21. Filmekimi İzlenimleri #2: Sick of Myself – Stars at Noon – See How They Run
Tekrardan merhaba herkese!
Filmekimi’nin ikinci izlenimlerinde Claire Denis’nin erotik bir politik gerilim olan son işi Stars at Noon, Cannes’da kara mizahı ile çokça konuşulan absürt komedi Sick of Myself ve Agatha Christie eserlerinin dinamiğini hafif bir alay ile ele alan See How They Run hakkındaki fikirlerimi yazdım. İyi okumalar dilerim.
Sick of Myself
Yönetmen: Kristoffer Borgli
Oyuncular: Kristine Kujath Thorp, Eirik Sæther, Fanny Vaager, Sarah Francesca Brænne
Kristoffer Borgli, abartılı bir sempati, tanınırlık ve takdir edilme ihtiyacıyla kavrulan bir çifti temeline alıyor Sick of Myself’te. Aklında bir sürü komedi fikri, skeç malzemesi var ve bunların hepsiyle karakterlerinin ilgi açlığını besliyor. Ancak Borgli’nin sunduğu serviste sadece tek bir yemek var. Güzel gözüken, kolay çiğnenebilir ve öyle çabucak da bitmeyecek geniş porsiyonlu bir yemek. Yalnız yönetmenin tüm senaryosunu, dinamiğini ve becerilerini geliştirdiği yer hiçbir şekilde değişmiyor. Projesinin çıkış noktasına o kadar hayran ki, bir an olsun daha az etkileyici olabileceği bir ihtimale yanaşmıyor bile. Not defterinden perdeye yansıtmaya çalıştığı kopuk kopuk fikirlerini bir arada tutabilecek tek yapıştırıcısı karakterleri olmasına rağmen onlara bu kadar alan tanımayan, zorla hep aynı notayı çaldıran ve hatta doğru bildikleri yanlışların farkına vardıklarında bizzat cezalandıran birinin yemeğine daha fazla çatal batırasım da gelmedi gerçekten. İştahsızlığımın nedeni fazla tuzlu, baharatlı veya tatsız bulmam değil, aşçı doyduğumu bir türlü anlamamakta fazla ısrarcı sadece.
Stars at Noon
Yönetmen: Claire Denis
Oyuncular: Margaret Qualley, Joe Alwyn, Benny Safdie, Danny Ramirez
Claire Denis’nin siyasi çöküş eşiğindeki ülkelerde kazarak bulduğu hayatta kalma mücadeleleri bu sefer terli, sivri dilli ve oyunbaz bir ilişkiye çeviriyor formunu. Eli silahlı adamların, kirli Amerikan politikacılarının arasında halkın yaşam alanını olduğu gibi makale haline getirdiği için mimlenmiş bir gazeteci ile kime, hangi amaçla çalıştığı belirsiz bir iş adamını oradan kurtarmaya çalışıyor yönetmen. Tam olarak kimden kaçacakları veya neden kaçmak zorunda oldukları, geçmişleri veya gelecekleri tamamen önemsiz bu karakterlerin. White Material’ın yine benzer bir coğrafi bölgede ölüm kalım ciddiyetindeki koşuşturması artık biraz yormuş gibi Denis’yi. Sürekli bir tehdit altında ama peşindekilerden uzaklaşma yöntemini hafif bir caz müziği eşliğinde, uzun sevişmelerde, her an yıkılabilecek bir beraberlikte buluyor. Her şeyden önce, kağıt üstünde doğru şekilde tasarlanmış olup olmamayı umursamadan nefes alıyor bu karakterler. Dalgasını geçmekten, reddetmekten çekinecekleri insanlarla kuşatılmış değiller veya artık aynı Denis gibi karşılarındakini öyle görmekten bıkmışlar. O yüzden yönetmenin sinemasının malzemesini sabit, duygularını daha işitsel, deneyim odaklı bir zemine taşıdığını düşündüm izlerken. Ayrıca sonu başından belli olamayacak kadar önemsiz ve tüm dertlerini henüz ilk dakikalardan hafifleten bir politik gerilim görmek, özellikle son senelerde doğrucu öfkesini -haklı olarak- bağıra çağıra duyuran metinlerin çokluğunda daha zor bulunur bir tecrübe haline geldi. Sanırım Denis’nin yorgun, heyecan arayışındaki ruh halinin böylesine çirkin bir gündemin ortasında benim için karşılık bulabilmesinin sebebi de bu nadir, anlatısal olarak zengin naifliği.
See How They Run
Yönetmen: Tom George
Oyuncular: Sam Rockwell, Saoirse Ronan, Adrien Brody, Ruth Wilson, Harris Dickinson
See How They Run’ın “Whodunit (Kimyaptı)” eserlerinin standartlarını, onları deneyim eden kişiyle kurdukları ilişkiyi ve en çok da başvurdukları ortak tembel çözüm yöntemlerini sıralayarak açılışını yapması, meta bir dedektiflik öyküsü beklentisine sokuyor insanı ister istemez. Tom George’un türün denklemini, karakter kurulumlarını döndürüp dolaştırıp bir film yapımının içinde gerçekleşen bir cinayete yerleştirmesi de az çok doğruluyor bunu. Sonra George vitesini küçültüyor, sorgu aşamalarını seyrettiriyor ve neredeyse yazılar akana kadar da bir daha sesini çıkarmıyor. Henüz ilk dakikada dalgasını geçtiği, kolayca başarabileceğini düşündüğü ne varsa yalnızca küçücük sahnelerde değişiklik yaparak -ve bunu özel olarak belirterek- Wes Anderson’a öykünen mütevazı bir görsel oyunbazlıkla yoluna devam ediyor. Artık “auteur” yönetmenlik tercihlerinin özellikle Amerikan/İngiliz bağımsızlarında bir normal haline geldiği ve çok fazla etüt edildiklerinden yeni nesillere bağlamlarından koparak taşındığı bir gerçek. Anderson’dan oyuncu yönetimine, mekan tasarımına kadar ödünç aldığı unsurların hakkını vermeye çalışırken Tom George da kurduğu işlek ancak fazla tanıdık hissettiren anlatısının kendi kendinin farkında, seyircisiyle diyaloğa girmekten çekinmeyen, takip ettiği türün vidalarını usul usul söken yapıbozumcu yazarlığını oldukça bastırmış gözüküyor. Biliyorum, yan masada oturanın içtiğinden içmek bazen ilk defa deneyenlere yeterli gelmiyor ama pipetin rengine kadar öğrenmeye çalışmak da aldığın tadı pek değiştirmeyecektir yani.
21. Filmekimi İzlenimleri #2: Sick of Myself – Stars at Noon – See How They Run