2000li Yılların Başlarında Çıkan En İyi 5 Bilim Kurgu Filmi
1- Dead or Alive 2: Birds (2000)
Takashi Miike’nin yönettiği Dead or Alive üçlemesi, 1999’da ilk filmiyle karşımıza çıkmıştı. Dead or Alive: Final ile üçleme 2002’de tamamlandı. Üçlemenin ortak paydasını Show Aikawa ve Riki Takeuchi’nin üç filmde de rol alması oluşturuyor. Hikaye bakımından birbirleriyle bağlantılı değiller. Çete savaşı sırasında bir rakibi ortadan kaldırmak için tutulan Mizuki adında bir katilden önce, çete üyesini öldüren ve başka bir katil olan Shuuichi ortaya çıkar. Olaydan sonra, çocukluklarını geçirdikleri adaya dönerek saklanmaya karar verirler. Yolculukları sırasında çocukluk arkadaşı olduklarını öğrenirler.
Miike, Yasushi Shimamura’nın da büyük katkılarıyla, filmi iki tematik alana bölebilmiş. İlki karakterlerin şiddetle ve sıra dışı işlerle olan bağlantısına odaklanıyor, diğeri ise adaya dönüşlerini sembolik olarak huzura yeniden kavuşma olarak yansıtıyor. Yönetmen bu iki ögeyi çok iyi harmanlamış.
2- Possible Worlds (2000)
Başrolünde Tilda Swinton ve Tom McCamus’nun oynadığı Kanada yapımı Possible Worlds, John Mighton’ın aynı adlı oyunundan uyarlanmış. Robert Lepage’ın yönettiği film, varoluşsal sorular ve metafizik vizyonlar sunan bilim kurgu, gerilim ve romantik türlerinde bir hikayeye sahip. George Barber (Tom McCamus) adındaki bir matematikçi garip rüyalar görmektedir. Rüyasında sürekli Joyce’la (Tilda Swinton) bir barda buluşur. Aynı zamanda, kayalıklı bir kıyıda taşları hareket ettiren bir grup adamı görür.
Kurbanlarının beynini çalan bir seri katil, karakterlerin yollarını kesiştirecektir. Film, bir yandan endişe ve gerilimi seyirciye geçirirken, bir yandan da felsefe ve bilim temasına odaklanıyor. Yönetmen insan beyninin rolünü ve de beynin üstün hayal gücü ve yaratma kapasitesini araştırıyor.
Possible Worlds farklı türleri bir araya getirip, sofistike bir senaryo ve varoluşsal bir bakış açısı ile filmi yükseklere çıkarıyor.
3- Metropolis (2001)
Metropolis üç katmanda organize edilmiş, insanların ve robotların birçok zorluklarla bir arada yaşadığı bir şehir. Robotlar şehrin en alt yerlerine terk edilmiş. Aynı zamanda, robotlar yüzünden iş bulamadıklarından şikayetçi çoğu insan da zor koşullarda yaşıyor. Duke Red önderliğinde Metropolis’te otoriter bir parti kuruluyor. Osamu Tezuka’nın aynı adlı mangasından uyarlanan ve Fritz Lang’e göndermeler yapan anime filmi, distopik atmosferi ve Toshiyuki Honda’nın caz müzikleri ile mükemmel bir uyum yakalamış. Akira ve Ghost in the Shell’in gölgesinde kalmış olsa da, Metropolis bir klasik olmayı hak ediyor. Rintaro’nun yönettiği film, harika görselliği ve tasarımıyla seyirciyi hayran bırakırken aynı zamanda insanın içine işleyen ve politik ögelere değinen muazzam bir hikaye sunuyor.
4- Immortel Ad Vitam (2004)
New York, 2095 yılı. Genetiği değiştirilmiş ve değiştirilmemiş insanlar şehrin üç farklı bölgesine yaşıyor. Central Park ihlal bölgesi alanı olarak ilan edilmiş ve giriş yasak. Gökyüzünde şehri hakimiyeti altına alan bir piramit süzülüyor. İçerisinde eski Mısır tanrıları, tanrılardan biri olan Horus’un ölümsüzlüğünü sona erdirmeden önce bir varis ortaya koyması gerektiği ilan etmiş.
Horus’un görevi tamamlamak için genetiği değiştirilmemiş bir insanın vücudunu kullanması gerekiyor. Film, hikayenin yaratıcılığı ve sinematografinin psikedelik tonlarıyla seyircinin ilgisini çekmeyi başarıyor.
Immortel Ad Vitam, canlı çekimleri, video oyunu tarzı CGI kullanımı ve çizgi roman izleriyle çok katmanlı bir gerçeklik sunuyor. Mavi, yeşil ve gri tonlarının hakim olduğu film aynı zamanda distopik Blade Runner hissi de veriyor. Karanlık atmosferi ve distopik havayı sevenler için mükemmel bir film. Ayrıca eğer Terry Gilliam ya da Jan Pierre Jeunet gibi yönetmenlerin filmlerini hayranlıkla izliyorsanız, Enki Bilal’in yönettiği bu Fransız filmi tam size göre!
5- Nuit Noire (2005)
Dünyaya tam bir karanlık hakim. Uzun zamandır devam eden bu gecede, ani tutulma sebebiyle ortaya çıkan güneş ışığı sadece 15 saniye beliriyor. Bu karanlık atmosferde film, bilim müzesinde yaşayan ve çalışan tahnitçi/böcekbilimci Oscar’ın (Fabrice Rodrigues) günlük hayatı üzerine odaklanıyor. Oscar’ın görevi böcekleri toplamak ve sınıflandırmak.
Filmin senaryosu, ana karakter Oscar’ın düşüncelerini ön planda tutuyor. Bu sebeple filmin yapısı, bilinç akışını taklit ederek, bir tahnitçinin sallantılı zihnini takip ediyor. Aynı zamanda, endişe, belirsizlik ve şüphe atmosfere nüfuz ederek karanlığın varlığıyla daha da şiddetli bir hale geliyor.
Nuit Noire metaforik açıdan sindirilmesi zor, deneysel ve felsefik yönde ilerleyen bir film. Lynch ve Cronenberg’ü çerez niyetine izleyenler için ilgi çekici olabilir.
2000li Yılların Başlarında Çıkan En İyi 5 Bilim Kurgu Filmi