2021 Yılında Gösterime Giren 5 Film Önerisi
1) Quo vadis, Aida?
Yaklaşık 26 yıl önce, Ratko Mladić komutasında binlerce Boşnak öldürüldü. Bu olay Srebrenitsa Katliamı olarak biliniyor ve Avrupa topraklarındaki en kötü toplu katliamlardan biri olarak kabul ediliyor. Tarihteki yeri göz ardı edilemezken bir film yapımcısının bu olayın ciddiyetini doğru bir şekilde yakalaması yirmi yıldan fazla sürdü.
Jasmila Žbanić, Quo vadis, Aida? ile 2021 yılının en ilgi çekici filmlerinden birine imza attı. Açıkçası konusu itibariyle oturup izlemek epey yıkıcı olabilir ama amaçlanan etki de bu zaten. İzleyiciler, bu olaydan etkilenen insanların neler deneyimlemek zorunda kaldığını düşünerek rahatsız hissetmeli.
Film öncelikli olarak bu soykırıma neden olan olaylara odaklanıyor. Özellikle de bir çevirmen, çevirmenin eşi ve çocuklarının üzerinden hikaye ilerliyor. Çevirmen, kötü giden dış ilişkiler hakkında önemli bilgiler edinirken bir yandan diğer insanların telaşe kapılmasını önlemeye çalışıyor. Film boyunca olayların ciddiyetiyle alakalı olarak yalan söylemek zorunda kaldığını ve herkes kadar panik içinde olduğunu görüyoruz. Daha da kötüye giden akıl sağlığı filmin odak noktası haline geliyor.
Quo vadis, Aida? Bir savaş dramasında görmek isteyeceğiniz her şeye sahip. Bazı yerlerde beklentinin üstüne bile çıkıyor. Amacına hizmet eden, her anlamda güzel işlenmiş bir film.
2) Judas and the Black Messiah
1967’de FBI, Illinois Black Panther Partisi’nin başkanı Frederick Allen Hampton’ı radikal bir tehdit olarak damgaladı. Hampton, 2 yıl sonra 21 yaşındayken apartman dairesinde vuruldu. Suikastinden kısa bir süre sonra bunun yasal adam öldürme olduğuna dair hüküm verildi. Zaman geçtikçe Hampton’ın ölümüne dair daha fazla bilgi gün yüzüne çıktı. 50 yıldan fazla geçmiş olsa da, bu tartışmalı figürün hikayesinin hakkını veren bir film çıktı karşımıza.
Will Berson ve Shaka King, hikayedeki bazı boşlukları doldurup biraz da melodram ekleyerek bu yaşanan trajediyi başarılı bir şekilde ekrana taşımış. Gerekli bilgileri hem ilgi çekici hem de sinir bozucu bir şekilde ortaya çıkarıyorlar.
Yaklaşık iki saatlik çarpıcı siyasi entrikanın ardından da öfke uyandıran bir final geliyor.
Hem senaryo hem de Daniel Kaluuya’nın Fred Hampton’ı hayata taşıyan oyunculuğu filmin aldığı her ödülü fazlasıyla hak ediyor.
3) The Killing of Two Lovers
The Killing of Two Lovers ilk sahnesiyle birlikte hikâyeye hızlı bir giriş yapıyor. İlk 5 dakika içinde, uyuyan bir çifte silah doğrultan bir adam görüyoruz. Filmin adına bakarak varsayımlarda bulunmak mümkün olabilir ama filmin hikayesi o kadar da basit ilerlemiyor.
Bu sahnenin ardından izleyiciler aşırı gerilimli bir evlilik dramasına şahit oluyor. Her sahne bir öncekinden daha da rahatsız edici. Clayne Crawford, neredeyse 90 dakika boyunca seyircinin dikkatini üzerinde toplamayı başarıyor. Filmin hızı asla azalmıyor ve aslında etkileyici olan kısmı da bu. Çünkü The Killing of Two Lovers geleneksel anlamda hızlı ilerleyen bir film değil. Hikaye yavaş yavaş çözülse de gelişen olaylar manyetik bir etki yaratıyor.
4) Rose Plays Julie
#MeToo hareketi dünya çapında büyük etki yaratmıştı. 2017’den itibaren yüzlerce elit profilli kişi cinsel suç saldırısı suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı. Hareket ivme kazanmaya başladığında, kadınlar yaşadıkları travmatik deneyimler hakkında konuşabilme cesaretini elde etti. Harvey Weinstein’in ifşa edilmesinden bu yana yaklaşık 4 yıl geçti ve insanlar o zamandan beri statülerini kötüye kullanan güçlü insanların yaptıklarını ortaya dökmeye devam ediyor.
Film yapımcıları da devam eden krize dikkat çekmek için bu hikâyelere daha çok yer verdi. Eleştirmenler belirli filmleri #MeToo filmleri olarak etiketlemeye başladı. Başka bir deyişle, hareket bütün bir alt türe yol açtı.
Rose Plays Julie de #MeToo filmlerinde biri. Joe Lawlor ve Christine Molloy, gizemli biyolojik ebeveynleri hakkındaki bilgileri ortaya çıkaran genç bir kadının sinirleri bozan psikolojik dramasını doğru bir şekilde anlatabilmiş.
#MeToo’dan ilham alan filmlerin son zamanlardaki popülaritesi göz önüne alındığında, bu film de sıradan bir kopya olabilirdi. Bunun yerine, rahatsız edici içeriğinin üstünü örtmeyi reddeden tüyler ürpertici bir psikolojik gerilim filmi ortaya çıkmış.
5) Little Fish
Little Fish 2021’in en iddialı bilim kurgu filmlerinden biri. Evet Dune ve Eternals ile kapışmak zorunda ama yine de şampiyonlardan biri olarak kabul edilebilir.
Bilim kurgu türündeki fikirlerin sıkıcı bir hale gelmeye başladığı düşünüldüğünde, tanıdık konulara özgün bir şekilde yaklaşan bir film görmek güzel.
Little Fish, insanların anılarını yok eden bir virüsü anlatıyor. Hafıza kaybı anlık ya da aşamalı bir şekilde gerçekleşebiliyor. Durum ne olursa olsun bu virüsten etkilenenler asla iyileşemiyor.
Film bu virüsten etkilenen bir çiftin hayatını gözlemliyor. Çoğu zaman bu tarz filmler, kurmaca bir virüsün tüm insanlığa etkilerine odaklanırken bu filmin daha dar bir bakış açısı sunması yenilikçi bir yaklaşım.
Olivia Cooke ve Jack O’Connell, kariyerlerindeki en iyi performanslarını sergileyerek filmin hikayesini daha da olağanüstü kılıyorlar.
2021 Yılında Gösterime Giren 5 Film Önerisi