Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Until Dawn: Sönük Kelebek Etkisi

Until Dawn: Sönük Kelebek Etkisi

Yazar: Tuğçe Ulutuğ

Until Dawn: Sönük Kelebek Etkisi

Merhabalar!

Bu yazıda birlikte, 2015’te PlayStation 4 için çıkan Until Dawn oyununun filmini deşiyoruz.

Until Dawn, interaktif anlatımı, etkileyici atmosferi ve “kelebek etkisi”yle şekillenen hikâyesiyle oyun dünyasında bir devrim yaratmıştı. Oyunun başında elimde DualShock, ekranın her kararmasında ödüm koparken karakterlerin kaderinin tamamen benim seçimlerime bağlı olması müthişti. O yüzden filmi duyduğumda hem heyecanlandım hem de içimde ufak bir “Acaba bozacaklar mı?” tedirginliği oluştu. Ve ne yazık ki, o tedirginlik yersiz çıkmadı…

Film, oyunla aynı evrende geçiyor ama birebir uyarlama değil. Karakterler tamamen farklı: Bir grup yirmili yaşlarında genç, kaybolan arkadaşları Melanie’nin son izini sürmek için gizemli bir vadideki eski bir karşılama merkezine gider. Baş karakterimiz Clover (Ella Rubin), kız kardeşiyle kavgalı şekilde ayrılmış ve vicdan azabıyla yanıp tutuşuyor. Tam klasik bir “ortam” kurulur derken… yağmur başlıyor, grup binaya sığınıyor, sonra da maskeli bir katil gelip gençleri birer birer avlamaya başlıyor. Derken sabah oluyor… ve hepsi aynı noktaya geri dönüyor. Evet, zaman döngüsü: Öl, uyan, tekrar öl.

Ama işte buradan sonrası — yani Until Dawn ruhunu asıl ilginç kılan kısım — filmde tamamen boşa düşüyor.

Oyunla film arasındaki en büyük fark tabii ki oyuncunun aktif katılımıydı. Oyunda her karar — bir kapıyı açmak, birini kurtarmak ya da kaçmak — hikâyenin gidişatını geri dönülmez biçimde değiştiriyordu. Oynarken bir karakterin ölümüne sebep olduğumda yaşadığım üzüntüyü bir ben bilirim… Filmdeyse biz sadece izliyoruz: Seçim yok, etki yok, sadece “Yine mi aynı ölüm şekli?” diyerek iç geçirdiğimiz bir tekrara düşüyoruz. Oyun, on saatte yavaş yavaş inşa ettiği atmosferi film iki dakikada kurmaya çalışınca olan sadece tempo kaybı değil; karakterle bağ da kopuyor. Bu noktada ister istemez aklıma Black Mirror’ın o meşhur interaktif bölümü Bandersnatch geliyor.

Hani şu Netflix’te izlerken kararları bizim verdiğimiz, her seçimin yeni bir olasılık doğurduğu çılgın bölüm. Evet, orada da işler bazen saçmalıyor ama en azından bir kontrol hissi var izleyicide. Until Dawn gibi zaten interaktif doğasıyla öne çıkan bir hikâye, neden klasik düz film formatına sıkıştırılmış anlamak zor. Keşke Bandersnatch gibi sunsalardı da her izleyici karakterlerin kaderini kendi elleriyle belirleyebilseydi. Hem oyunun ruhuna daha yakın olurdu, hem de en azından “Bunu ben yaptım!” diyebileceğimiz bir bağ kurardık. Beyaz perdede kontrol izleyicide olmayınca, bu hikâye biraz havasız kalmış.

David F. Sandberg yönetmen koltuğunda. Kendisi Lights Out ve Annabelle: Creation gibi formüle ama etkili korku işlerinden tanıdık. Sandberg, jumpscare’leri ustaca kullanır, gerilimi tırmandırmasını bilir ama burada sanki otomatik pilota bağlamış. Film baştan sona bir “checklist” gibi ilerliyor: Maskeli katil ✔, karanlık orman ✔, bağıran gençler ✔, nostaljik müzik ✔. Ama ne atmosfer ne de özgünlük var. Görüntü yönetmeni Maxime Alexandre da (The Hills Have Eyes, Annabelle: Creation) alışık olduğumuz tonları getiriyor ama bu kez görüntülerin ruhu yok. Görsel olarak karanlık ama duygusal olarak boş bir film izliyoruz…

Oyunculuk tarafında Ella Rubin fena iş çıkarmıyor. Odessa A’zion ve Michael Cimino da eldeki malzemeyle idare ediyorlar ama senaryo onlara derinlik sunamadığı için daha fazlasını yapmaları zor. Zaten karakterlerin birçoğu “ölmek için yazılmış” gibi. Bunu da en başında hissediyorsunuz; o yüzden kim yaşayacak, kim ölecek heyecanı da yok. Karakterlerin aralarında da bağ göremiyoruz çünkü film o zamanı ayırmıyor. Belki de en büyük sürpriz, Peter Stormare’in oyundaki psikiyatrist Dr. Hill’e gönderme yapan kısa ama unutulmaz sahnesi. Ne dediğini anlamasak da, en azından izlerken “Aha, işte bu!” dedirten nadir anlardan biri.

Zaman döngüsü fikri potansiyel taşısa da Happy Death Day, Triangle, The Final Girls gibi filmler bu temayı çok daha yaratıcı şekillerde işlemişti. Until Dawn ise bu fikri sadece “tekrar ölüm” numarası olarak kullanıyor. Senaryo da arada “Evet, farkındayız, klişe bu ama biz de gülüyoruz.” gibi ironik bir cümleyle kurtarmaya çalışıyor ama pek işe yaramıyor.

Peki bu film neden var? Bence sadece marka bilinirliğinden yararlanmak için. Hikâyesi olan bir oyunu “film olsun” diye parçalayıp düzleştirmişler. Oyunseverler için içi boş bir nostalji, seriyi tanımayanlar içinse basit bir slasher eğlencesi. Ama şöyle bir artısı oldu: Filmi izledikten sonra konsolun tozunu alıp Until Dawn’ı yeniden başlatma isteği geldi. Bu da bir şeydir. Eminim kendi seçimlerimle hikâyeyi daha dolu bir hâle getirebilirim. 🙂

Sonuç? Until Dawn filmi, oyunun hatrına izlenir belki diyebiliriz. Oyun ise yıllar geçse de tekrar tekrar dönüp yaşanır.

Mısırları patlattıysanız, yazıyı burada sonlandırıyorum.

İyi seyirler!

Until Dawn: Sönük Kelebek Etkisi

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...