. Bu isim direnen karakterlerin isyanının mottosu.
Konusu çok basit olsa da film karakterleri ve doğayı iç içe geçirerek gizemli bir atmosfer oluşuyor ve sembolik bir sonla da bunu taçlandırıyor. Kafanızı karıştırmasına sinirlenseniz de cevaplar arasanız da sizi bu noktaya kadar hem görsel hem işitsel olarak o kadar iyi bir şekilde taşıyor ki şikayet bile etmiyorsunuz. Festival kapsamında görme şansınız yoksa bile şans vermeniz gereken; diyaloglar, müzikler, iyi oyunculuklar ve görselliğiyle pişman olmayacağınız bir iş çıkmış ortaya.
Yazıyı bitirmeden son bir noktaya da değinmek isterim ki tamamen alakasız olan bu iki filmde kullanılan ceylan imgesi; ürkekliğin, narinliğin ve kırılganlığın simgesi ilginç bir denk gelişti. Evil Does Not Exist filminde doğanın da temsili ve gerektiğinde öcü olan bu hayvanların Sometimes I Think About Dying filminde karakteri nasıl temsil ettiğini görmek aslında iki film için de farklı bir perspektif sunuyor.
22. Filmekimi İzlenimleri #2: Sometimes I Think About Dying & Evil Does Not Exist